Hayat kimi zaman rastlantılarla biçimleniyor… Benim belgesel sinemaya başlamam da rastlantıyla oldu, onu sürdürmem de. Çöp tenekesinden çıkan bir mektup, sosyal medyada paylaşılan bir fotoğraf, bir arkadaşımın basılan bir şiiri filmlerime kaynak oluşturdu. Bu yazının ortaya çıkışı da bir rastlantıya dayanıyor. Belgesel film yönetmeni Michael Tobias’ın bir yazısı[i], beni bu yazıyı yazmaya sürükledi. Tobias, Yunan felsefeci, yazar, ozan Nikos Kazancakis hakkındaki belgeseli hazırlarken karşılaştığı bir durumu anlatıyordu. Kazancakis’in II. Dünya Savaşı sırasında zeytinyağı sakladığı bir testiye rastlamıştır.
Okuyucular için kısa bir bilgi vermekte yarar var. Çekim, arşiv, tasarım gibi farklı yöntemlerle elde edilen görüntüler kurgu aşamasında seçme/sıralama/süreleme işlemine tabi tutulur. Eldeki görüntüler arasından nihai filmde kullanılacak olanlar seçilir. Seçilen görüntüler öngörülen dramatik yapıya göre sıralanır. Kullanılmasına ve sırasına karar verilen görüntülerin ne kadarının kullanılacağına karar verilir, yani sürelenir. Tobias yazısında, “kamera”nın yönetmen tarafından kontrol altına alınıncaya kadar çok “zalim” bir aygıt olduğunu söylüyor. Kamera, yönetmeni sürekli görüntüyü çekmeye zorlamaktadır. Kazancakis belgeselinin çekimleri sırasında boydan boya Yunanistan’ı dolaşmış, filme hizmet edeceğini pek çok şeyi çekmiştir. Görüşme yapılan kişilerden biri olan Kazancakis’in eşi, II. Dünya Savaşı sırasında zeytin yağının karneye bağlandığını, insanların günlük bir çorba kaşığı yağ hakkının olduğunu anlatır. Nikos verandadaki eski bir testiye koyarak sakladığı zeytinyağı sayesinde iyi beslenmişlerdir. Tobias bu bilginin kameranın zalimliğini dizginleyeceğini o görüşme sırasında hissettiğini yazıyor. Onca çekimin ardından filmin çıkış noktasını bulmuştur. Hemen testinin de çekimleri yapılır.
Ona göre, Kazancakis’in hayata tutunabilmesi, Zorba romanını tamamlayabilmesi bu testideki yağın verdiği enerji sayesindedir. Tarihe mal olmuş karakteri böylesine “sıradan” bir imge üzerinden anlatmaya kalkışmak çok iddialı bir yaklaşımdır. Ama aynı zamanda görüntü yığınına maruz bırakan kameranın zalimliğini önleyecek ve filmi “yoluna sokacak” bir anahtardır da. Denize bakan yüzü iyice yıpranmış olan bu testiden akan öykü filmi film yapacaktır…
Belgesel film yönetmeni olarak ben de, filmlerimi derleme yöntemiyle elde ettiğim görüntülerden oluşturuyorum. Belgesel sinemada senaryo yazmak imkânsız ve gereksiz olduğu için, kameranın zalimliğine ben de boyun eğiyorum. Bir filmin nasıl bir yapıda olacağına çekimlere başlamadan az çok karar veriyorum. Ama yine de kameranın zalimliğini durduracak bir imge ortaya çıkana kadar sancılı bir süreç yaşıyorum. Rastlanılan her şey film için “önemli” oluyor. Ta ki bir “testi”ye rastlayana, testideki zeytinyağı enerji verene kadar!
Ferit’in Üzümleri
Güneydoğu Anadolu’da yaşayan Süryaniler üzerine iki film yapmıştım. Birincisinde bu halkı ve kültürü genel olarak, ikincisinde ise bu kültürün en önemli taşıyıcısı olan Süryaniceyi ele alıştım. Süryanilerin yurt dışına göçünü ele alan bir diaspora belgeseli yaparak “üçleme”yi tamamlamayı çok istiyordum. Yıllar geçmiş, içime sinen bir çıkış noktası bulamamıştım. Bir rastlantı üçüncü filmi yapmamı sağladı. 1980’lerin sonunda yaşadığı İdil’den göçen Ferit Sağ’ın 2018 Mart’ında, Facebook’ta paylaştığı fotoğrafa rastlayınca, o anda “Buldum!” diyerek parmaklarımı şıklatıp, Ferit’e mesaj atmıştım.
Tahmin ettiğim gibi fotoğraftaki 18 kişi de Süryani’ydi ve bugün 16’sı Avrupa’da yaşıyordu. Fotoğraftaki dondurulmuş “an” belgesel için iyi bir çıkış noktası olabilirdi. Bu bir fotoğraftı, bir enstantaneydi. Filmin adı da bu imgeden doğuyordu: AN – enstANtane[ii]. İngilizcesi bile hazırdı filmin artık: instANt.
18 kişinin peşine düştük, hepsine de ulaştık. 16’sını bu “an”ı ve sonrasındaki “anlar”ı konuşmak için ikna ettik. İlk çekimler Türkiye’de kalan iki kişi ileydi. Göçün bu coğrafyadan nasıl görüldüğünü tanıkların bakışıyla belgelemeye çalıştık. İkinci etap çekimlerine Almanya’dan başladık. Fotoğraftaki kişileri evlerinde, işyerlerinde ziyaret ediyor, işimize yarayacağını düşündüğümüz her şeyi çekiyorduk. Yaşama mekânını, fotoğraf albümlerini, aile bireylerini… Kamera zalimdi; her şey önemliydi. Fotoğrafı paylaşan Ferit Sağ yurt dışındaki çekimlerimizde mihmandarımızdı. Onun çekimlerini epey geciktirdik, kamera karşısındaki dokuzuncu tanığımız oldu Ferit. Onunla yaptığımız çekimin bitmesine yakın bir sırada öyle sözler döküldü ki ağzından:
“İnsanı zaten yaşatan toprağıdır. Her ne kadar da sen Avrupa’da herhangi bir ülkede yaşarsan da, bütün imkanlar sana tanınsa da, sen yine toprağını ararsın. Yani su her zaman yolunu arar. Bizler de öyle bir şeyiz. Ben bir ara İdil’den asma ağaçları getirtmiştim, fidanları. Buraya ekmek için. Hem hatıra olarak hem de işte yeşersin, üzüm versin, yiyelim diyesinden. Onları bahçeye koydum ben. Yeşerdiler ama maalesef İdil’deki üzümü bana vermediler. Çünkü onlar da buraya ait değillerdi.”
Bu sözleri dinleyen bütün ekip donmuştu, Ferit de. “Stop!” diyemedim… 10 saniye kadar bir susma hali yaşandı, Ferit çaresiz gözlerle etrafına bakıyordu. Gözleri dolmuştu, son bir cümle daha döküldü ağzından:
“Öyle bir şey hayat…”
Filmin özü, görüşmenin bu bölümünde ortaya çıkıyordu. Zalim kamera çok gecikmişti ama yine de filmin ruhu artık inşa edilebilirdi.
Hayat Akıyor
Yıl 2023, aylardan Ağustos… AN – enstANtane – instANt‘ın yapımı ve kamuoyuyla paylaşımından yıllar sonra Facebook’ta yeni bir rastlantıyla karşı karşıyayım. Ferit Sağ yeni bir paylaşımda bulunmuş. İdil’den getirdiği o asmalar var ya… Üzümünü vermiş…
İdil’deki tadı verdiler mi, bilmiyorum.
Evet, öyle bir şey hayat…
Rastlantılar hayatımıza yön ve biçim verebiliyor. Nikos’un zeytinyağı testisi ile Ferit’in üzümleri bu coğrafyanın ortak sesi.
İyi ki rastlamışım Tobias’ın yazısına… İyi ki rastlamış Tobias, Kazancakis’in testisine…
Zeytinleri, üzümleri bol ve bereketli olsun.
[i] Tobias, Michael (2007) “Gerçeği Arayış”, Gerçeği Arayış (Ed. Michael Tobias), Çev. Nebil Köken, Kolaj Kitaplığı, İstanbul.
[ii] AN-enstANtane-instANt (2020, 63 dakika; Türkçe, İngilizce, Almanca, Fransızca, İtalyanca, Yunanca); Yönetmen-Senaryo: Hakan AYTEKİN, Yapımcı: Hakan AYTEKİN-Özcan GEÇER, Görüntü Yönetmeni: Turhan YAVUZ, Kameraman: Oğuzhan DEMİRTAŞ, Müzik: Nadir ÖKTÜRK-Can GÖKTÜRK, Kurgu: Koray ECER, Yönetmen Yardımcısı: Tuğba Nur ÇELİK, Koordinasyon: Ferit SAĞ.