Bilge Karasu, D. H. Lawrence’ın Ölen Adam kitabının Türkçe çevirisine yazdığı önsözde, antik dönemdeki bereket tanrılarının mevsimlerin değişiminin bir alegorisi olarak, ölüp sonra yeniden dirildiklerinden bahseder. Karasu’ya göre:
“Ölüp Dirilen Tanrı” mythos’u, mevsimlerin değişmesini, doğanın ölüp dirilişini, ölümün yası ile dirilişin sevincini bir araya getirerek anlatan bir mythos’tu. Tanrıların tükenen gücü, ilkyazla birlikte yenilensin diye insanlar, ağladıkları ölümden sonra sevinç içinde dirilişi kutlar, bayram ederlerdi. Bu bayramlarda oynanan oyunlarla söylenen sözler, okunan dualar, anlatılan efsaneler yerden yere değişirdi ama ağıtlarla şenliklerin tarihi aşağı yukarı bir olur, topraktan fışkıran yeşil ekinler, ölüme ağlanan buğday yahut Bolluk Tanrı’sının diriliş inancası sayılırdı.[1]
Antik dönemin çok tanrılı kültürlerinde ölen ve dirilen birçok tanrıya rastlamak mümkün; Osiris, Tammuz, Attis, Baldr… Bu tanrılar arasında Pan, diğerlerine göre biraz daha farklı bir konuma sahip. Pan’ın ölümü diğer ölüp-dirilen tanrıların aksine “ilan edilmiş” bir ölümdür. Plütark, De Defectu Oraculorum’da gemici Thamus’un hikayesinden bahseder. Gemici Thamus, Palodes kıyılarına geldiğinde, kıyıdan “Yüce Tanrı Pan Öldü” diye bir feryadın yükseldiğini işitir (aynı Nietzsche’nin Şen Bilim’de anlattığı Tanrı’yı arayan sonra onun ölümünü ilan eden adam gibi). Plütark’ın metnine göre, Pan’ın ölümü bir insan tarafından bildirilir. Thamus Palodes’e vardığında dalgasız ve dingin bir denizde seyir eder, bu dinginliğin arasında ansızın “Yüce Tanrı Pan Öldü” sesiyle birlikte, kentte büyük bir kalabalığın derin bir yasla Pan’a ağıt yaktığını işitir. İnsanların yaşadığı bu şok aslında Pan’ın temsil ettiği değerlerin, onunla birlikte kayboluşuna, ölüşüne ilişkin. Müziğin ve dansın tanrısının (ki bu alanlar antik çağ kültürünün en yüksek sanatsal formları) ölümü, sanatın yani yüksek kültürün de çöküşü anlamına geliyordu. Nietzsche’ye göre: Pan’ın ölümüyle gelen bu derin yasın asıl karşılığı Trajedi’nin ölümüdür ve onunla birlikte şiirin de yok olmasıdır.[2]
Trajedi ve şiir, Antik Yunan kültür sermayesinin doruk noktalarıydı, dolayısıyla trajedinin ölümü ve şiirin kaybedilmesi demek; antik dünyanın karşılaştığı bir dekadansa işaret ediyor. Öte yandan bu kültür ürünlerinin toplumsal, dini, politik ve ekonomik yaşamdaki yeri göz önüne alınırsa, bu dekadans toplumdaki tüm değerlerin de peşi sıra çöküşünü bize haber veriyor.
Pan’ın ölümünün bir başka özelliği de Hıristiyan literatürünün, bu ölüm vakasını nasıl gördüğüne ilişkin çünkü Pan’ın ölümü, İsa’nın doğumuyla ilişkilendirilen bir durum. Milton, On the Morning of Christ’s Nativity şiirinde, Pan’ın ölümü ve İsa’nın doğumunun aynı gün olduğundan bahseder. Milton’a göre Pan’ın öldüğü gün “nativity” yani İsa’nın kutsal doğum günüdür. Bu durum, bir açıdan pagan (eski) dünyanın çöküşü ve Hıristiyan (yeni) dünyanın doğuşuna ilişkin bir saptama. Pagan dünyanın eski değerleri Pan ile birlikte ölüyor ve İsa’nın doğumuyla yeni bir dünya (düzen/ hiyerarşi) doğuyor.
Nietzsche’nin en büyük migrenlerinden birinin Hıristiyan dünya sistemi (hiyerarşisi) olduğunu düşünürsek ve Nietzsche’nin Tanrı öldü önermesindeki Tanrı’nın da Hıristiyan tanrısı olduğunu göz önüne almak gerek; Nietzsche’nin Tanrı Öldü ilanını bir bakıma Pan’ın Hıristiyan doktrin tarafından öldürülüşünün rövanşı olarak da okumak mümkün. Şöyle ki baştaki modernizm eleştirisine dönecek olursak, Nietzsche’nin sürü insanı tanımı, endüstri devrimi sonrası çıkan kitleleşme, kitle kültürü ve kitlenin sosyal bir tipi olarak yeniden tanımlanan modern öznenin bir yansımasıdır. Blanchot’ya göre: Tanrı’nın ölümü, dünya sahnesinde insan ile tanrının bir tür yer değişmesidir. Tanrı ölür, insana yer açılır sonra insan ölür üst-insana yer açılır. Blanchot’nun bahsettiği bu yer değiştirme(ler); insanın Tanrı ile yer değiştirerek, doğadaki özne durumunun değişmesine ilişkin. Yine Blanchot’ya dönecek olursak: Tanrı’nın ölümü, hümanizmin tasarladığı insanın çıkarına göre yol alan dünya mitinin de en yukarı sıçramasıdır. Feuerbach’ın dediği gibi “insan tek doğrudur, mutlak varlık, insanın tanrısı ise tamamen insanın varlığına aittir, dindar insanın doğadaki konumunu ise artık bir nesne-oluştan ibarettir”.[3]
Nietzsche’nin felsefe önermesinde, insanın bu yer değiştirme neticesinde; Üstinsan’a ve güç istencine uzana(bilecek) bir başkalaşım olanağı ortaya çıkıyor. Ama Nietzsche, bu önermeyle birlikte insanın değer yapısında da derin bir çukur açıyor (bir tür belirsizlik hali). Octavio Paz bu meseleyi şu şekilde ifade ediyor: Eğer biri Tanrı Öldü diyorsa artık geri dönülemez (yinelenmeyecek olan) bir olgudan bahseder, Tanrı sonsuza dek ölü olacaktır. Tek düze bir zaman ve geri dönülemez bir ilerlemecilik bağlamında, Tanrı’nın Ölümü düşünülemez, böyle bir ölüm beklenmedik ve mantıksız bir kapıyı önümüze açar.[4]
Paz, Tanrı’nın ölümü hükmünü, Romantik bir tema olarak görüyor, öte yandan Tanrının Ölümü geri dönülemez bir çıkmazın da işareti. Tanrının ölümünü Nietzsche haliyle ele alırsak, dinden bilim fakültelerine kadar insana ilişkin her alanı yeniden değerlendirmemiz gerekiyor. Baker’e göre:
Nietzsche’nin kısa ve şok edici formülüyle “Tanrının Ölümü” değerlerin kaynağı ve oluşumu meselesini ciddiye almayı gerektirdi –özellikle bu ikincisi, yani değerlerin nasıl oluştuğu sorusu sosyal bilimlerin doğuşunun zeminidir.[5]
Nietzsche’nin Tanrı’nın Ölümü ilanından önce, politik ve teolojik normlar, Batı biliminin temel referans noktalarını kuruyordu ki malum ilan tüm konvansiyonel paradigmaları tepe taklak etti.
Aydınlanma, insan aklının özgürlüğüne dayalı insan-merkezli bir dünya modeli tasarladı ve modern dediğimiz bu form hala tüm çıkmazlarına karşı bu modeli sürdürüyoruz. Bu yer değiştirme evveli, Tanrı temel esindi ve monarşik politika da hükmünü bu esine göre tahayyül edip, hayata geçiriyordu. İnsanın dünyanın merkezine taşınması, seküler bir dünyayı inşa etti. Tanrının varlığı, seküler dünyada sürdü ama merkez konumdan uzakta, salt dini inanca ilişkin olarak. Ancak 21. Yüzyıl’daki dini eğilimin yeniden seküler kodlara nüfuz edip, politikadan eğitime kadar yeniden baskın gelmesi, Nietzsche’nin Pan’ın ölümüne karşı modern dünyadan aldığı rövanşın limitini doldurduğunun sinyallerini veriyor. Sanki modernizm, bir zamanlar öldürdüğü Pan için şimdi yeniden bir cinayet tertipliyor gibi!
[1] Lawrence, D.H. (2010). Ölen Adam. B. Karasu (Çev.). İstanbul: Can.
[2] Nietzsche, F.W. The Birth of Tragedy out of the Spirit of Music.
[3] Blanchot, M. (1993). The Infinite Conversation. S.Hanson (Çev.). Minneapolis: University of Minnesota.
[4] Paz, O. (1991). Children of the Mire: Modern Poetry from Romanticism to the Avant-Garde. R.Phillips (Çev.). Boston: Harvard College.
[5] Baker, U. Yaratımın Güçleri: Gabriel Tarde’da Ekonomi-Politiğe Karşı Ekonomik Psikoloji. http://www.korotonomedya.net/kor/index.php?id=0,225,0,0,1,0.