Her yıl 15 Mart’ta yapılan Joujouka ayininin özü, Erkek ve Dişi güçler arasındaki doğal dengenin korunmasıdır. Yani cinselliğin kutsal anlamlar yüklendiği, İslam öncesi “animist” kökenlere dayanan, tasavvufla kuşatılmış bir verimlilik ayinidir ve baharın gelişini, bitki örtüsünün uyanışını canlandırır. Sürekli gelgitlerle uzun bir döneme yayılan Burroughs’un Tanca dönemi, verimli bir zihinsel ortaklık kuracağı Brion Gysin sayesinde, Joujouka müziğiyle, Rolling Stones’dan Bill Laswell’lara, hip hop’a, hatta rap’e çağdaş rock müziği arasında bir köprü kurulmasına vesile olmuştur.
“Bütün İslam dünyası, pratikte müziğin denetimi altındadır”
William Burroughs
1950′lerin “Beat Rönesansı”, yalnızca edebiyatta değil, plastik sanatlar ya da performans ve gösteri sanatlarında olduğu kadar, müzikte de yeni yollar açtı. Kimi zaman kesişen, kimi zaman da farklı uçlara yönelen göçebe şebekeler.
“Nesnel rastlantı”larla bir araya gelen çok farklı zihinlerin kurduğu bu neşeli ve ölümcül muhalefet, hem coğrafi hem zihinsel olarak farklı yönlere doğru dağılmaya başladığında, müzikal etkileri de bu ayrışmayı izledi. Beat Kuşağı’nın bir bölümü Amerika’yı terk etti. Daha 1953′de Meksika’dan Fas’a giden, Tanca’ya yerleşen William Burroughs’u, benzeri bir yol izleyerek Paris’e, Beat Hotel’e kapağı atan Allen Ginsberg izledi. Yaşlı kıtanın bu efsanevi noktası, Kuzey Afrika, Katmandu, Meksika sacayağının Beat merkezi haline geldi.
Üçgenin Meksika ayağını paylaşan bir başka grup ise Amerika’da kaldı ve New York, San Fransisko, Meksika hattında mekik dokumaya başladı: Thomas Wolfe’un, “yeni ufuklar” vaadi peşindeki Amerikalı öncülerin epik geleneğini canlı tutan Kerouac’ın yolunda ilerlemeye devam ettiler. Bu yol, San Frisco’da başka bir canlanmaya, Ashebury komününe, Merry Pranksters’e, Grateful Dead’e, LSD, marihuana ve çiçek çocuklarına, The Doors’a, Woodstock’a, Yeni Sol’a ve 68 Kuşağı’nın günümüzdeki doğal ya da sentetik kalıtımlarına kadar uzadı.
Bu kolla Beat kuşağı arasındaki en tipik ve mitolojik bağlantı, Kerouac’ın “Yolda”sının efsanefi Dean Moriarty’si Neal Cassady’dir. “Guguk kuşu” Ken Kesey ve ilk “death head” Jerry Garcia, içerden yeni çıkan Cassady’le tanıştıklarında kahramanlarına kavuştular. “Hız sınırı” adını taktıkları Cassady, Merry Parnksters’in psychedelic otobüsü “İleri”nin doğal şöförü oldu.
Jerry Garcia, “bir kozmos aygıtı” dediği Cassady’nin şöförlüğü hakkında şunları söyler: “Cassady’nin kullandığı bir arabayla gittiğinde, korkabileceğin kadar korkarsın, yani hayatın için korkarsın.” (aktaran: Steven Watson, The Birth of the Beat Generation, sf. 289)
Cassady’nin ölümü de bu yolda doludizgin koşan nicelerinin ölümünün bir prototipi gibidir. Pranksters dağıldıktan, Kesey marihuana bulundurmaktan kodese, Garcia Grateful Dead’in kurulmasıyla sonuçlanacak Frisco hayatına daldıktan sonra, ezeli yolcu Cassady Meksika’ya gider. Bir tek sırt çantası vardır, yanından ayırmadığı ünlü “magic bag”. 3 Şubat 1968′de Celeya kasabasına varır. Çantasını on beş mil ötedeki San Miguel de Allende tren istasyonunda unutmuştur. Bir Meksika düğününde yüklüce “pulque” içtikten sonra, bu yolu yürümeye karar verir. Güneşin altında, attığı her adımı sayarak ilerler. Efsaneye göre, “64,928″ der ve yığılır. Külleri küçük bir kutuyla evine gönderilir.(a.g.e., sf. 292-293)
William S. Burroughs’un, “şehrin yaşlı adamı”nın öncülüğünü yaptığı ve hala dimdik ayakta tuttuğu diğer karanlık, okkült eğilim ise nice yeraltı kanalı açmıştır.
Bu eğilimin müzikal açılımı da çok çeşitlidir: “Stones” Brian Jones’dan Dawid Bowie’ye, “Velvet” Lou Reed ve John Cale’den Marianne Faithfull ve Tom Waits’e, Patti Smith’den Laurie Anderson ve Bill Laswell’a, Kurt Cobain’den Scanner, Material ya da Chuck Prophet’e, karmaşık ve öngörülemez bir açılım.
İsimlerini Burroughs kültünden alan toplulukları saymak bile bu etkinin boyutları hakkında bir fikir vermek için yeterlidir: Soft Machine, Throbbing Gristle, Steely Dan, Thin White Rope, Nova Mob… Kendisi pek de “rocker” olmayan Burroughs’un (Viyana valslerini tercih ettiği söylenir), gerek edebi ve düşünsel üretimiyle, gerek ayrıksı hayatıyla, gerekse bizzat katılımıyla (mesajını dillendirmek için birçok müzikal projede bilfiil yer almıştır) rock müziğin halet-i ruhiyesine hatırı sayılır bir etkide bulunduğu açıktır.
Onca müzisyeni etkileyen bu çağdaş mitolojik figürün hayatında valslerin dışında başka bir müziğin de önemli bir yeri vardır. Fas’da yaşadıkları onun için fazlasıyla belirleyici olmuştur. Savaş sonrası Fas, özellikle de Tanca, homoseksüelliğin, uyuşturucunun, entelektüel ve aşki ilişkilerin özgürce yaşanabildiği bir “hazlar bahçesi” (”gardens of delight” / G.O.D.) olmanın yanı sıra, kökleri İslam öncesine uzanan popüler şenliklerin, heterodoks tasavvuf ayinlerinin, Gnoua tarikatının, marabout’ların ve Joujouka trans müziğinin de vatanıdır. Sürekli gelgitlerle uzun bir döneme yayılan Burroughs’un Tanca dönemi, verimli bir zihinsel ortaklık kuracağı Brion Gysin sayesinde, Joujouka müziğiyle, Rolling Stones’dan Bill Laswell’lara, hip hop’a, hatta rap’e çağdaş rock müziği arasında kurulacak bir örgünün de parçasıdır.
Bütün hayatını altüst eden trajediden, Meksiko’da karısı Joan’ı kazayla alnından vurarak öldürmesinden (Guillaume Tell’cilik oynadıkları söylentisi yaygın) hemen sonra, Burroughs önce New York’a kaçar, sonra da, o zamana dek yalnızca Paul Bowles’ın hikayelerinden tanıdığı ve çekimine kapıldığı Tanca’ya gelir.
Yıl 1953. 1946 ile 1956 arasında Tanca sekiz ülkenin yönettiği bir “uluslararası bölge”dir. Burroughs’un ünlü “interzone”udur burası. Casusların, oğlancıların, uyuşturucu düşkünlerinin, heyecan arayan sanatçıların, yazarların, kaçakların, sürgünlerin şehri.
“Her köşede satılan naylon gömlekler, İsviçre saatleri, Scotch ve seks ve uyuşturucu bolluğuyla, bir dünyanın-sonu duygusu var Tanca’da. Tam bir ‘bırakın yapsınlar’ ruh hali içinde uğursuz bir şeyler” diye yazar, Meksika’daki Ginsberg’e (a.g.e., sf. 170).
Güzel oğlanlar ve köşedeki eczanede satılan morfin, dolophine, eukodol, tümüyle yasal esrar macunu, kif vs. Burroughs’u yutar. Kısa süre sonra emektar portatif daktilosunu bile uyuşturucu için satar. Artık o Tanca’nın “görünmez adam”ıdır.
Sahara’nın kıyısında kendi “iç çöl”üne göz kamaştırıcı bir yolculuk başlar: sodomi orjilerinde batılı soydaşlarıyla birliktedir, ama morfin orjilerine solo takılır: “her gün girdiğim damarı açık bırakıyorum, kırmızı, aç bir ağız gibi, şiş ve açık saçık…” (Ginsberg’e mektup, a.g.e., sf 239).
Giderek bir hayalete dönüşür, Bowles gibi ender birkaç dostu için bile. Alarm zillerinin hayli yüksek çaldığı bir gün, başarılı uygulamalarını duyduğu Londra’lı bir doktorun “apomorfin” tedavisine girmek için yola çıkar. Acılı bir “detox” sürecinden sonra, morfini bırakmış olarak Tanca’ya döner. Artık bol bol yazmakta ve yalnızca kendi özel imalatı bir esrar macununu kullanmaktadır, bir de alkol.
Ünlü “Çıplak Şölen” romanı belirmeye başlar. Her yana dağıttığı elyazmaları ziyaretine gelen Kerouac ve Ginsberg’in yardımlarıyla temize çekilir. Sonra kolunun altında kağıt tomarı, Paris Beat Hotel’e doğru yola koyulur.
Burroughs’la hemen hemen aynı dönemde, bir kaç yıl sonra Beat Hotel’de başlayacak uzun bir düşünsel işbirliğine gireceği, onu “cut-up” yazı tekniğiyle olduğu kadar tasavvuf mistisizmi ve marabout tılsımlarıyla da tanıştıracak olan ressam, şair Brion Gysin da Tanca’dadır. O da Burroughs gibi, yazar olduğu kadar besteci de olan dostu Bowles’ı izlemiştir. Açtığı “Tanca’da 1001 Gece” adlı restaurant şehrin en önemli entellektüel, artistik ve diplomatik buluşma odaklarından biri haline gelmiştir.
Buranın açılmasına vesile olan şey, Gysin’ın popüler bir şenlikte duyar duymaz gönül verdiği müziktir. Arayıp tarayıp müziğin kaynağına ulaşır: Tanca civarında bir dağ köyü, Joujouka. Diğer Arap ülkelerinin tersine ortodoks islam fıkıhının hiç bir zaman yeterince güçlü olmadığı, bu yüzden de tasavvufun serpilmek için verimli bir zemin bulduğu, onlarca tarikatın, sayısız azizin ve ‘büyücü doktor’ marabout’ların yurdu Fas’ın tümüyle kendine özgü bir yöresi. Sufi aziz Şeyh Sidi Achmed’in türbesi etrafında kurulmuş heterodoks bir kültün ve bu kültün özel ayin müziğinin merkezi. Kendisi de bu yöreden gelen ressam Hamri götürür Joujouka’ya Bowles ve Gysin’ı.
Her yıl 15 Mart’ta yapılan Joujouka ayininin özü, Erkek ve Dişi güçler arasındaki doğal dengenin korunmasıdır. Yani cinselliğin kutsal anlamlar yüklendiği, Fas’ın çeşitli yörelerine yayılmış “jebâla” ayini, “Ennaïr” ya da “Herama” karnavalı gibi, islam öncesi “animist” kökenlere dayanan, tasavvufla kuşatılmış bir verimlilik ayinidir ve baharın gelişini, bitki örtüsünün uyanışını canlandırır (Edmond Doutté, Magie et Religion dans l’Afrique du Nord, Alger, 1908, sf. 505-559).
Gysin bu ayinin kökünü Antik Roma’da Pan’a adanan Lupercalia törenlerinde görür. Kurban edilen bir keçinin postuna bürünen bir gencin ormana, “Küçük Keçi Tanrı” Pan’la buluşmaya gönderildiği bu törenler gibi, Joujouka’da da Posta bürünerek Erkek gücü, Bou Jeloud’u temsil eden bir genç, elli vahşi flütün (raita) ve küçük davulların (ta’arîja ya da agoual) yaptığı müziğin eşliğinde, Dişi gücü temsil eden ve (kadınların dans etmesi yasak olduğundan) genç bir oğlanın canlandırdığı çılgın Aisha Homolka’yla dans eder. Günlerce süren ve bolca kif tüketilen bu bahar ayininde, el çırparak, şarkı söyleyerek müzisyen ve dansçılara eşlik eden bütün köy halkı vecde girer.
“Pan Halkı” adını verdiği bu insanların trans müziğini sürekli dinleyebilmek için, bu yoksul insanların da önerisiyle 1001 Gece’yi açar Gysin. Joujouka’nın usta müzisyenleri burada sürekli konserler vermeye başlarlar.
Bu dönem Gysin için pek hayırlı sonuçlanmaz. Joujouka’lılardan ve marabout’lardan öğrendiği büyüleri, tılsımları bir kitapta toplamayı kuran Gysin’ın notları müzisyenler tarafından bulununca kıyamet kopar. Yemeğine iki kez zehir koyarlar. Nihayet bir gün restaurant’da gizlenmiş bir tılsım, bir büyülü kare (djedouel) bulur. “Dumanın ateşi terkettiği gibi, Massa Brahim (Brion Gysin) de bu evi terketsin ve bir daha dönmesin” yazılıdır bu büyülü formülde. Fas’ı bu büyüyü ciddiye alacak kadar iyi tanıyan Gysin, uğursuz önsezilerinde haklı çıkar: Fas’ın bağımsızlığı ilan edilir ve bir gecede tüm müşterilerini kaybeder, restaurant’ı kapatır ve Paris’e gider (tılsımlar ve büyülü kare artık hayatından hiç çıkmayacak, bütün resimlerine sızacaktır). Burroughs’la karşılaşır ve Beat Hotel’e yerleşir.
Buradaki cut-up’dan “dreamachine”e uzanan deneylerde, büyü, tasavvuf, mistik deneyimler ve Gysin’ın ucuz teyplerle yaptığı Joujouka müziği kayıtları da hayli yer tutar. Gysin, deneyimleriyle, “iş ilişkisi”nin dışında tutulması gereken bir saygı duymayı öğrendiği Joujouka müzisyenleriyle yeniden dost olmayı başarır. Bir çok kez oraya geri döner. Bu kez yanında Burroughs da vardır. Bowles da onlara zaman zaman eşlik eder. İkisi de, düşlerinde kimi zaman “Alamut’un yaşlı adamı” Hassan Sabbah’ın hayaletiyle birleşen Keçi Tanrı Pan’ın sufi tezahürünün çekiminden kolay kolay kurtulamazlar.
Gysin, 1967′de Ornette Coleman’ı ve 1970′de Brion Jones’u da götürür Joujouka’ya. Her iki müzisyen de kayıtlar yaparlar. Jones’la önce Marakeş’deki El Fna meydanına, bir zamanlar “derin Afrika”dan gelen köleler olan siyahi Faslıların kurduğu Gnoua tarikatına mensup sokak müzisyenlerinin funky ritmlerle örülü müziğini dinlemeye giderler. Rolling Stones’un kayıt prodüktörü Glyn Johns’un dediğine göre: “Brian’ın fikri Gnoua’yı kaydetmek, Londra’da sonuçları dinledikten sonra, kayıtları Amerika’ya götürüp, buna eşlik edecek bir siyah soul ritm topluluğu bulmaya çalışmaktı. Brion Gysin Brion Jones’u, Gnoua trans müziğini dinlemek için Marakeş’deki ünlü Djemma El Fna meydanına götürdü. Marakeş’in Gnoua kardeşliği, Fas’ın en büyük gizli tarikatlarından biri. Gysin ve Jones, siyah kardeşlerle tozun içinde oturarak, El Fna’da saatler geçirdiler. Paul Bowles, 60′larda Gnoua müziği kayıtları yapmıştı.” (10%, File Under Burroughs, CD kitapçığı, Sub Rosa. Bill Laswell’in de Gnoua müzisyenleriyle ilginç çalışmalar yaptığını söyleyelim.).
Sonra ayini görmek için yanıp tutuşan Jones’la Joujouka’ya çıkarlar. Çok etkilenen Jones, “festivalin inanılmaz sürekli gerilimine dayanacak gücü bulup bulamayacağımı bilemiyorum, Batı uygarlığı bizi öyle bir ruhsal zayıflığa sürükledi ki” demekten kendini alamaz (a.g.y.). Jones’un yanında bir de ses mühendisi vardır. Yapılan kayıt, “Brian Jones Presents The Pipes of Pan at Joujouka” adıyla, Rolling Stones Records’dan 1971′de çıkar. Yeniden basım için yirmi yıl beklemek gerekir. Jones’un ölümünden sonra, yayım hakkı Stones’da kalır (bu arada müzisyenlere beş kuruş ödenmediğini de eklemek gerek). 1995′de CD formatında ikinci basım yapılır. Gysin’ın dediğine göre, müzisyenlere atılan kazık kadar bu uzun sessizliğin de sorumlusu, Stones’u Fas’ın tasavvuf müziğine açmaya çalışan Jones’un tersine, R&B içinde kalmayı önündeki yirmi yıl için kazançlı gören Jagger’dır (Re/Search, n.4-5, 1982, sf. 50).
Joujouka Batılı sound’lara sızmaya devam ediyor. 1992′de Dublin’de, gerek 80′lerin sonunda bir bağırsak kanserinden ölen Gysin’ı anmak, gerekse 80′li yaşlarını süren Burroughs’u kutlamak için yapılan “Here To Go Show”da, Joujouka’nın usta müzisyenleri de vardı. Joujouka’yı gerek Jones’un kayıtlarından tanıyan, gerekse ona Burroughs ve Gysin’ın “underground” deneyimleri dolayımıyla açılan birçok rocker’la jam yaptılar. Referansını yukarda verdiğimiz, “10% File Under Burroughs” adlı etkileyici kayıt çıktı ortaya. Hip ve rap gençliği, Burroughs ve Gysin’dan geçerek Joujouka ve Hassan Sabbah’la buluştu.
Başlarken söz ettiğimiz “hız sınırı” Neil Cassady kadar efsanevi bir figür olmuş birinin, bir zamanların LSD Peygamberi Timothy Leary’nin Joujouka ağzından söyledikleriyle kapatalım: “Duy bizi Allah, diye şarkı söylüyor flütler. İnayet sonsuzdur, diye şarkı söylüyor keman. Sen her şeyin Yaratıcısısın, diye vuruyor davullar. İyilik çölden geniş, okyanustan derindir. İyiliğini dağıtırken, biz alçakgönüllü Joujouka müzisyenlerini unutma. Biz zavallı Joujouka müzisyenleri, sürülerimiz çoğalır, karınlarımız doyarsa, dualarımızı daha tatlı okuruz.”(Timothy Leary, Jail Notes).