Sabaha nasıl uyanacağımızı bilmiyoruz. Bu topraklar o kadar verimli ki, her köşesinden, her yerinden, her gün yeni bir haber geliyor. Saymakla bitmez. Üstelik sayarsanız, mutlaka gözünüzden kaçanlar olacaktır ki, haksızlık etmiş olursunuz. O yüzden sadece yazının konusuna odaklanmak en doğrusu olacaktır. Bu topraklar aynı zamanda hicvini de kendi doğallığında yaratıyor. Yaşananlar ne kadar acı, yaralayıcı, iç burkucu olsa da gülünçlüğünü de içinde barındıran bir karşıtlığın birlikteliğini de çok iyi örnekliyor bu ülke. Fatih Erkoç’un sesi, hemen kulaklarda çınlamaya başlıyor, “oynatmaya az kaldı, doktorum nerede?”!
Geçtiğimiz hafta “Mekteb-i Mülkiye”, 1930’lardan beri kutladığı “İnek Bayramı”yla gündeme girdi. Aslında olayın, gündeme girmesi yeni değil. İlk kez 2016’da yaşanıyor. Aslında 2016, Türkiye için önemli bir kırılmanın yaşandığı bir tarih aynı zamanda. 15 Temmuz sonrasında, “Allah’ın lütfu” çokça, soruşturmanın, kovuşturmanın, yargılanmanın, infazın, ihracın, hükmün yaşandığı bir süreci de başlattı. Elbette öncesi var, ancak 2015 sonrasında, kesintisiz bir “olağanüstü” rejimin tüm özellikleriyle hüküm sürdüğünü söylemek gerekiyor. O yüzden her sabah gözlerimizi açtığımızda neyle karşılaşacağımızı merakla bekler olduk. Mekteb-i Mülkiye’de, geleneksel İnek Bayramı’nda okunan ‘İnek Duası’, 2016’da mahkemelik oldu. 2016 yılındaki bayramda İnek Duası’nı okuyan ve şu anda Mülkiyeliler Birliği Yönetim Kurulu’nun yedek üyesi olan Mehmet Can Tan hakkında, ‘halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağıladığı’ gerekçesiyle dava açıldı. Ankara 17. Asliye Ceza Mahkemesi Mehmet Can Tan’ın beraatına karar verdi; karar istinafa taşındı. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesi, temyiz talebini reddederek ilk derece mahkemesinin verdiği kararı onadı. Hemen ardından, Ankara Üniversitesi Rektörlüğü, 2017’de kutlamaları yasaklama yoluna gitti. Peşinden pandemi, “İnek Bayramı” kutlamalarının yapılmasına engel oldu. Pandemi sonrası geçen hafta yapılan ilk kutlamada, “İnek Duası”, temsili imam tarafından okunurken, Dekan kutlama yerini terk etti. Ardından Rektörlük, Üniversite ve Fakülte ilkelerine aykırı bulması nedeniyle adli ve idari soruşturma başlattığını açıkladı. Oysa 2016’daki dava sonrasında henüz yeni verilmiş, onanmış bir beraat kararı var ortada, Ocak 2022’de. Mehmet Can Tan’ın medya marifetiyle linçinin 6 yıl sonrasında, tekrar bir linç gerçekleştirilmeye çalışılıyor. Tahammülsüzlüğün, boyutu konusunda yorum yapmaya gerek var mı?
Ankara’lılar alınmasın…
Mülkiye, 1936’da İstanbul-Yıldız’dan, Ankara-Cebeci’de yapılan yeni binasına taşınıyor. Yatılılık, boş zamanları geçirmek için, İstanbul’a oranla mekân azlığı, tek eğlence aracının radyo olması gibi nedenler, öğrencileri müzik grupları kurarak, eğlenceler düzenlemelerine yol açıyor. Eğlencelerin, Ankara öncesi de var elbette. Ancak, Ankara’da 1937 yılında bu eğlenceler, kurumsallaşıyor ve hatta hocaların hocası Bahri Savcı’ya atfen, eğlenceler, kampüs sınırlarını aşıp, sadece öğrencilerin değil, Cebeci’nin eğlencesi haline geldiği anlatılıyor.
Şenliğin, eğlencenin “İnek Bayramı” adını alması da “dünyanın en verimli, faydalı, sakin ve bazı toplumların kutsal hayvanı olduğundan, çalışkan öğrencilerin de en çok benzetildiği hayvanın inek olması nedeniyle seçildiği” ifade ediliyor. Prof. Dr. Cemal Mıhçıoğlu’nun aktarımlarına göre “1937- 38’lerde karikatürlerle bir inek simgesi yaratıldı. 1940’lı yıllara gelindiğinde şenlikler, giderek genişlemiş ve tören haline dönüşmüştür…”. 86 yıllık bir gelenekten söz ediliyor özetle… Fakültenin her bölümünün kendi fermanını okuduğu, canlı inekle Ankara sokaklarında ilginç kıyafetlerle yapılan yürüyüşleriyle herkesin ilgisini toplayan ve daha sonraları da mezuniyet eğlencesine dönüşen bir etkinliğin adıdır, “İnek Bayramı”![1]
1970’li yılların başından itibaren, ülkenin genel durumu ve koşulları gereği, 1982 yılına kadar bu etkinliklere ara veriliyor. 1982 yılından sonra tekrar kutlanmaya başlayan “İnek Bayramı”, 2016’ya kadar bir şekilde kutlanıyor. 2016’da üniversite yönetimi tarafından bir soruşturmaya uğruyor ve ardından dava süreci başlıyor. 2017’ye gelindiğinde, imam yasağı nedeniyle temsili imamın yerini temsili bir filozof, “inek duası”nın yerini ise “inekname” alıyor.[2] Geçtiğimiz hafta, geleneğin aslına uygun olarak, imamın, tekrar “inek duası”nı yapmaya kalkışması, Rektörlüğün soruşturma açmasıyla, tekrar hafızalarda canlanıyor, 2016’daki dava. Üstelik bu 2016’daki davanın nihai beraat kararı var. “Malum” çevrelerce, beraat kararının kutlamalara cesaret verdiği, “sözde” törenlerin tekrar, “Müslümanlara hakaret” için kullanıldığı vaveylasının kopmasına yol açtı. İnek üzerinden yorumlar mı dersiniz, olmadık hakaretler mi dersiniz…
Kazgan…
“İnek Bayramı”na açılan soruşturma, biraz şenliğe ilişkin ayrıntıların sorgulanmasına yol açtı. İnek Bayramı’nın en önemli simgelerinden biri de mizah dergisi olarak çıkan Kazgan’dır. Kazgan’ın bilinen ilk sayısı 1938 yılında yayınlanmış. Derginin ilk editörü de daha sonra bakan, milletvekili olan Ömer Cahit Kayra’dır.[3] 80 yılı aşkın bir süredir yayınlanan bir yayın. Hatta o dönem Hocaları’nın da hangi hicivlerle karşılaşacaklarını merak ettiklerini eski Dekan Prof. Dr. Aziz Köklü, Kazgan’ın 1967 sayısındaki sunuş yazısında dile getiriyor. Köklü, Kazgan’ı öğrencilerin iğneleme ve taşlamalarının yayınlandığı bir eser olarak yorumluyor. Kazgan, bir anlamda “İnek Bayramı”nın yayın organıdır.
Gelelim “kazgan”ın anlamına. Kaşgarlı Mahmut‘un Divanü Lügati’t-Türk eserinde “sel sularının yardığı yer” olarak tanımlanmış.[4] Kazgan’ın eski Türkçe’deki bir anlamı da kazandır. Kısa bir dönem “Kazan” adıyla çıkan dergi, sonra tekrar “Kazgan” adıyla yayınlanmaya devam etmiştir. Hicvin, mizahın bolca yer aldığı derginin her iki isminin de tarihsel kaynağı, Yeniçeriler ve isyanları olarak ifade ediliyor. Mülkiyeliler Birliği’nin sayfasında derginin adının neden “Kazgan” olduğu; “Yeniçerilerin memnuniyetsizliklerini dillendirip otoriteyle uzlaşamadıkları hallerde, isyan başlattıklarını göstermek için Yeniçeri ocaklarındaki kazanları devirmeleri ve kazan kaldırmaları, dergimizin ismine ilham kaynağı olmuştur.”[5] diyerek açıklanıyor.
Kazgan, zor koşulara karşın yayın hayatını sürdürmeye çalışmış, zaman zaman yayınları kesintiye uğramış. Tüm bunlara karşın “bir ayağı çukurda” diye yorumlarken, her devrin istenmeyen ve sevilmeyeni olduğu da vurgulanıyor. Mülkiye, ineğin yanına bir de Kazgan’’la saksağanı ekliyor, simgelerine. İneği kendisi için maskot kabul eden okul, dergisi için de istenmemezliğine gönderme yapmak için saksağanı maskot seçmiştir. Karga beyinli denmesine karşın, aklın simgesi kargaların bir türü olarak alaca karga, saksağan için yakıştırılan sıfat da cingözlüktür. Cingöz saksağanlar, ineklerin üzerindeki sinek, kene gibi zararlılardan kurtarır. İşte bu yüzden inek ve saksağan işbirliğinin yadırganacak bir yanı da olmadığı da mülkiyeliler tarafından dile getirilir. Sürünün selameti için saksağanların varlığı bir şanstır.
İneklere ve saksağanlara sel olup açtıkları yarık için, yol için ne kadar teşekkür etsek azdır. İnek Bayramınız kutlu olsun!
[1] “Mekteb-i Mülkiye’den Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne 1859-2009 150 Yılın Tanıklığı” kitabından yapılan aktarımlar.
[2] https://www.evrensel.net/haber/461399/mulkiyede-inek-bayrami-imam-6-yil-sonra-sahnedeydi
[3] http://www.politics.ankara.edu.tr/kazgan/
[4] A.g.e.
[5] A.g.e.