2015 yılında mülteci engelli çocuklarla çalışmaya başladığımda ilk tepkiyi spor kulübümüzde çocuğu faaliyetlere katılan diğer ailelerden almıştım. “Bizim çocukların her şeyi tamam, sıra Suriyelilere mi geldi? benzeri birçok söz işittim. 1 yıl gibi kısa bir zamanda “bizim” ailelerdeki önyargıları aşarak tüm faaliyetleri birlikte yapmayı başarmıştık. En çok çemkirenler, mülteci aileleri en çok savunanlara dönüştü. Tabii bu dönüşüm için defalarca Gençlik Merkezimizde toplantılar düzenledik ve mültecilere duyduğumuz nefretin bizi bir yere götürmeyeceğini, her şey bir yana engelli olmanın üst bir kimlik olduğunu, sorunlarımızın da ortak olduğunu sporcularımıza, ailelerine ve merkezden faydalanan diğer gençlere uzun uzun anlattık. Bu konuda biraz inatçı, biraz sabırlı olmak gerekiyor. Derdiniz hakikati anlatmaksa karşınızdaki kişinin koşullarına ve mültecilere bakışına göre şekillenmeli ki konuşmanız etkili olabilsin.
90’lı yılların ortasında köyleri askerler tarafından boşaltılan ve göçe zorlanan Kürt yurttaşlar için necip milletimiz “bu Kürtler geldi her şey bozuldu” derdi. Şimdilerde aynı haksızlığa uğrayanlar da dahil hep bir ağızdan “bu Suriyeliler geldi her şey bozuldu” diyor. Ahırda kaybolan inekten, eriyen Merkez Bankası rezervlerine kadar tamamının sorumlusu “bu Suriyeliler!”
İktidarın Avrupa Birliğine karşı sopa olarak gösterdiği, muhalefetin yalan yanlış bilgileri üreterek üzerinden siyaset yaptığı “bu Suriyeliler” meğer ne “kullanışlı” imiş! Kim sıkışsa topu onlara atıyor. İktidara iki çift laf etmekten korkan muhalifler için örneğin, adeta can simidi!
Saymakla bitiremeyiz “bu Suriyelilerin” faydalarını! Mesela gencecik Suriyeli kadınları 2. eş yapma konusunda pek maharetliyiz! Çocukları tüm organize sanayi bölgelerinin gözbebeği! Üç kuruş daha fazla kar etmek için merdiven altı atölyelerde hayalleri yok olan çocuklar!
Türkiye’de kaç mülteci çocuk var biliyor musunuz? Yaklaşık 2 milyon! Bazıları var ki burada doğan, Arapça dahi bilmiyor. Türkçe ana dili olmuş. Çoğunluğu, olması gereken yerde, yani okulda değil. Burada sorulması gereken en doğru soru bu çocukları nasıl bir geleceğin beklediğidir. Mültecilerin dönmesini bekleyenler daha çok bekleyeceğe benziyor. Birleşmiş Milletler raporuna göre bugüne kadar yaşanan yoğun göçlerde; mülteciler göç ettikleri yerde her şey yoluna girse dahi en fazla %17 oranında geri dönüş yapmış. Buradan hareketle şu an ülkemizde yaşayan yaklaşık 2 milyon mülteci çocuğun “bizim çocuklar” olduğu gerçeği önümüzde duruyor. Şu an çizgi film izlemeyen, çikolata yemeyen, harabe bir evde tüm çocuk haklarından habersiz ve sayıları milyonları bulan çocuklardan bahsediyoruz. Üstelik bu çocukların %74’ü savaşta bir yakınını kaybetmiş. %30’u fiziki veya silahlı şiddet mağduru. Post travmatik stres bozukluğu yaşayan çocukların oranı %35! Prof. Selçuk Şirin bu oranın Vietnam’dan dönen Amerikan askerlerinden bile fazla olduğunu söylüyor. (Veriler Bahçeşehir Üniversitesi’nden. 2016)
Her anlamda savunulmaya ihtiyaç duyan bu çocukları bizler koruyup, kollamazsak, haklarına erişmelerinin takipçisi olmazsak ne olur? Mevcut koşullarda suç örgütleri, terör örgütleri bu çocukları kullanmak için fırsat arıyorlar. Şimdilerde ilk gelen çocuklar Adana’nın dar, yoksul sokaklarında “torbacılık” bile yapmaya başladı. Mafya eliyle cinayet işletildi. Ama asıl sorunların birkaç yıl içinde, bu çocuklar birer yetişkine dönüştüklerinde ortaya çıkacağını söylemek mümkün. Doğal olarak aidiyet duygusu zayıf, hayatı boyunca değer görmemiş, nefrete maruz kalmış mülteci çocukları ikna etmek örgütler için çok daha kolay. Şu an trafik ışıklarında veya mendil satarken görmezden geldiğimiz çocuklar, haklarına erişemeyen tüm çocuklar gibi büyük risk altında. Bunun Suriyeli ya da Fransız olmakla da ilgilisi yok. Haklarına erişemeyen çocuklar her zaman risk altındalar ve suç organizasyonları bu çocukları her zaman radarında tutuyor.
Şimdi karar bizim… Bu çocuklara karşı sorumluluklarımızın farkına varmamız, bu çocukların en temel haklarına erişimlerinin savunucusu olmamız aslında kendi çocuklarımızın haklarını ve geleceğini savunmamız anlamına geliyor. Evet gayet “faydacı” yanınıza sesleniyorum bilinçli olarak. Çünkü ne yazık ki toplumun büyük çoğunluğu konuyu kendisiyle, kendi çocuklarının geleceğiyle ilişkilendirmediği için kayıtsız gözlerle izlemeyi tercih ediyor.
Bakın, oğlum Deniz 12 yaşında. Şu an Adana’da haklarına erişemeyen ve bunun yanında birçok zorlukla baş etmek zorun olan 12 yaşındaki Suriyeli bir çocukla 10 yıl sonra aynı dolmuşa binecek. Aynı marketi kullanacak. Aynı kentin insanı olacak. Hiçbir şey beni harekete geçiremiyorsa bile oğlum Deniz’in geleceği için harekete geçmek zorunda olduğumu biliyorum.
Hani sıklıkla kullanıyoruz ya da kulağımıza çalınıyor ya şu slogan: “Kurtulmak yok tek başına! Ya hep beraber ya hiç birimiz!”… İşte bu slogandaki “kurtuluşa” 2 milyon mülteci çocuğu da eklemek zorundayız artık. Çünkü o 2 milyon çocuk, biz onları kurtuluşumuzun parçası haline getiremediğimiz takdirde, sorunumuzun parçası haline gelecekler… Bu çocukları bugün “derdimiz” haline getirmezsek, gelecekte derdimiz haline gelecekler… Bu çocukları kazanamazsak, kendi çocuklarımızın geleceğini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalacağız…
Mültecilerin yoğun biçimde yaşadığı kentlerde çocuk ve gençlik merkezleri açmak ve bu merkezlerden mülteci ya da değil tüm çocukların hep birlikte spor yapabildiği, birbirlerini tanıyabilme, kaynaşabilme fırsatını buldukları bir zemin oluşturmak zorundayız.
Mülteci çocuklarının da sevgiye, ilgiye, korunmaya ihtiyacı var… En az bizim çocuklarımız kadar ve en çok da kendi çocuklarımızın geleceği için…
(Yazıda kullanılan görseller, yasal-serbest paylaşıma açık görsel platformu Unsplash’tan alınmıştır)