Fırlama Örümcek Adam’dan terbiyesiz Deadpool’a

0
257

Şimdiye kadar okuduğunuz tüm fantastik kurgu romanları bir kenara bırakın, izlediğiniz tüm fantastik filmleri şöyle bir hatırlamaya çalışın, hatta daha da eskiye gidelim, henüz filmleri çekilmemişken okuduğunuz çizgi romanları da gözünüzde canlandırın, tamam onları da bir kenara atmanın zamanı geldi. Şimdi kahraman olmayı hak eden; onurlu, disiplinli, insanlığa faydalı, kötülükle savaşan ve her daim iyinin yanında, hatta iki adım önünde olan karakterleri hatırlayın. Hatırlamanızı istiyorum çünkü sizi önce o zamanlara, ardından günümüze bir anda götürüp getireceğim.

Önce klasik olanlardan başlayalım; Teksas, Tommiks, Mandrake, Mr. No, Conan, Kızılmaske, Kaptan Swing, naif ve güzel karakterlerdi. Yüzbaşı Tommiks’in can yoldaşı Konyakçı bile alkolik olmasına rağmen adam gibi adamdı hani. Tüm karakterlerin eksi ve artı yanları vardı tabii ki, çünkü gündelik hayatta karşınıza çıkabilecek kadar “normallerdi”. Conan biraz fazlaca kaslıydı ama o da çocuk yaşlarda esir alınıp ağır işe koşulmaktan böyle olmuştu. Kızıl Maske ormanın derinliklerinde kafatası mağarasında, pigmeler, atı ve sadık kurduyla yaşıyordu ama anti sosyal sayılmazdı, arada şehre de iniyordu iş için. Mr. No güney Amerika yağmur ormanlarının üzerinde tek pervaneli uçağı ile gezinirken olağanüstü bir şey yoktu. Teksas da zaten kafasındaki samur kürkü şapkası ve haksızlığa karşı çıkışıyla gönlümüzde taht kurmuştu. Aralarında en iyi giyinen, tarzıyla farklılaşanlar ise Mandrake ve Kaptan Swing’di. Birisi illüzyon ustası diğeri ise diz altına kadar gelen çizmeleri, siyah gömleği ve kılıç kullanmadaki maharetiyle ağzımızı açık bırakıyordu.

Sonra bir kırılma noktası yaşadık, klasik çizgi romanların seyri spiderman’in ortaya çıkışı ile değişti. Daha doğrusu benim için değişti, ülkede yayınlanan ilk sayısında bile büyük keyif almış, onun fırlama tavırlarından, bir binanın tepesinden aşağıya serbest düşüşle inerken bir anda bileğinden fırlattığı ağ sıvısı ile yere iki karış mesafede baş aşağı asılı kalmasından, binaların arasına gerdiği ağ ile suçluların yolunu kapatmasından ya da arabalarının tamponundan yakalayıp durdurmasından etkilenmiştim. Öksüz ve yetim Peter Parker’ın, laboratuvarda radyoaktif örümcek tarafından ısırılarak bir gecede örümcek adama dönüşmesinin mantığını okul ve mahalle arkadaşlarımla uzun saatler tartışmış, enine boyuna değerlendirmiştik. Bence olabilirdi, hatta son derece mantıklı ve bizim tarafımızdan da denenmesi gereken bir şeydi. Tek problem ülkede radyoaktif element barındırabileceğini isminden çıkarttığımız yegâne yerin Küçükçekmece Nükleer Araştırmalar Kurumu oluşu ve oraya nasıl gideceğimizi bilemeyecek kadar küçük oluşumuzdu. Yani tek otobüs ile gidilebilecek bir yer olsa kapısına gidip bekçiden “bi örümcek ısırığı alabilir miyiz?” diyecek kadar aklımıza yatmıştı.

Görsel: Spiderman/ Unsplash

Aradan geçen zaman içinde radyoaktif örümcek tarafından ısırılmanın hayâl, normal örümcek tarafından dişlenmenin ise ciddi bir şişlik ve kaşıntı yaptığını deneyimledim. Zaten tehlike karşısında beyninizde zil çalarak sizi uyaran örümcek hislerinin, her gün binlercesi insanlar tarafından ezilen, üstüne bir şeyle vurularak öldürülen örümceklerde neden olmadığını da zaman içinde garipsemeye başlamıştım. Sonuçta, örümcek adam benim rol modelim olmasa da, uçarı tavırları, sorumluluk sahibi oluşu, yaşlı halasına karşı gösterdiği saygısıyla gönlümde “delikanlı” kahraman olarak yerini aldı.

O yıllarda yabancı çizgi roman dergilerini takip etmek hiç kolay olmadığından Marvel ve DC Comics evrenlerinde ortaya çıkan yani karakterleri bilmiyorduk. Zaten artık yirmili yaşlara gelmiş, “eşek kadar adam” olduğumuzdan çizgi romanlarımızı da kütüphanede alt rafa istiflemiş ve hatta unutmuştuk. Sinemaya gelen Supermen filmleri de zaten çok ilgi çekmiyordu, yaşımız gereği artık biz olmuştuk Supermen!

Oysa yurt dışında, özellikle de Amerika’da yaşayan çizgi roman sevdalıları 1991 de, Marvel’in New Mutants dergisinin 98nci sayısında, Fabian Nicieza, Rob Liefeld’in yarattığı ve neredeyse 30 yıl sonra inanılmaz bir çıkış yapacak olan yeni karakterle tanıştılar. Edepsiz tavırları, asla dizginlenemez çocukça davranışları, bir kahramana yakışmayacak cümleleri ve şimdiye kadar görmediğimiz kiralık katil bir anti kahraman; Deadpool.

Görsel: Raman Verma/Unsplash

Bizim tanışmamız çok geç olmuştu, filmi çekildi, ülkeye geldi ve bu aşırı gevşek karakter bir anda anti kahramanlar arasında öne çıkarak gerçekten gönlümüze yerleşti. Çok acayip bir adam; çılgın aşık, zevzek ve kötü espriler yapan, saygısız, adab-ı muaşeret bilmeyen üstelik de meslek olarak para karşılığı insan öldüren bildiğiniz suçlu! Karşımıza çıkan adam aynen böyleydi ve üstelik ölümsüzdü! Yani aslında başlangıçta ölümsüz değildi, tam tersine kanser olmuş, koşar adım sona doğru yaklaşmaktaydı ama deneysel bir ilaçla kanseri yenerken ölümsüzlüğe kavuşmuş, bunun karşılığı olarak da tüm vücudu ve o yakışıklı çehresi harap olmuştu. İnsan içine maskesiz çıkması imkânsızdı. Sevgilisinin yanına bile gidemezdi ki zaten kızcağız da onun öldüğünü sanıyordu. Aranızda hala seyretmemiş olanlar olabilir, o yüzden spoiler kısmını daha fazla uzatmadan burayı geçmek zorundayım. Fantastik sinema izleyicisinin asla atlamayacağı, fantastik çizgiye temkinli yaklaşan kitlenin ise kostümlü afişi yüzünden, eğlencelik/çocuk filmi zannederek pas geçebileceği bir filmdi. Gördüğü ilgi ile devam filmini de çektiler, devam filmlerinde az rastlanan bir başarı yakaladı ve hatta ilk filmden daha büyük bir izleyici kitlesine ulaştı ve şimdi de üçüncüsü yolda.

Bu hafta lafa neden çizgi romandan girip sinema perdesine atlayan süper / anti kahramana bağladığımı merak ediyor olabilirsiniz. Aslında niyetim biraz eğlenceli, biraz yeni döneme ait fantastik ögeler arasında gezinmekti ama sonra çağın değişimi ve kötünün / kötülüğün yüceltilmesi ile ilgili  düşüncelerimi sizinle paylaşmak istedim. Ve o yüzden bir anti kahramanın yükselişini size özetledim.

Görsel: Ryunosuke Kikuno/Unsplash

Bunu ilk olarak Deadpool’da görmüş olsak da Batman’in ezeli rakibi Joker’in sinema perdesinde devleşmesi ve “ kötüyüm ama bir sor bakalım, neden kötüyüm!” diye haykırmasıyla zirve yaptı. Son dönemde iyi ve kötünün bitmeyen savaşında karanlık tarafa doğru bir sempati akışı mevcut, bundan şikâyet ettiğimden değil elbette; herhangi bir kurguda kaliteli kötü, kalitesiz iyiden iyidir her zaman. Ama dünyanın genel gidişatına baktığımızda “kötünün” yükselişi fantezi dünyası ile gerçek dünyanın örtüşmesi gibi gelmeye başladı bana ki bu da can sıkıcı bir değişim…

İyiyi, iyiliği, iyinin kötüye karşı galip geleceğini anlatan kitaplara, filmlere, performanslara karşı ilgilimizi mi yitiriyoruz, yoksa yaşadığımız dünyanın her geçen gün daha zor, daha absürt, daha kaotik, acımasız, yoksulluğun ve yoksunluğun hızla yukarı tırmandığı bir yere dönüşmesi yüzünden yaşama sevincimizi mi?

Belki de, biz eskide kalanlar olarak göremesek de, yeni jenerasyon farklı bir bakış açısıyla, kötüye de iyi kadar önem vererek dünyanın gerçekliğini bizden daha iyi sindirdi içine. Bu dengeyi oluşturması zaten ideal bir durum olurdu da işte asıl endişe uyandıran şey “kötüyü sevip rol model alma” ihtimalinin daha ağır basabileceğini düşünmek. Çünkü bu dünyada iyi olmak için çok çaba harcamak gerekiyor…

Tam da bu satırların yerinde, sildiğim, okuyamadığınız kocaman bir paragraf var aslında, ağır bir tartışma başlatma amacım yok, sadece fantastik kurguda bile bu kadar sert bir mücadele yaşanırken, gerçek hayatta iyiliğin ve iyilerin galip gelmesi için ne yapıyoruz onun muhasebesi bu satırlar…

Hayallerimiz kadar var olduğumuz o fantezi dünyasında, hepinizin, kendisi için sınırsızca kurguladığı bir masalın kahramanı olmasını diliyorum…