Roland Primeau,” Romance Of The Road: The Literature Of The American Highway” kitabında “Amerikan otomobili her zaman için sadece ulaşım aracı olmaktan öte bir anlam taşımıştır: statü, başarı, hayaller, macera, gizem ve sekstir” yazmakta. Yirminci yüzyılın başlarında otomobilin yaygınlaşmasıyla birlikte kurgu yazarları otomobili bir kültür ve kültürel değişim motoru olarak ele aldılar. Otomobili bir ikon olarak güçlü, kalıcı ve son derece paradoksal fikirlerin maddi bir temsili olarak görüyorlardı. Geçen yüzyılda, Jack Kerouac, Hunter S. Thompson gibi ilerici sanatçılar otomobilin kültürel ve anlatı motoru olarak işlevini bilinçli ve kapsamlı bir şekilde yansıttılar. Yirminci yüzyılın başlarındaki yazarlardan EM Forster ve F. Scott Fitzgerald ise motorlu araçların dikkate değer ikiliğine dair keskin bir algı sergilediler. Onların kurgularında otomobil, neredeyse oksimoronik bir öneme sahip semantik ve yapısal bir mekanizma olarak temsil edilir: Bir yanda bir fallik ve fetih aracı, diğer yanda bir ölüm ve yıkım makinesi. Dahası, yirminci yüzyıla kükreyerek girerken otomobil her zaman ‘başka yerlerle’ ilişkilendirilir. Hızla giden otomobil çeşitli özgürlükleri kolaylaştırdı: fiziksel efordan kaçınma, sıkıcı programlardan ve zaman çizelgesinin teleolojisinden kaçış; aşina olunan topraklar üzerinde aşkınlık ve sınıf, ırk ve cinsiyet tarafından dayatılan sınırlamaların üstesinden gelme. Forster ve Fitzgerald’ın kurguları, otomobilin kolaylaştırdığı ihlali ve hesap vermemeyi ön plana çıkarır — otomobilin cüretkar reklamlarında dolaylı olarak ima edilen avantajlar. Dahası, Wolfgang Sachs’ın Otomobil Aşkı adlı eserinde genel olarak gözlemlediği gibi , otomobil turistlere gelişmiş seyahat fırsatları; amatör akademisyenlere ‘yolda’ bir eğitim; sosyete mensuplarına yepyeni bir dizi bağlantı; röntgencilere yasak olana dair bakışlar; sevgililere ise libidonun harekete geçirilmesi ve uzak ilişkiler olasılığı sunar.
18 yüzyıl edebiyatında sanayileşmeyle birlikte gelişen tren yolları ve tren edebiyatta da kendini gelişmenin, sanayileşmenin bir metaforu olarak göstermekteydi. Ancak 1908 yılında Henry Ford’un T-Model’iyle birlikte yaygınlaşan otomobiller, ülkeleri baştan sona saran yollar özgürleşmeyi getirdi. Tren saatlerine, ana tren yollarına, yolculuğu başkalarıyla birlikte paylaşmamayı getiren bir özgürlük. Kaçınılmaz olarak edebiyatta da trenlerin yerini 20.yüzyılı temsil eden otomobil alacaktı. John Steinbeck’in 1939 tarihli romanı “The Grapes Of Wrath”da otomobil ilerlemenin, gelişmenin, değişen yaşam biçimlerinin hem iyi hem de kötü anlamda bir metaforu olacaktır. Ekonomik buhran döneminde kamyona dönüştürülmüş bir otomobilin ailenin evi haline gelmesi, kuraklık, tarım işletmelerinin yanlış yönetimi sonucu harap olmuş Oklahama’dan umutların kenti Kaliforniya’ya olan yolculuk, mobilite ile birlikte kırsalın düşüşü kentleşmenin yükselişi temsil edilir. Steinback daha sonraları “Travels with Charley in Search of America” kitabında köpeği Charley ve bir karavanla Amerika gezisini anlatmaktadır.
Otomobillerin edebiyatta ilk sahneye çıkışlarından biri Kenneth Grahame’in “The Wind In The Willows” adlı eserinde oldu. At arabasına benzemeyen, gürültülü, değişik bir makine olarak satırlar arasında yerini aldı. O günden günümüze yalnızca seyahat hikayelerinde değil, hikaye ve karakter ne olursa olsun ona uygun bir otomobil edebi üretimlerde önemli bir boy göstermekte. İster roman ister hikaye olsun karakterlerin yaşam tarzı, dünya görüşü kullandığı otomobille pekiştirilmekte. Ian Flamming’in “James Bond” serisinde “sofistike, havalı, pahalı zevkleri olan seçkin bir bekar” olan Bond’un Aston Martin kullanması bir tesadüf değil. Tıpkı Norman Colin Dexter’ın “Inspector Morse” karakterinin kullandığı 1960 Jaguar ve Sir Ian Rankin”in müfettiş karakteri “Inspector Rebus”un kullandığı eski bir Saab gibi. Avustralya’lı akademisyen, tarihçi, gazeteci ve yazar olan ve suç temalı “Cliff Hardy” serisi kurgu romanların yaratıcısı Peter Robert Corris; “Benim için, çağdaş edebi kurguda arabaları dışarıda bırakmak, westernlerde atları dışarıda bırakmak gibidir.” diyor.
Otomobil özgürlüğün, bağımsızlığın, yolda olmanın ifadesi olsa da oldukça fallik bir sembol ve erkek gücünü temsil ediyor. Otomobil erkekler için aynı zamanda ilk kez direksiyona geçmekle ergenlikten erkekliğe geçişi de sembolize etmektedir. Beat edebiyatının en önemli eserlerinden biri olan Jack Kerouac’ın 1957 tarihli “On The Road” kitabında’Beat Kuşağı’ndaki bazı önemli figürleri ve onların 1947-50 tarihleri arasındaki Amerika ve Meksika’daki fiziksel ve duygusal seyahatlerini takip ediyor. Otostop, caz müziği, partiler, aşk maceraları ve keşifler ve tabii ki “Route 66”… 1947 Cadillac, 1949 Hudson Commodore ve 1937 Ford Sedan eyaletler arasındaki yolculuklarda öne çıkan araçlar. Romanın 2012 film uyarlamasında kullanılan Hudson Commodore, San Francisco’daki Beat Müzesi’nde sergileniyor. Üzerinde Amerika’nın tozu olan kirli bir araç ve harika Amerikan yolculuğunun anılarını korumak için yıkanmasına izin verilmiyor. Otomobiller ön planda olsa da romanın odak noktası yolda olma üzerinedir.
Arthur Hailey’in 1971 tarihli romanı “Wheels”in konusu tüm dünyadaki sürücülerin hayatlarını değiştirmek için tasarlanmış, son teknoloji arabalar üretmeyi planlayan bir şirketin hırslı yöneticisi etrafından geçerken öte yandan ırk, şirket politikaları ve iş etiği çerçevesinde otomobil endüstrisinin acımasız dünyasına ışık tutuyor. Bir otomobil fabrikasının iç işleyişiyle sınırlı kalmayarak sektörde çalışan işçilerin bireysel hayatlarını da irdeliyor. Elli yıl kadar önce elektrikli araçlara yapılan göndermeler de oldukça dikkat çekici.
Edebiyatta otomobil karakterlerin özelliklerini pekiştirmenin yanı sıra akış örgüsünde olayların nasıl gelişeceği ile ilgili de bir anlatı lokomotifi işlevi görmektedir. Örneğin, F. Scott Fitzgerald’ın 1921 tarihli “The Great Gatsby” romanında Myrtle Wilson’ın ölümüne sebep olan krem/sarı renkli Rolls-Royce, Gatsby’nin de ölümüne yol açan bir dizi olayın başlangıcı olur. O yıllar için lüks ve zenginliğin temel metaforu otomobildi. İngiliz Edebiyatı üzerine uzman Paul Ryder “The Great Gatsby gibi metinlerden otomobili çıkarırsanız, tekerlekler kelimenin tam anlamıyla metinden düşer – otomobil olmadan The Great Gatsby’niz olmaz .” demektedir. Keza; EM Forster’ın “A Passage To India” adlı eserindeki araba kazası daha sonra yanlış gidecek bir dizi olayın habercisi rolünü üstlenir.
JG Ballard’ın 1973 tarihli “Crash” romanı ise otomobil fetişistleri üzerinden otomobil kazaları ile teknolojiye dayalı pornografik bir kitap olarak karşımıza çıkıyor. Teknolojiye yapılan göndermelerle birlikte 70’lerde değişen toplumsal değerlerin bir karması olarak. Kurgudaki çürüyen otomobiller her zaman yaklaşan bir kıyameti çağrıştırmak ve açgözlülükle harmanlanmış kapitalizmin çevresel yıkımlarını yansıtmaktadır. Romanda, kahramanlar “symphorophilia” olarak bilinen bir “paraphilia” tutkunlarıdır ve trafik kazalarına sebep olmaktan veya katılmaktan heyecan duyarlar.
Stephen King’in “Christin e.” Romanında Arnie Cunningham yaşlı sahibi Roland D. LeBay tarafından Christine olarak adlandırılan 1958 model bir Plymouth Fury’yi satın alıp onarırken zamanla Christine kendi başına hareket etmeye başlayarak Libertyville sakinleri için tehlike arz etmeye başlayacaktır. Marketlere giren, yolda yayaları ezen katil otomobil işlediği cinayetlerden sonra ezik ve çürüklerini de kendi kendine tamir etmeye başlar. 1950’lerden gelen bir otomobil olarak 1980’lerin kültürüne sızarak ona karşı çıkmaktadır. Roman modern ve postmodern arasındaki çekişmeleri kırmızı bir Plymouth üzerinden irdelerken diğer yandan aile, çocuk ilişkilerine, ergenlikten yetişkin olmaya geçiş sürecine ayna tutmaktadır. (Stephan King’de bir dönem aynı marka, model ve renkte bir otomobile sahipti) Yazarın “From a Buick 8” (2002) ve “Mr. Mercedes” (2014) kitaplarında da hikayenin tam ortasında otomobiller yer almaktadır.
Hunter S. Thompson’un 1971 tarihli gerçek üstü bir yol hikayesi anlatan romanı “Fear and Loathing In Las Vegas” Gonzo gazeteciliği, uyuşturucu, Nevada çölü ve Las Vegas’ı “Buyük Kırmızı Köpek Balığı” isimli üzeri açık bir Chevrolet Impala üzerinde anlatır.
Gabriel Garcia Marquez 1952’de annesiyle birlikte çocukluğunun geçtiği evi satmak için memleketi Aracataca’ya (Kolombiya) yaptığı bir gezi sırasında muhteşem eseri Yüz Yıllık Yalnızlık’ı yazmaya karar vermiştir. James Joyce, eserlerinden birinin konusu olarak otomobili kullanan ilklerden biriydi. “Dubliners” adlı eserinde yer alan “After the Race” (1904) adlı öyküsünde otomobil sürücüleri ve tamirciler de dahil olmak üzere bir grup arkadaşın bir yarışın ardından geçirdiği bir öğleden sonra ve akşamın öyküsünü anlatır. “The Magnificent Ambersons” Amerikalı yazar Booth Tarkington’un 1919’da Pulitzer Ödülü’nü kazandığı bir roman olup, Indianapolis’teki bazı zengin ailelerin ilişkileri aracılığıyla otomobil endüstrisinin dünyasını ortaya sermektedir. Başarılı otomobil üreticisi Eugene Morgan 20. yüzyılın başındaki ilerlemeyi temsil ederken, Binbaşı Amberson ve azalan serveti kaybolan at arabası çağını temsil eder. Yeni sermayeye karşı eski sermaye. Nabokov’un tartışmalı romanı “Lolita”nın hikayesinin önemli bir bölümünü orta yaşlı profesör ve Lolita’nın Amerika Birleşik Devletleri yollarında seyahat ettiği bir otomobilde geçmektedir. JD Salinger’ın “Çavdar Tarlasında Çocuklar” adlı romanında, başkahraman Holden Caulfield New York City sokaklarında gezinirken sık sık Checker taksilerine biner. Bu taksi yolculukları, roman boyunca tekrar eden bir motif olarak hizmet eder ve Holden’ın umutsuzca bağlantı arayışını ve ergenliğin karmaşıklıklarıyla mücadelesini temsil eder. Checker taksisi, insan ilişkilerinin geçici doğasının ve Holden’ın şehirdeki yolculuğunu karakterize eden sürekli hareketin bir sembolüdür. Bu ikonik araç, yalnızca Holden’ın iç gözlemine bir fon sağlamakla kalmaz, aynı zamanda romanın yalnızlık, yerinden olma ve çocukluktan yetişkinliğe geçiş temalarını da somutlaştırır.
Paul Auster’ın “The Music of Chance” kitabında kahraman Jim Nashe, romanın ilk bölümünü karısı onu terk ettikten sonra ABD’yi otomobille uçtan uca dolaşarak geçirir. Ian Fleming tarafından yazılan bir çocuk romanı olan “Chitty-Chitty-Bang-Bang: Büyülü Araba”ise 1964’te yayınlandı. Hikaye, bir aileye maceralarında eşlik eden ve suçla savaşan, uçan bir arabayı hikayeleştiriyordu. Fleming, bir arkadaşının oğluna yatmadan önce anlattığı hikayelerini yazmasını önermesinin ardından kitap doğdu. Harold Robbins’in 1971 tarihli “The Betsys” adlı romanı, kendi döneminde çok satan bir kitap olarak otomobil endüstrisinin dünyasını ele alıyordu. Hırs, yakıcı tutku ve çaresiz bir güç mücadelesi temalarını içeriyordu. JK Rowling’in “Harry Potter ve Sırlar Odası”nda, Weasley ailesine ait büyülü Ford Anglia, Harry ve Ron’un Ginny Weasley’i cesurca kurtarmasını kolaylaştıran önemli bir olay örgüsü aracı olarak hizmet eder. Bu büyülü araba yalnızca Weasley ailesinin becerikliliğini ve yaratıcılığını sergilemekle kalmaz, aynı zamanda Harry ile en yakın arkadaşları arasındaki bağı da sembolize eder. Ford Anglia’nın Hogwarts’a unutulmaz uçuşu ve sonunda Yasak Orman’da kaybolması gibi heyecan verici maceraları, onu çocuk edebiyatının en sevilen arabalarından biri haline getirmiştir.
Kültürel kodlar, sosyal yaşam biçimi gibi bir çok gerekçelerle Türk edebiyatında otomobil çokça konu olmasa da Metin Kaçan’ın “Fındık Sekiz” ve çok yakın bir tarihte yayımlanan Sanem Gonzalez’in “Şevrole Belayir”ini saymamak haksızlık olur.