Günümüz tiyatro sahnesinin en kışkırtıcı, ilginç, cesur yönetmenlerinden olan Milo Rau 2018 yılından geçtiğimiz sezona kadar Belçika’da NTGent’in sanat yönetmeni olarak çok sayıda önemli projelerin, çalışmaların altına imza attı. 2023 Temmuz ayında ise Avrupa’nın önemli festivallerinden biri olan Wiener Festwochen’e beş yıl için sanat yönetmeni olarak atandı.
Milo Rau’nun sanat yönetmenliğindeki festival 17 Mayıs- 23 Haziran tarihleri arasında gerçekleşti ve geçtiğimiz hafta sona erdi.
Wiener Festwochen Avrupa’nın en önemli disiplinler arası festivallerinden biri. Bugüne kadar tiyatro, dans, müzik, performans, güzel sanatlar ve yeni sanat formlarını bir araya getirerek çok sayıda prömiyere festivalin sahnelerini açıyor. Ortak yapımlar, yeni yapımlar festivalin uluslararası kültür alanında ününü giderek arttırmasında da yol açıyor. Yöneticiler tarafından da “Avusturya’nın Kültür Elçisi” olarak görülüyor festival. Olması gereken de o tabii ki. Darısı başımıza.
17 Mayıs-23 Haziran tarihlerinde düzenlenen Wiener Festwochen Milo Rau’nun ilk festivaliydi ve büyük bir başarı ile sona erdi. Festivalle ilgili ortaya çıkan rakamlar da bu başarının en büyük kanıtı. Bu yılın programında çok sayıda topluluk ve sanatçı yer aldı. Macar film ve tiyatro yönetmeni Kornél Mundruczó’dan, sahnelediği çarpıcı ve çizgi dışı oyunlarla her yaptığı işi merakla beklenen, seyirciyi ikiye bölen Angélica Liddell’a, Pussy Riot’dan ünlü yazar Elfriede Jelinek’e kadar çok sayıda sanatçı ve topluluk festivalin konuğu oldu. Tüm dünyadan 47 tiyatro oyunu, opera ve müzik yapımı , 100’ün üzerinde aktivist ve sanat olayı, modernizmin başkenti olarak kabul edilen Viyana’nın çeşitli mekanlarında yer aldı.
Milo Rau 1 Mart’ta düzenlediği basın toplantısında festivalin temasını “Özgür Viyana Cumhuriyeti” olarak ilan etmişti. Gerçekten de Pussy Riot gibi Rusya’nın protest, feminist punk rock topluluğu ile Mozart ancak böyle bir slogan altında bir araya gelebilirdi. Ancak böyle bir festival seyircisi ile birlikte kendi anayasasını yazabilir, ya da çok sayıda Nobel Ödülü sahibi ile kendisini “Özgür Cumhuriyet” olarak tanımlayabilirdi. Rau aslında Paris Komünü geleneğine gönderme yaparak Viyana’nın küresel ve biçimsel sınırların ötesine geçerek İkinci Modernizm’in uluslararası başkenti olacağını vurguladı: tartışmalar, etkinlikler, sosyal hareketlerin aydınlar ve sanatçılarla buluştuğu bir mekân. Mitlerin ve İkinci Modernizm’in yeni bir okuma ile seyirciyle bir araya gelmesi. Milo Rau’nun bu çerçevede sorduğu sorular ise çok önemli tabii ki: “Birlikte nasıl yaşamak istiyoruz? ”Gelecekteki politika, kültür, tiyatro ve kent nasıl olacak?” Viyanalılar ve sanatçılar, tüm dünyadan aktivistler ve felsefeciler ile birlikte oluşturulan Viyana Deklarasyonu da festivalin sonunda açıklandı (bir sonraki yazımda yer vereceğim). Bu nedenle de Wiener Festwochen seyircisi ile birlikte kendi anayasasını yazan ilk kültür kurumu olarak tarihteki yerini de almış oldu.
1 Mart’ta düzenlenen basın toplantısında Milo Rau’nun yanında Academy Second Modernism’in üyesi besteci Bushra El-Turk, koreograf Florentina Holzinger, tiyatro yönetmeni Caroline Guiela Nguyen, müzik küratörü Fuzzman’ın yanısıra Festival müdürü Artemis Vakianis, Kültür ve Bilim İşleri Kent Konseyi temsilcisi Veronica Kaup-Hasler de bulundu.
Festival sonrası paylaşılan rakamlar…
Her festival sonrası bir değerlendirme yapmak festival sürecinin gidişi, seyirci ile buluşup buluşamadığı, başarısı açısından önem taşır. Geçtiğimiz günlerde paylaşılan bu rakamlara göre Milo Rau yönetimindeki festival gerçek bir başarıya da imza atmıştı.
Festival, %96 doluluğa ulaştı. Bu da sanatsal projeler, tartışma programları, atölyeler Kunsthalle’deki sergi de dahil olmak üzere 100.000 ziyaretçi/seyirci demek.
“A Speech to Europe” tartışma programına katılanlar, “Vienna Trials”’ta jüri olanlar gibi açılış gösterisini online ya da televizyondan izleyenlerin sayısı ile bu rakam online ve fiziksel katılımla birlikte 430.000’i buldu. Festivalin sosyal medya takipçisi de 1,5 milyona ulaştı. Tüm bu rakamlar bir önceki festivalin rakamlarını, %20 oranında geçmiş durumda. Bu da festivalin yapısal değişiminin ve demokratikleşmesinin önemli bir sonucu olarak görülüyor. Uluslararası basında 25 ülkedeki medya platformlarında yer alan 2800 yazı ve haber ise (New York Times, Stage Raw, The Stage, AFP, De Standaard, Delo Daily, NZZ, SRF, FAZ, Süddeutsche Zeitung, Die Zeit, Die Welt, taz, Nachtkritik ve Deutschlandfunk) yabancı basının festivale verdiği önemi gözler önüne seriyor.
Peki kimdir Milo Rau?
2010’lu yıllarda Milo Rau belgesel tiyatro çalışmaları ile Avrupa sahnelerinde adından söz ettirmeye başlamıştı.
Milo Rau 1977 Bern, İsviçre doğumlu. Paris, Berlin ve Zürih’teki çeşitli üniversitelerde Sosyoloji, Latin dilleri, edebiyat ve Almanca eğitimi almış. 2002 yılından bu yana 50’nin üzerinde oyun ve film yönetmiş, kitap yazmış. Pierre Bourdieu ve Tzvetan Todorov ile çalışmış. Yönettiği oyunlar Berlin Theatertreffen, Avignon Festivali, Venedik Tiyatro Bienali, Wiener Festwochen ve Kunstenfestivaldesarts başta olmak üzere çok önemli festivallerde sahnelenmiş ve 30 ülkeye turne yapmış. Aynı zamanda Milo Rau, Avrupa Tiyatro Ödülü’nün de sahibi. 2018’den bu yana Belçika’nın Gent kentindeki NTGent’in sanat yönetmenliğini yürüttü. Bu arada Milo Rau 2007 yılında IIPM – Uluslararası Politik Cinayetler Enstitüsü’nü kurdu. Kendisi bu topluluğun hem kurucusu hem de yönetmeni. Almanya ve İsviçre’de çalışmalarını sürdüren topluluk özellikle Milo Rau’nun tiyatro, film ve “eylemlerini” uluslararası arenada temsil etmekten sorumlu.
Milo Rau ile benim ilk tanışmam ise 2013 yılında Avignon Fetivali’nde izlediğim Hate Radio (Nefret Radyosu) oyunuyla oldu. Oyun, 1993 yılında, Ruanda’nın başkenti Kigali’de, “Radio-Télévision Libre des Mille Collines” radyosundaki gazetecilerin olağan bir günüyle başlıyordu. Radyo programlarında yabancısı olmadığımız günlük konuşmalar, yorumlar ve arada yayınlanan müzikler… Ancak bu program yayınlanırken Ruanda’da Tutsi ve Hutus kabileleri arasında yüz binlerce insanı etkileyen soykırım başlamıştı. Camla kaplı mekânın içinde gazeteciler olayla ilgili yorumlarını yaparken biz seyirciler de konuşmaları, müzik yayınlarını kulaklıklarımızdan, tıpkı bir radyo yayınını dinler gibi dinliyorduk. Kelimeler öldürür mü? Kelimeler silahtan çok daha güçlü bir ölüm makinesi olabilir mi? Sarsılmıştım. Bir soykırımın, binlerce insanın vahşice katledilmesine yol açan o radyo programıyla nasıl ateşlendiğine tanık olmuştum ve bu bir taraftan da gerçek bir olaydı. İşte eleştirmenlerin onun için “en etkili”, “en çok ödül alan”, “en ilginç”, “en tartışmalı”, “en çok skandal yaratan” ve “en tutkulu” yönetmen olarak adlandırmalarının nedeni. Artık Milo Rau benim için fırsatım olduğunda kaçırmadığım, festivallerin programında ismini gördüğümde mutlaka izlediğim yönetmenlerden biri olmuştu. Direktörü olduğum İstanbul Tiyatro Festivali’nin programlarından birinde mutlaka seyirci ile buluşturmak için yanıp tutuşmuştum. Tabii ki kolay bir süreç olmadı. Festivalin her programında bildik, tanıdık yönetmenlerin, toplulukların oyunlarını izlemeye alışmış bir tiyatro seyircisine Milo Rau ve üstüne üstlük soykırımdan bahseden bir oyunla nasıl ulaşacaktık? Sonuçta o riski almaya karar verdim ve 2016 yılında gerçekleştirdiğimiz fetivale IIPM ve Milo Rau’yu Hate Radio ile davet ettim. Seyircimizin geri dönüşü inanılmazdı. Sonraki yıllarda çok sayıda tiyatro öğrencisinin Milo Rau üzerine çalışma yaptığı, tez hazırladığı bilgileri gelince mutluluğum daha da arttı. Milo Rau 2023 yılı Eylül ayında ikince kez İstanbul seyircisi ile buluştu. Bu kez “Histoire(s) du Théatre” serisinin ilk oyunu La Reprise ile DasDas İO Uluslararası Tiyatro Festivali’nin açılışını yaptı. Yine sarsıcı, yine çok etkileyiciydi oyun.
Sanat Yönetmenliği’nin ilk yılında Milo Rau Wiener Festwochen’de bu kez “Medea’nın Çocukları”nı sahneledi. Bir yetişkin ve beş çocuk oyuncudan dinledik, izledik Medea’nın hikayesini. Bu sahnelemede de yine Belçika’da yaşanan gerçek bir olay ile Medea’nın öyküsü içiçe geçmişti. Özellikle çocukların öldürüldüğü ve tüm karakterlerin çocuk oyuncular tarafından canlandırıldığı sahnelerde bazı seyirciler dayanamadı ve oyundan çıktı. Salonda müthiş bir gerginlik hakimdi. Sanki birisi kalkacak ve “Yeter artık!” diye bağıracaktı. Bir ara aynı sıkışmayı yaşadım ben de. Sonrasındaki konuşmalarda öğrendiğim ilk kez böyle bir seyirci topluluğu ile karşılaşmış olmaları idi. Oyun sonrası yapılan söyleşide bu sorular gündeme geldi. Çocukların kanlı sahnelerde oynamalarının psikolojisi üzerine, çocuk oyuncuların bu oyun süresince hissettikleri, nasıl hazırlandıkları üzerine çokça soru soruldu. Milo Rau bir kez daha bizi yerimize mıhlamıştı. Aynı duyguyu yıllar önce izlediğim Sodom’un 120 günü oyununda da yaşamıştım. Bir oyun olduğunu bilseniz de oyunun sonunda alkışlamaya cesaret edemediğiniz bir oyundu.
31 Mayıs-2 Haziran tarihleri arasında profesyonel katılımcılar için yoğun bir program hazırlanmıştı Wiener Festwochen’de. Beş oyun izleme fırsatımız oldu. Tabii ki bu tarihlerin öncesinde sonrasında kaçırdığımız oyunlara da üzüldük. Saigon oyunu ile adını duyduğum genç yönetmenlerden Caroline Guiela Nguyen’in LACRIMA’sıydı. Nguyen bu kez kraliyet tarafından sipariş edilen gelinliği hazırlayan butiğin bu süreçte yaşadıklarını anlatıyordu. Çalışanların ailevi sorunları, baskı, iyi ve mükemmele ulaşmak için çalışanların birbirlerine karşı tutumları, zaman zaman da Fransız dantelinin geleneksel üretiminde rol oynayan bir kuşak emekçinin bu süreci anlattığı gerçek öyküler… Şiddete, baskıya bir başka bakıştı. Venedik Bienali’nde Altın Aslan ile ödüllendirilen Brezilyalı yönetmen Christiane Jatahy de son yıllarda çokça duyduğum isimlerdendi. Çok da merak ediyordum ama ne yazık ki izleme fırsatım olmamıştı. Jatahy’nin kadın Hamlet’i sahnedeydi bu kez. Seyirciyi oyunun ilk anlarında büyüleyen ölen kralın ve düğün sahnesinin günümüz teknolojisinde giderek çok fazla yere sahip olan hologram ile canlandırmasıydı. Sonraki sahneler ne yazık ki bir çeşit kaos ve hayal kırıklığıydı benim için. Aslında en beklediğim ve heyecanlandığım oyunu sona bıraktım. Uzun yıllardır çalışmalarını takip ettiğim, İstanbul’a getirmeyi çok istediğim Macar film ve tiyatro yönetmeni Kornél Mundruczo’nun yönettiği PARALLAX. Yönetmenin her iki alanda da çok yetkin olması sahnede öykülerini anlattığı aynı aileden üç farklı kuşağın çelişkilerini, maruz kaldıkları şiddeti, Auschwitz’den kurtulan anneannenin yaşadıkları, annenin Yahudi olduğunu kanıtlamaya çalışması, torunun cinsel kimliği ile ilgili yaşadığı git geller, bunalımlar… İnanılmaz etkileyiciydi ama ne yazık ki İstanbul sahnelerinde çok rahat izleyebileceğimiz, programlayabileceğimiz bir oyun değildi.
Yaz festivalleri devam ediyor… Bu sayfalarda diğer festivallerde buluşmak üzere…