Almancada “Volksetymologie” diye bir sözcük var. “Sabah uyandıktan hemen sonra tekrar uykunun gelmesi; ama sorumlulukları ve günlük ödevlerinden kaçamayan modern kent insanının bu tatlı davete icabet edememesi sonucunda yaşadığı iç sıkıntısı ve belli belirsiz acı”yı anlatmıyor tabii ki, dümdüz “halk etimolojisi” demek. 19. yüzyılın koltuğunun altında sayısız karpuz taşıyabilen bilim insanlarından olan Ernst Förstemann, etimolojinin bilimsellikten uzak ve tamamen ses benzerliğine dayalı çıkarımlarla işleyen bir çeşitlemesini adlandırmak için kullanmış ilk olarak bu kavramı. Peki etimoloji ne demek ki bir de bunun “halk”lı şekli var?
Kubbealtı Lugati’ndeki tanımıyla etimoloji, “Bir dildeki kelimelerin köklerini, hangi lehçe veya dile âit olduklarını, ne zaman ortaya çıktıklarını, ses ve anlam bakımından geçirdikleri değişiklikleri inceleyen dil bilimi dalı, kök bilimi, köken bilimi, iştikak ilmi, ilm-i iştikak.” demektir ve belli başlı bazı yöntemlerle işler. Yani bir sözcük ses bakımından aynı dildeki ya da başka bir dildeki sözcük ya da sözcüklere benziyor diye bunlar arasında bir anlam ilgisi olduğu düşünülemez. Sözcüğün tarihsel süreç içerisinde uğradığı biçimsel ya da anlamsal değişimler, bilimsel metotlar kullanılarak tutarlı ve mantıklı bir şekilde açıklanmalıdır etimolojide. Biz yine dönelim halk etimolojisine, çünkü o epey eğlenceli.
Bizde halk etimolojisi dendi mi akla ilk gelen isimlerden biri “Seyahatnâme”siyle ünlü Evliya Çelebi’dir. Elli yıldan uzun bir süre İstanbul’dan Sudan’a, Mısır’dan Kırım’a, İran’dan Avusturya’ya gezip duran Evliya Çelebi, 17. yüzyılın hem en önemli gezginlerinden hem de dönemin az sayıdaki nesir yazarlarından biri olmuştur. Yalnız Evliya Çelebi’nin birkaç kötü huyu vardır ki bunlardan birincisi anlattığı yerleri, kişileri, olayları vs. azıcık abartmasıdır. Orta Anadolu’da ağaçta ağaca zıplayarak bütün bir şehri geçebilen sincaplar mı ararsınız, Erzurum’da damdan dama atlarken donup ancak yazın tekrar çözülerek karşı dama ulaşabilen kediler mi ararsınız, fantastik beceriler sergileyebilen insanlar mı arasınız… Aradığınız aramadığınız ne varsa hepsi Seyahatnâme’de mevcuttur. Yıl 1600’ler, Twitter’da “Hııı kesin yaşanmıştır bu!!!” diye laf sokan da Instagram’da “Aman bu da hava atmak için geziyor sırf.” diyen de yok sonuçta. Toplamda 10 cilt olan Seyahatnâme, yazarın vefatından çok sonra geniş bir okur kitlesine ulaştığı için Evliya Çelebi bu tip dertlerden azade bir şekilde, kafasına göre yazmış, yazarken olayları birazcık abartmakta da pek sorun görmemiş. Şunu da söylemezsek rahmetliye haksızlık ederiz: Aslında o da abartılarına inanılmayacağını biliyordu büyük ihtimalle. Sırf eseri daha zevkle okunsun, okuyanın aklında bir şekilde kalsın diye böyle bir yol tutmuş olmalı.
Evliya Çelebi’nin ikinci kötü huyu da yukarıda bahsi geçen “halk etimolojisi”ne aşırı meyyal olmasıdır. Özellikle yer isimleri konusunda elini, dilini ve dahi kalemini hiç korkak alıştırmamış; güzel gönlü nasıl istemişse ona göre bir köken uydurmuştur. Ankara’ya mı gelmiş, hemen düşünmüş ve Farsçada üzüme “engürü” dendiğini hatırlayarak Ankara adını buraya bağlamış. Mevzu İstanbul’sa zaten sorun değil. İstanbul oldu bitti kalabalık, nüfusun çoğu da müslüman, yani burada ne bol? Evet, bildiniz: “İslam bol”, demek ki onun adı da buradan geliyor. Evliya Çelebi’nin Bursa, Giresun, Üsküdar ve Galata üzerine de şahane halk etimolojileri var. Günümüzde Internet gibi bir teknoloji olsa da etimoloji çalışmalarına ulaşmak eskisine göre çok kolaylaşsa da halk etimolojisi denemeleri maalesef devam ediyor. Kerameti kendinden menkul tarihçiliğiyle nam salmış, fesiyle bilinen müteveffa bir zat da İngilizlerin en ünlü yazarı Shakespeare’i önce müslüman ilan etmiş, sonra da adının aslında “Şeyh Pir” olduğunu söyleyerek nadide bir halk etimolojisi örneği sunmuştu.
Geçtiğimiz pazar anneler günüydü malum, Cumhurbaşkanı Erdoğan da konuyla ilgili konuşurken Anadolu ismini halk etimolojisiyle bir güzel açıklayıverdi: Biz analarımıza çok değer verdiğimiz için yurdumuzun adında “ana” sözcüğü vardı. Askerlere su veren yaşlı bir kadına askerlerin doyduk anlamında “Ana dolu dolu” demesi gibi bir hikâyeye dayandırılan bu etimoloji denemesi de halk etimolojisinin silinmeyen örneklerinden biri. Oysa biliyoruz ki Anadolu sözcüğü aslında Yunanca “doğu” anlamına geliyor, sanırım bunun neden bu bölgenin adı olduğunu izah etmeye de gerek yok. İçişleri Bakanı’nın “bence suç” gibi bir kavram ürettiği yerde Cumhurbaşkanı’nın halk etimolojisine gönül vermesi de büyütülecek bir mevzu değil gerçi, ama etimolojiye meraklı bir dilci olarak bu meseleden bahsetmesem olmazdı.
Yazıyı podcast olarak dinlemek için burayı tıklayınız.