Evimizin içindeki tehlike…

0
326

Kendimizi en iyi hissettiğimiz, her noktasıyla, ruhuyla bize ait olan evimizde güvende değiliz. Her şey sadece bir kelime ile “hayır” ile allak bullak olabiliyor. Yaşamımız elimizden alınıyor.

Google’da arama yaptığınızda bir saniyeden az bir sürede; İngilizce “he will kill me” 1,26 milyar, “he beats me up all the time” 1,92 milyar, “beni dövüyor” 3,24 milyon, Türkçe “sevgilim beni öldürecek” 673 bin, “babam bana tecavüz ediyor” 16 milyon ve “sevgilim bana tecavüz ediyor” 7,4 milyon sonuç veriyor.

Kadınlar yardım istiyor. Yardım için ağlıyor. Ne yapacaklarını bilemiyor.

Küresel ölçekte erkekler, sevdiğini iddia ettikleri kadınları giderek daha fazla öldürüyor. Sevdiğini! Bu kelimenin altını çizmek gerek. Sevginin kelime tanımı ile bile bağdaşmayan bir eylemle karşı karşıyayız. Dünya Sağlık Örgütü Mart 2021 raporunda da belirtildiği üzere yakın partner şiddeti, dünya genelinde kadınlara karşı açık ara en yaygın şiddet biçimidir. 641 milyon kişinin etkilenmesinden bahsediyoruz. Yaşamları boyunca, her 3 kadından 1’i, yani yaklaşık 736 milyon kadın, yakın partneri tarafından fiziksel veya cinsel şiddete veya yabancı birinden cinsel şiddete maruz kalıyor. Bu durum son 10 yılda değişmeden kalmış durumda.

Şiddet sokaktaki öcüden, gulyabaniden gelmiyor. En yakınımızdan, çoğu zaman severek, güvenerek, hayaller kurarak ilişki kurduğumuz, sevgili olduğumuz ya da evlendiğimiz adamlardan geliyor. Dayak, tecavüz, ensest, namus cinayetleri, kadın sünneti, çocuk evliliği şiddetin sadece bilinen birkaç türü. Ya da gözünün üstünde kaşın var kadar uyduruk, bahaneler sonucunda yaşamımızı yitiriyoruz.

Ataerkil sosyal normların sonucu olarak, kadınlar nerede yaşarlarsa yaşasınlar, eğitimleri, statüleri, kültürel kimlikleri ne olursa olsun şiddet hatta işkence görme riski ile karşı kaşıya kalıyor. Her üç kadından biri yaşamları boyunca fiziksel, sözsel ya da cinsel şiddete maruz kalıyor. Üç kadından biri yani neredeyse tüm kadınlar bu durumla karşı karşıya. Ben, siz, hepimiz bu istismarcı kişiliklerin kendini bilmezlikleri ile hayatımızı yaşayamıyoruz. Bu kabusu rakamlarla ifade etmek de istemiyorum. Rakamların bir önemi yok. 1 ya da 100 ne fark eder ki, esasen bir kadının yani bir insanın hayatından, insan haklarından bahsediyoruz.

Bazen sadece bir kelime ile bazen cinsellikle bazen gözümüz, yüzümüz, kollarımız morluklar içerisinde kalarak bazen de ölerek işkenceye maruz kalıyoruz. İstismar, manipülasyon, taciz, dayak, işkence türü her ne olursa olsun karşı karşıya kaldığımız durumun sonucu olarak ruhumuzda, geleceğe umudumuzda içimizde derin yaralar açılıyor. Fiziksel durumumuz iyileşse de içimizde açılan kara delik asla yok olmuyor.

Kadınların büyük bir bölümü şiddete maruz kalınca, haksız yere kendisini suçluyor.

Yapılan tüm araştırmalarda kurbanların, kendilerine haksızlık ederek, haksız bir “utanç” duygusu yaşadıkları ortaya çıkıyor. Genellikle bu utanç duygusu, kurbanın kendini suçlamasına, yanlışlıkla suçun sorumluluğunu almasına ve başkalarından saklamasına, saklanmak istemesine neden oluyor. Ayrıca şiddet özellikle cinsel şiddet konusunda bir “sessizlik kültürü” de var. Ama yanlış yapan biz değiliz. Bunu unutmayalım. Bize, yaşadıklarını anlatmaya çalışan kadınları dinleyelim. O kadar zor ki o durumu tekrar yaşayarak, kendi sesini duyarak cümle kurabilmek. İçerde yaşanılan çatışmayı düşünebiliyor musunuz? Kanun yapıcıların artık devekuşu pozisyonunda çıkmalarını, genellikle suçluların suçsuz kalmasına artık izin vermemelerini, ciddi yaptırımlar uygulamalarını bekliyoruz. Yazının başında paylaştığım arama motoru sonuçlarını hatırlarsanız. Belki, arama motorlarının intihar aramalarında yardım hatlarına yönlendirdikleri gibi yardım hatlarına yönlendirmeleri çözümün, desteğin bir parçası olabilir.

Öte yandan, erkeklik hakkında daha esnek, cinsiyet eşitliğine sahip fikirleri olan erkeklerin kadınlara saygıyla davranma olasılığı daha yüksek olacağı aşikar. Sağlıklı, daha esnek erkeklik modellerini teşvik etmek, aile içi ve cinsel şiddeti sona erdirmenin önemli bir yolu olacaktır.

Pandemi de zaten varolan bu durumu daha da tetikledi. Meksika’dan Güney Afrika’ya, Birleşik Krallık’a kadar küresel bir artış var. Çin’in pandeminin merkez üssü olan Hubei eyaletinde aile içi şiddet %300 artış gösterdi. İngiltere’de her üç günde bir kadın, Kanada’da her altı günde bir kadın, Türkiye’de ise neredeyse her gün bir kadın bir erkek tarafından öldürülüyor.

Neden ayrılamıyoruz, gidemiyoruz? Bizi tutan ne? Hayatta kalanları suçlamayı bırakmalı, kendi yollarını bulabilmeleri için onları desteklemeye başlamalıyız. Psikolojik, duygusal, finansal veya fiziksel tehditler olsun, bir kadının istismarcı bir ilişkiden ayrılmasının önünde duran birçok engeli anlayarak, kadınları kendileri için en iyi kararı vermeleri için desteklemeye ve güçlendirmeye başlayabiliriz.

Bir kadının ayrılmasını engelleyen sebeplerden birkaçını sıralayalım. Kadınların gerçek bir tehlike ve korku içerisinde olmaları, erkeğin kadının ailesi ve arkadaşları ile bağlantısını zayıflatarak izole etmesi, utanç, mahcubiyet veya inkar, her gün değersiz olduğunuzu hissettiğiniz için özgüvenin yok olması, maddi bağımlılık, toplum ya da aileleri tarafından evliliğin “iyi ya da kötü” olduğuna dair güçlü bir inancın yerleştirilmesi, kadınların ilişkide oldukları erkeğin kendilerini sevdiği yanılsaması hatta değişeceklerini inanmaları, çocuklar… bu liste böyle uzar gider.

Şiddeti normalleştiren, cinsel saldırının normal görüldüğü bir kültürü besleyen yalanları, sözleri, eylemleri ortadan kaldırmak için erkek ve kadın bütün bir toplum olmak gerekir. Ama yanlış yapan biz değiliz. “Hayır” diyebilme hakkımızın olduğunu unutmayalım.

Görsel : Akhere Unuabona, unsplash.com