Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres: “Küresel ısınma dönemi sona erdi, küresel kaynama dönemi başladı”
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), dünya hükümetleri sera gazı salınımını önemli ölçüde azaltmazsa 2100 yılında ortalama sıcaklığın, Sanayi Devriminden önceki düzeyinden yaklaşık 4,3°C daha yüksek olabileceği uyarısında bulunuyor.
Küresel ısınma, gezegen ve üzerinde yaşayan tüm canlılar için daha önce hiç olmadığı kadar tehdit edici boyutlara ulaştı.
Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Levent Kurnaz, “Küresel İklim Krizi” başlıklı yazısında, krizin ve beraberinde gelen ürkütücü tablonun en çok da sera gazlarının atmosferdeki miktarlarının milyonlarca yıldır ilk kez bu kadar artması nedeniyle yaşandığına dikkat çekti.
“Son Buzul Erimeden” adlı kitabının hap formatı olarak değerlendirilebilecek yazıda Kurnaz, 2021 Ağustos ayında yayımlanan Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli’nin 6. Değerlendirme Raporundan ayrıntılara da yer verdi. Raporda, iklim değişikliğinin nedeninin insanların atmosfere saldığı sera gazları olduğu bir kez daha doğrulandı.
İklim bilimci Kurnaz, karbondioksit, metan ve diazot monoksitten oluşan sera gazlarının atmosferdeki oranlarında görülen korkutucu değişimi iki nedene bağlıyor: Daha önce görülmemiş bir hızda meydana gelmesi ve değişikliğin doğal nedenlerle değil, insanlığın kömür, petrol ve doğal gaz yakarak atmosfere karbondioksit salması sonucunda yaşanması.
Kurnaz çalışmasında ayrıca, insanların alıştıkları yaşam şeklini değiştirmek istemeyerek, iklim krizinde nasıl pay sahibi olduklarını da açıklıyor. Kurnaz’a göre, her yere arabasıyla gitmekten, sürekli yeni giysiler almaktan, son model akıllı telefonlara ve elektronik cihazlara yatırım yapmaktan, tatilini uzak yerlerde geçirmekten vazgeçmeyen insan, sebep olduğu krize karşılık çözümde aktif rol almak zorunda.
Ya küresel ısınma durdurulamazsa?
Prof. Dr. Levent Kurnaz’ın çalışması, ısınmanın sürmesi halinde sıklığı gittikçe artan şiddetli hava olaylarıyla karşılaşacağımıza, üstelik bunların normalde gerçekleşmeyecekleri bölgelerde bile gerçekleşebileceğine dikkat çekiyor. Kurnaz, atmosferin artan su buharı tutma kapasitesiyle, yağışlı yerlerin daha yağışlı, kurak yerlerin daha kurak olacağı konusunda uyarıyor.
Yazıda vurgulanan bir başka konu, uzun vadede beklenen asıl tehlikenin sıcaklık ve yağışlardaki artışın kendisinden çok, yüksek nüfus yoğunluğuna sahip ülkelerde neme bağlı olarak gerçekleşecek can kayıpları olması.
Kuraklığın başta tarım olmak üzere, su ihtiyacı duyan tüm sektörleri sıkıntıya düşürecek olması muhtemel. Sıklığı artabilecek orman yangınları da olası gelecek senaryoları başlıkları listesinde yerini alıyor.
Biyoçeşitlilik kayıpları, adını hiç duymadığımız salgın hastalıklar, yükselen su seviyeleri, göçe mecbur kalan insan toplulukları… Kendini güvende hissetmeyen gezegen, güvenliği yitmiş canlılar, insanlar…
Distopik bir filmden kareler gibi!
Ancak gidişatı durdurmak hala mümkün.
Nasıl mı?
“Risk yönetilir ve bertaraf edilirse, fırsata dönüştürülebilir”
Harward Business Review Türkiye dergisinin Youtube kanalında yayınlanan “1,5 Derece Sonrası” serisinde konuşan Metsims Sürdürülebilirlik Danışmanlığı kurucusu Hüdai Kara şunları söylüyor:
“Risk yönetilir ve bertaraf edilirse fırsata dönüştürülebilir.”
İklim değişikliğinin yaratabileceği tehlikeleri önlemek amacıyla ilk önemli adım, 1992 yılında Rio de Janeiro’da düzenlenen BM Çevre ve Kalkınma Konferansı’nda imzaya açılan BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) ile atılmıştı.
BMİDÇS’nin iki önemli uygulama ayağından ilki olan Kyoto Protokolü, 2020 yılına kadar olan tedbirleri içeriyordu. Sözleşmenin ikinci ayağı ve 2020 sonrası iklim değişikliği rejiminin çerçevesini oluşturan Paris Anlaşması ise, 2015 yılında Paris’te düzenlenen 21. Taraflar Konferansı’nda (COP 21) kabul edilmişti. Konferans, 2020 sonrası ilk kez küresel ölçekte bütün ülkelerin sera gazı emisyon azaltımı taahhüdünde bulunmaları açısından büyük önem taşıyor.
Türkiye’nin de aralarında bulunduğu toplam 196 ülkenin imza attığı Paris Anlaşması, 12 Aralık 2015’te imzalanıp 4 Kasım 2016 itibariyle yürürlüğe girdi. Böylece, kabulünün üzerinden 1 yıl geçmeden yürürlüğe giren ilk küresel anlaşma oldu. Bu gelişmeyi, iklim krizi meselesinin aciliyetinin anlaşılması olarak da değerlendirmek mümkün.
1,5 hiç bu kadar büyük olmamıştı: Paris Anlaşması ve “Net Sıfır”
Paris Anlaşması’nın en önemli hedefi “net sıfır”, insan faaliyetlerinden kaynaklanan sera gazı emisyonu miktarının atmosferden temizlediğimiz sera gazı emisyonu miktarına eşit olması anlamına geliyor ve küresel sıcaklık artışını durdurmanın çaresi olarak görülüyor.
Bilimsel araştırmalar, Sanayi Devriminden bu yana, ortalama küresel yüzey sıcaklığı yaklaşık 1.2°C arttığını gösteriyor. Çoğu bilim adamı, 1.5°C’lik bir artışın, iklim değişikliğinin etkilerinin en tehlikeli ve geri döndürülemez olacağı eşiğin ötesinde olduğu konusunda hemfikir. İşte bu nedenle 1.5°C’lik bir yol haritası, ortalama küresel sıcaklık artışını bu seviyenin altında tutmak için kesin bir plan olarak görülüyor.
Paris Anlaşması’nın imzalanmasıyla, küresel ısınmayı +1,5°C ile sınırlamak ve küresel ekonominin her bölümünün hızla karbondan arındırılması için birçok şirket, ülke ve kuruluş, önümüzdeki yıllarda karbondan arındırma veya net sıfır geçiş yapma sözü vermiş oldu. Anlaşmaya dahil her ülke, karbon emisyonlarını ve bunları azaltma ve dengeleme çabalarını izlemek, kaydetmek ve raporlamakla yükümlü.
Küresel iklim krizinde bugün
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) tarafından hazırlanan 6. Değerlendirme Raporu’nun (AR6) “İklim Değişikliği 2022: Etkileri, Uyum ve Kırılganlıklar” başlığını taşıyan son kısmı, 67 ülkeden 270 bilim insanının katkılarıyla, Nisan ayında tamamlandı.
Rapora göre, 2050 yılına değin dünya ortalama sıcaklığının 20°C artması senaryosunun gerçekleşmesi durumunda 180 milyon kişinin daha açlık riskiyle karşı karşıya kalacağı, 450 milyon insanın su kıtlığı yaşayacağı öngörülüyor. Dünya ortalama sıcaklığının 30°C artması durumunda ise yalnızca Avrupa Kıtası’nda şiddetli sıcaklık ve nem nedeniyle her yıl yaklaşık 96 bin kişinin yaşamını yitirebileceği ve küresel tarım alanlarının %5-20 arasında küçülebileceği tahmin ediliyor. Ortalama sıcaklığın 40°C artması durumunda ise, dünya genelinde aşırı sıcaklık ve nem nedeniyle hayatını kaybeden insan sayısının 1,5 milyara ulaşabileceği, tarım alanlarının yaklaşık %10-30 oranında azalacağı hesaplanıyor.
Raporun ayrıntılarına inildiğinde, Akdeniz Kuşağı’nın iklim değişikliğinden en fazla etkilenen ve giderek daha fazla etkileneceği düşünülen bölgeler arasında yer aldığı görülüyor. Dolayısıyla burada ortaya konan sıcaklık artış senaryolarının gerçekleşmesi durumunda, Türkiye’nin de bu değişimden, özellikle güney bölgelerinde yağışların azalması ve kuraklığın artması yönünde etkilenebileceği söylenebilir.
IPCC AR6 İklim Değişikliği Raporu’nda yer alan temel bulgulara göz gezdirildiğinde, insan etkisinden muaf bir maddeye rastlanmaması, üzerinde özellikle durulması gereken bir konu.
Antroposen denilen insan iktidarlığı çağının faturasını şaşırtıcı bir gerçekle yüzlerimize çarpan BBC Bilim Muhabiri Helen Briggs:
“İnsan yapımı nesnelerin tahmini ağırlığı bir teratona (1 trilyon ton) ulaştı. Yeryüzündeki her insan başına, her hafta kendi vücut ağırlığı kadar nesne üretiliyor” diyor.
Yani insan yapımı nesnelerin ağırlığı tarihte ilk kez, tüm diğer canlıların toplam ağırlığını aştı. Bu süreç durdurulamazsa, ormanların ve doğal ortamların kaybı nedeniyle, yeryüzündeki canlıların ağırlığı giderek azalacak.
Dünyada, türlere ve ekosistemlere yönelik tehdit hiç bu kadar büyük olmamıştı.
Türkiye iklim krizi için neler yapıyor?
Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının hazırladığı raporlara göre, krizin ülkemizde beklenen başlıca etkileri,biyolojik çeşitlikte azalmaya bağlı istenmeyen türlerde ve böcek istilasında artış, azalan yağışlar ve artan sıcaklıklarla ortaya çıkacak susuzluk, kuraklık ve çölleşme, artan orman yangınları, tarım alanlarının azalması ve tarım verimliğinin düşmesiyle birlikte artacak gıda krizi olarak öngörülüyor.
Tarım, turizm, ekonomi ve daha birçok sektördeki düşüşün, devlet üzerindeki ekonomik baskının artması anlamına geldiği de gözlerden kaçmamalı. Dahası, kriz etkilerini artırdıkça, Türkiye’nin güney ve güneydoğu komşularından ülkemize göç yaşanacağı tahmin ediliyor. Bu popülasyon artışının ülkenin kaynaklarını daha da zor durumda bırakacağını öngörmek mümkün. İklim krizi aynı zamanda sosyal huzursuzluk, aşırı kalabalık ve zaten şehirlere yığılan popülasyonların hızlı artışı anlamına geliyor. Suya erişimdeki adaletsizlik ise, yaşanacak olası sorunların en büyüğü. İklim krizi tüm dünyada, en çok da su kaynaklarını vuracak.
Bakanlık tarafından yayınlanan “Ulusal İklim Değişikliği Uyum Stratejisi ve Eylem Planı”, çalışmalarını, sayılan nedenlerle beş önemli alana odaklıyor:
• Su kaynakları yönetimi
• Tarım ve gıda güvencesi
• Ekosistem hizmetleri, biyolojik çeşitlilik ve ormancılık
• Doğal afet risk yönetimi
• İnsan sağlığı
Ülkemiz için umut verici inisiyatiflerden biri, SENTRUM kısa adıyla faaliyete geçen “Sürdürülebilir Enerji Temelli Turizm Uygulama Merkezi”.
İlk projesi Ayvalık Küçükköy’de başlayan merkez şimdi, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Türkiye Turizm Tanıtım ve Geliştirme Ajansı (TGA), Enerjisa Enerji ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) iş birliğiyle ve Sabancı Üniversitesi, HiltonSA Otelleri, Sabancı Vakfı ve yerel paydaşların desteğiyle güçlenerek Birgi’deki sürdürebilir dönüşüm yolculuğunu yönetiyor.
SENTRUM, oluşturduğu “yeşil destinasyon” modeliyle, seçilen destinasyonu dönüştürmek, sürdürülebilir turizmi teşvik etmek ve yerel ekonomik kalkınmayı desteklemeyi amaçlıyor.
COP28 ve Türkiye’nin tutumu
İklim krizi yönetimi denince bahsedilmesi gereken bir başka organizasyon, BM İklim Değişikliği Konferansı’nın sonuncusu olan ve bu yıl BAE’de gerçekleşen COP28.
Temiz Hava Hakkı Platformunun paylaştığı bilgilere göre, bu yılki organizasyonda Türkiye’nin imzaladığı yalnız 3 bildirge mevcut:
- İklim ve Sağlık Bildirgesi
- Sürdürülebilir Tarım, Dirençli Gıda Sistemleri ve İklim Eylemi Bildirgesi
- İklim Eylemi için Yüksek Hedefli Çok Düzeyli Ortaklıklar Koalisyonu (CHAMP)
Bu 3 bildirgeye karşılık, Türkiye’nin içinde yer almadığı çok sayıda girişim bulunuyor:
- Küresel Yenilenebilir Enerji ve Enerji Verimliliği Taahhüdü
- Toplumsal Cinsiyete Duyarlı Adil Geçiş ve İklim Eylemi Ortaklığı
- İklim, Yardım, Toparlanma ve Barış Bildirisi
- Küresel Soğutma Taahhüdü
- Hidrojen Bildirisi
- Küresel İklim Finansmanı Çerçevesine İlişkin Liderler Bildirisi
- Kömür Sonrası Enerji İttifakı (PPCA)
- İklim, Doğa ve Toplum Bildirisi
- Uyum Finansmanı Konusunda Azim Koalisyonu
Bireylere düşen rol: Aktivist bir ruhla harekete geçme zamanı
Değişimin bir kültür haline gelmesi için tepeden başlayarak herkese yayılması ve toplumdaki fertlerin davranışlarına nüfuz etmesi şart. Ancak sorumluluk almak için, ülkelerin, şirketlerin, liderlerin “haydi!” demesini bekleme lüksümüz yok. Zamanımız az.
Bu bilinçten hareketle, gündelik yaşamlarımızda yapabileceğimiz pek çok değişiklik var:
- Sürdürülebilir tarıma destek olun. Alışveriş yaparken yerel meyve sebze tercih ederek, nakliye sırasında doğaya salınan fosil yakıtları azaltın.
- Ulaşımda “yeşil” seçeneklere yönelin. Yakın mesafelerde uçak yerine, tren gibi daha çevreci seçeneklere, araba yerine yürüyüş veya bisiklete yönelin.
- Elektrik, su ve doğalgaz kullanımınızda tasarruf yöntemlerini öğrenin.
- Çevrenizde yeşil alanların artırılması için aktif rol alın. Parklar ve bahçeler, kentlerin aşırı ısınmasının önüne geçer. Belediyeleri bu konuda harekete geçirmekten çekinmeyin.
- Kıyafetlerde zamansız parçaları tercih ederek, tüketebileceğiniz kadar yiyecek alarak, eşyalarınızı onararak, daha az çöp çıkararak tüketiminizi, yani karbon ayak izinizi azaltın.
- Diyalog kurun. Yaşam stilinizde yaptığınız değişimleri çevrenizle paylaşın, küresel değişime katılmaları için ilham verin.
- İşletme sahibiyseniz, maliyet profilleri, tedarik zincirleri ve fiziksel varlıklarınızı “yeşil yeni düzen” doğrultusunda gözden geçirin.
- Finansal yatırımlarınızı gözden geçirin. Fosil yakıt kullanımını finanse eden fonlar yerine, yenilenebilir enerji ve sürdürülebilir tarım gibi uygulamaları destekleyen fonlara yönelin.
Sosyal girişimciliği yaşam biçimi haline getirmiş iletişim bilimci Prof. Dr. Itır Erhart’ın sözleriyle:
“Değişimin kısa vadede olmayacağını bilecek kadar gerçekçi, ancak kaçınılmaz olduğunu kavrayacak kadar da bilinçli olmak zorundayız.”