Türkiye’de engelli yurttaşların yeteneklerini ortaya çıkarabildiği ender alanlardan biri Paralimpik sporlar olarak kabul edilebilir. Hatırlayanlar mutlaka olacaktır. Tekerlekli Sandalye Basketbol Milli Takımımız 2017’de İspanya’da düzenlenen Avrupa Şampiyonası finalinde Büyük Britanya’yı yenerek şampiyon olmuştu. Paralimpik sporcularımız yakın geçmişte Ampute Futbolda da büyük başarılara imza attı fakat “engelsiz” Milli takımların “onurlu hezimetleri” kadar basında değer görmedi. Mesela Trabzonlu Abdullah Öztürk 2016 Çin’de düzenlenen Paralimpik Oyunlarda Masa Tenisinde ilk altın madalyayı ülkemize kazandırdı. Üstelik Çinli rakibini finalde 3-2 yenerek! Abdullah’ın elde ettiği başarıyı “engelsiz” bir sporcu kazansaydı kuşkusuz hepiniz tanıyor olurdunuz. Öyle ya, masa tenisinin anavatanında elde edilmiş olağanüstü bir başarıdan bahsediyoruz.
Aslında Paralimpik alanda son yıllarda kat edilen mesafe saymakla bitecek gibi değil. Engellilerin Avrupa’da spor yapmaya 2. dünya savaşından hemen sonra, 1950’li yıllarda başladığını, ülkemizde ise ancak 2000 yılında Paralimpik çalışmaların başladığını düşünürseniz, kat edilen mesafenin önemini kavramanız kolaylaşabilir. Şu, dillere pelesenk olan “Avrupa ile aramızda 50 yıl var” söyleminin gerçekten anlam kazandığı bir durumdan söz ediyoruz yani.
Peki nasıl oluyor da engelli sporcularımız böylesine muazzam bir başarı grafiği çizerek yıllar içerisinde aradaki farkı kapatmakla kalmıyor, birçok branşta öne geçiyor? Bu konuyu bilim insanlarının araştırmalarına bırakalım, eminim önemli bulgulara ulaşacaklardır. Düşünsenize, engelli yurttaşlar için tuvalete bile gitmenin zorluklar barındırdığı bir ülkede çalışarak Paralimpik madalyası kazanmak hiç de kolay değil! Kişisel görüşümü söyleyeyim mi? Sporcularımızın tüm olumsuzluklara rağmen böylesine başarılı olmasının tek nedeni var: çaresizlik! Evet yanlış duymadınız. Çaresizlik! Bireysel yetenekleri, antrenörlerinin katkıları elbette çok önemli ancak asıl mesele, spor yapmaktan başka, hatta insan gibi yaşamak için yaptığın sporda başarılı olmaktan başka çaren yok. Bunu net ve emin şekilde söyleyebiliyorum çünkü kendimden ve şu an hala sporcu veya antrenör olarak bu alanda çalışan birçok engelli arkadaşımdan biliyorum. Bugün hayatın içinde, sıradan bir insan olmayı görece başarabildiysem, bunun en önemli nedeni spora sıkı sıkıya tutunmamdır. Umuyorum önümüzdeki günlerde Reportare’de engelli yurttaşlara ayrılan bu alanda birçok Paralimpik şampiyonu sporcuyu sizlere tanıtma fırsatı bulacağım. O zaman ne demek istediğimi daha iyi anlayabileceğinizi düşünüyorum.
Pırlanta gibi engelli gençler Paralimpik alanda büyük başarılar kazanırken bir de “kazanamayanlar” var. Sorsak kendilerine “Biz doğuştan kaybetmişiz” derler. Peki kim bu kaybedenler kulübünün premium üyeleri? Halihazırda, ülkemizde spor yapabilecek en az 400 bin engelli genç var. Ne yazık ki “kesin bir rakam” veremiyorum çünkü halen memlekette kaç engelli yurttaş var, kamu kurumları dahi bu veriye sahip değil. Buna karşılık Gençlik ve Spor Bakanlığına bağlı olarak faaliyetlerini sürdüren Bedensel Engelliler Spor Federasyonunun 18 Paralimpik branşında faaliyet gösteren lisanslı engelli sporcu sayısı 4000. Bu sporcuların %90’ı erkek. Yine bu sporcuların %90’ı popüler branşlar olan Ampute Futbolu ve Tekerlekli Sandalye Basketbolunda faaliyet gösteriyor. Yani Türkiye’de her 100 engelli gencin sadece biri spor yapma imkanı bulabiliyor. Devletin bu alanda teşviki son derece sınırlı. Halbuki özel eğitim adı altında “oluk oluk” akan ve bir avuç patronu zengin eden kamu kaynaklarının belki de binde biriyle bugün ülkemizde faaliyet gösteren Paralimpik spor kulüpleri sporcu sayısını tahminlerin çok ötesine taşır.
Engelli gençlerin spora dahil olması fiziksel, ruhsal bir çok açıdan değerli olmasının yanı sıra 2000’lerin ortalarında Beşiktaş ve Galatasaray kulüplerinin tekerlekli sandalye basketbol branşı açması ile birlikte bu alanı engelli gençler için tam anlamıyla bir istihdam alanına dönüştürdü. Bugün T.Sandalye Basketbolu A Milli Takım kaptanı sevgili Özgür Gürbulak bir çok meslek grubundan daha iyi kazanıyor. Artık spor, engelli gençler için bir rehabilitasyon konusu değil daha çok büyük hedefler koydukları ve bu hedefler için tüm güçleriyle çalıştıkları bir yol. Fakat bu önemli fırsattan çok az sayıda engellinin faydalanabilmesi Türkiye açısından çok büyük bir kayıp.. İmkan verilse büyük sportif başarılar kazanma potansiyeli olan engelli gençler, yapabileceklerinden habersiz, öylece, umutsuzca yaşamaya devam ediyor. Bu konuda önemli sorumlulukları bulunan Türkiye Paralimpik Komitesi ve Bedensel Engelliler Spor Federasyonu maalesef geçen 20 yıl içerisinde kendisinden beklenen performansı gösteremedi. Bana göre bunun önemli sebeplerinden biri de bu kurumlarda engelli insanların “Başkanlık statüsünde” görev hiçbir zaman görev “alamamaları”. Engelli yurttaşlarının örgün eğitim hakkı konusunda üzerine düşeni yapmayan devlet, engellilerin temsil edildiği kurumda yönetici olabilmek için lise diploması şartı koyuyor. İlk bakışta “ne var ki bunda?” denebilir. Şu var: Türkiye’de milyonlarca engelli yurttaş büyük zorluklarla tamamlayabildikleri ilköğretimden sonra eğitimden kopmak zorunda kalıyorlar ne yazık ki. Hal böyle olunca resmi engelli kurum ve kuruluşlarında başkanlık statüsü genellikle engeli bulunmayan iş insanlarına “uygun görülüyor”. Kimsenin dikkat ve ilgi merkezinde olmadığı bu ayrıntı, toplumda engellilerin kendilerine yetemedikleri, kendi kurumlarını bile yönetebilme kapasitelerinin bulunmadığı algısını güçlendiriyor. Devlet bir yandan engellilerin örgün eğitim haklarını kullanabilmelerinin önünü açmalı, bir yandan da engelli kurumlarının yönetimini engellilere teslim etmeli.