‘Belki kitaplar bizi mağaradan biraz çıkarabilir. Belki hep aynı, lanet olası, çılgınca hataları yapmaktan alıkoyabilir bizi.’
Ray Bradbury
451 Fahrenheit. Kitap kağıdının tutuşup yandığı derece. İlginç değil mi? Kitabın yanıp kül olması için gereken sıcaklığın biliniyor olması çok garip. Ray Bradbury’nin kült eseri Fahrenheit 451’de bu dereceyi isim seçmesi de oldukça ironik. Ama edebiyatın büyüsü bu; onu yakıp kül eden şeyi bile değerli hale getirmeyi başarmak…
Kelimelerin güç bulduğu yerdir edebiyat. Binlerce kalemin oynadığı, kelimelerin satır satır işlendiği eserler edebiyat çatısı altında toplanır. Kimi zaman şiir, kimi zaman roman olarak bir araya gelen kelimeler ‘edebiyat’ eseri olmanın gururunu taşır. Bu gurura nail olan eserler ise yaşamdan söküp getirdikleri sesleri harflere sığdırır.
Edebiyatın özü budur, hayatın yansımasıdır. Sözlü edebiyata; destanlara, koşuklara kadar inen geçmişi edebiyatı ihtiyar bir dost yapsa da tarihe tanıklık edişi onu inanılmaz bir konum taşır. Sadece düşünün; sözlerin kulaktan kulağa dolaştığı dönemden, kağıdın mürekkebi iştahla yuttuğu zamandan tuşlara basarak yazının yazıldığı günümüze kadar edebiyat kaç eser doğurmuştur? Binlerce…
Her biri canlı bir zihinden kopan, yaşam ile kavrulan eserlerin varlığı sizce de etkileyici değil mi? Eğer öyleyse, neden kitap okumuyor?
Habersiz kaldığım bir yasak mı var? Kitaplar tıpkı Fahrenheit 451’de olduğu gibi yakılarak imha mı ediliyor? Hayır mı? O zaman okumak neden bu kadar zor geliyor?
Ben kitap okumayı severim, hem de çok severim. En sevdiğim klasiklerdir; Türk, Rus, Japon, İngiliz, fark etmez. Her satır bir şey söyler bana. Bir zamanlar dünyanın nasıl olduğunu anlatır, beni yeni kültürlerle hayatlarla tanıştırır. İşte bu edebiyatın sunduğu inanılmaz bir armağandır. Ancak pek çok kişi bile isteye kendisini bu armağandan yoksun bırakıyor. Çok şaşırtıcı, çok üzücü.
Herkes her şeyi okumak zorunda değil, kabul ama mutlaka her insanı kendisine çeken bir kitap vardır. Edebiyat tarihi yüzlerce eserle doluyken kişinin kendi damak tadına kelime bulamaması neredeyse imkansız. Ama kimse okumayı denemeden hangi kitabın ona hitap ettiğini keşfedemez. Zaten mesele de burada başlıyor ya, deneyen yok. Sayfaları aralayıp satırları tatmak zor geliyor.
Oysaki okumak inanılmaz lezzetli bir zevk…
Fahrenheit 451 kitabındaki ana karakter bir itfaiyeci. İşi kitapları yakmak. Ateşi çak, kitabı at ve kül olmasını izle. Bu kadar. Fakat bir gün devamlı yakıp durduğu o ateş aklına düşüyor. ‘Neden?’ diye soruyor. ‘Kitap ne ki, onu yakıyoruz?’ Değişimde bu noktada başlıyor. İtfaiyeci yıllardır yakıp durduğu kitapların tadına baktığında onlardan vazgeçemez hale geliyor. Haklı ve belki de doğru olan tek bağımlılık.
Edebiyat; şiir, roman, öykü, deneme, anı, tiyatro ve daha birçok yazı türünü kapsar. Dünyadaki en zarif iletişim yoludur edebiyat…
Kalemi eline alan yazar kelimeleri öyle bir düzenle işler ki ortaya kusursuz bir ayna çıkar. Yazarın yaşadığı dönemi hayal gücüyle harmanlanmış haliyle okuyuveririz. Bazen oyun kaleme alır yazar. Onun zihninde yoğurduğunu sahnede izleme şansı buluruz. Kimi zaman şair olur kalemi tutan. Duygularını, ruhunu saklar kelimelere, paylaşır bizimle…
Edebiyat, topluma sesleniş biçimidir. ‘Bak neler oluyor.’ demenin sanatsal halidir. Geleceğe bırakılan bir mesajdır. ‘Bak neler oldu burada.’ der yıllar sonra kitabı okuyanlara. Edebiyat ve toplum ilişkisi her dönem incelenen, edebiyat akımları bazında ele alınan bir konudur. Sonuç? Edebiyat aktarıcıdır, toplumu uyandırandır. Fakat bu uyanış için okumak şarttır.
Zamansızdır edebiyat, siz ne zaman varsanız o da o an var olur. İnsana ait, insana seslenen bir armağandır. Buna karşın çoğu kişinin uzak kaldığı, sayfaları karıştırmaya çekindiği, lisede bir ders adı olarak kalan bir hatıraya dönüşmüştür.
Sözlü edebiyat ile başlar bu hatıra, insanların yazıdan önce dahi kelimeleri ruhlarının tercümanı olarak kullandığını gösterir. Sonra yazılı dönem gelir, kitabeler ortaya çıkar, kralın bilgece emirleri fitili yakar. Tabi bu fitilin sıcaklığı 451 Fahrenheit’ten azdır. Yoksa kelimeler yanar, biter, kül olurdu.
Türk edebiyatına adım atarız bunları öğrendikten sonra. İslamiyet sonrası eserler, akla ilk gelen; Kutagdu Bilig yani Mutluluk Veren Bilgi. Edebiyatın, kelimelerin mutluluk kaynağı olduğunu fısıldayan ilk satırlar… Ardından Divan Edebiyatı ve Halk Edebiyatı’na adım atarız. Edebiyat fitili burada büyümeye devam eder; Tanzimat Dönemi, Servet-i Fünun, Fecr-i Ati, Milli Edebiyat ve Cumhuriyet.
Birçok dönemden geçen, her döneminde kendine has bir güzellik ortaya koyan Türk edebiyatı her lise öğrencisinin gördüğü bir ders. Ama ne yazık ki yalnızca ders. Kimse dönem isimlerini ezberlemek dışında bir şey yapmaz lisede. Ancak sınavda sorulursa diye bir iki tane dönem kitabı okunur, edebiyat defteri lise kapısından çıkıldığı an kapatılır.
Ne yazık! En zengin edebiyatlardan birine, Türk edebiyatına sahipken satırları okumaktan çekiniyor olmak…Bu sahiden üzücü.
‘Halk okumayı kendi başına bıraktı.’
Ray Bradbury’nin Fahrenheit 451 kitabında ilmek ilmek işlediği cümlelerden birisi. Ne kadar doğru ne kadar yanlış… Halk okumuyor, okumayı sevmiyor. Bu gerçek. Reddetmek istesek de durum bu. Okumak bir salgınmış gibi davrananlar, kitabın her an cayır cayır yanacağına inananlar… Okumamak için bahane çok, peki ya bu sorunun temeli ne olacak?
Önce aile, sonra eğitimin omuzlarına bu konuda bir sorumluluk yükleniyor. Okuma yazma öğretildikten sonra onu sevmeyi de öğretmek lazım. Öğretilmeli ki edebiyatın barındırdığını anlayabilesin, tüketebilesin.
Yüzyıllardan beri edebiyatta birçok akım geldi geçti; klasisizm, romantizm, realizm, natüralizm, post modernizm ve daha nicesi! Her biri bir amaç taşıdı, hepsi bir şeyleri okurlara, halka aktarmak istedi. Bradbury Fahrenheit distopyasında karanlık bir geleceği kaleme aldı. Kitabı ve ateşi baştan şekillendirdi ve ‘Okumasak bu olacak, kitaptan korkar hale geleceğiz.’ diye haykırdı. Fakat bu haykırışı sadece kitabı okuyanlar duydu.
Oysa okunsa, kelimeler çay misali yutulsa ne hoş olurdu! Tabi bu bir hayal, Fahrenheit 451’in gerçek olması daha olası. Edebiyatın büyüsüne gözü kapalı olanları uyandırmak zor. Kimi için vakit kaybı, kimisinin ilgisini çekmiyor. Kısacası insanlar böyle bir bilgi zenginliği içinde kendilerini yoksulluğa mahkum ediyor.
Parmaklıksız mahkumiyetten sıyrılanlar elbette ki var, iyi ki varlar. Edebiyatın tadını çıkaranlar ne şanslılar…
‘Kitapları da düşündüm. Ve o kitapların her birinin ardında bir insan olduğunu ilk kez fark ettim.’ diyor Ray Bradbury kitapları yakıp kül ettiği eserinde. Edebiyat, istediğiniz kişiyle tanışmanıza imkan veren büyülü bir araçtır. Eğer buraya kadar okuduysanız çoktan büyünün tesiri altındasınızdır. Umarım edebiyat ile ebediyeti yaşarsınız…
Kaynakça:
Bradbury, Ray, Fahrenheit 451, İthaki Yayınları, 2018
Moran, Berna, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İletişim, 32. Baskı, Ekim 2022