Bu dünyada istediğiniz gibi yaşamanın, hayallerin peşinden koşmanın istediğiniz çok ciddi bedelleri vardı. Bu klişeyi hemen hemen herkes bilir; hayat karşısında ona göre mevzi alır. Özellikle sanatla uğraşıyorsanız ya sürünmeyi göze alacaksınız ya da genelin isteği doğrultusunda sanatınızın şekillenmesine izin vereceksiniz. Hele ki Türkiye gibi bir yerde sanatla uğraşmaya çalışıyorsanız işiniz daha da zordur üstelik heavy metal gibi bu topraklara ‘yabancı’ bir müzik dalıyla uğraşıyorsanız. Bu durumda yapılacak iki yol vardır: ya pes edip hayallerin gerisinde kalmak ya da inat edip müziğinize sahip çıkmak.
Türkiye’de 30 yılı aşkın bir süredir kendi inandığı yoldan gram sapmayan ve inatla müziğini yapmaya çalışan Pentagram kesinlikle ikinci gruba giriyor. Her şeyin günü birlik yaşandığı, sanatta kalıcılığın pek kolay olmadığı bir coğrafyada bu kadar uzun süredir her türlü zorluğa karşı müziklerini yapmaya çalışan bir grup onlar. Bu yazıda da onların 30 yıllık serüvenlerinde biraz dolaşmaya çalışacağız.
80’lerin sonu ilk müzikal faaliyetler
Pentagram’ın ilk temelli Hakan Utangaç ve Cenk Ünnü tarafından 80’li yıllarda atılır. Liseden de arkadaş olan Hakan Utangaç ve Cenk Ünnü’yü buluşturan heavy metal olur. Iron Maiden, AC/DC, Slayer, Metallica bir araya gelinince dinlenilen grupların başında gelir. Gerçi 80’li yılların Türkiye’sinde ne internet vardır ne özel kanallı televizyonlar. Dünyada müzik adına ne oluyorsa, bu taraflara gecikmeli gelmektedir. Yurtdışına gidip gelenlerin yanlarında getirdikleri müzik dergilerinden heavy metal haberleri takip edilir, VHS kasetlere çekilmiş Metallica, Slayer, Iron Maiden kliplerinin her bir karesi ezberlenene denk izlenir. Kadıköy Akmar Pasajı ise ana buluşma yeridir. Üstelik 12 Eylül darbesi gerçekleşmiş; türlü türlü yasaklar memleketin her bir alanında uygulanmaktadır. Yani ortam bu müzikler için pek uygun değildir. Üstüne saç uzatıp, küpe takmışsınızdır, kılık kıyafet de normların dışındaysa işiniz fazladan zorludur.
Dolayısıyla, onların o dönem yapmaya çalıştıkları müzik bir anlamda bu ‘yasaklı’ memleket hallerine yüksek sesli bir itiraz aynı zamanda. Bir takım sevimsiz, asık suratlı insanın buyruklarıyla hayatı şekillendirilmesine isyan!
İşte, ilk müzikal çalışmalar da bu dönemde gerçekleşir; dinledikleri gruplar gibi olmanın hayalleri kurarlar. Cenk Ünnü davulun başına geçer, Hakan Utangaç gitar ve vokaldedir, bas gitarda ise Kaan Bozoğlu vardır. Grubun ismini “Thunder” koyarlar. İlk provalarda müzikal kalite geri plandadır, ne kadar hızlı çalınırsa o kadar kulağa hoş gelir yaptıkları müzik. Lakin Kaan Bozoğlu bir süre sonra gruptan ayrılır; imdada o sıralarda Bursa’da müzik yapan Tarkan Gözübüyük yetişir. Gözübüyük’ün gruba dahil olmasıyla beraber grubun ana çatısı belli olur. Grubun adı da değişir, Pentagram olur. Logoyu ise Hakan Utangaç çizer.
İlk besteler, kayıtlar bu dönemde yapılmaya başlanır. Grubun henüz bir albümü yoktur ama varlıkları ufak ufak duyulmaya başlanır. İlk konser de Bağcılar’da bir düğün salonunda gerçekleşir. Türkiye’de o dönemlerde arabesk furyası her tarafı sarmıştır, farklı müzik dinlemek isteyen gençler için böyle etkinlikler çok önemlidir o yüzden. Üstelik Türkiye ilk defa canlı olarak Trash Metal’le tanışıyordur. Pentagram sahneye çıkar çıkmaz büyük bir heyecan fırtınası kopar, masalar sandalyeler kırılır. Konser bitiminde grup hem ilginden memnundur hem de kırılan sandalye masa yüzünden salona borçlanmak durumunda kalırlar. Bu sırada gruba gitarist olarak Ümit Yılbar dahil olur.
Grubun asıl ‘olaylı’ konseri Moda Sineması’nda gerçekleşecektir. Bu konser, yıllar içerisinde kulaktan kulağa yayılacak bir efsaneye dönüşecektir. Konser başlar başlamaz, yine koltuklar kırılır, camlar inler, masalar devrilir… Grup yine bir taraftan ilgiden memnundur ama mekanın tüm hasarı onların ceplerinden çıkacaktır. Tarkan Gözübüyük konseri şöyle anlatıyor: “Konserdeki heyecanı tarif etmek mümkün değil. Moda Sineması’ndaki o konseri herkes zaman zaman konuşuyor. Orada bulunan insanlar sor, herkes söyler, çok acayipti. Ama koltuklar kırıldı diye sevinemedik. Hatta konserden sonra bir sahne hatırlıyorum, müdüriyetin orada boynumuz bükük, sinema sahiplerine karşı mahcup bir şekilde duruyorduk.” Sinemada oluşan hasar yüzünden Bulutsuzluk Özlemi’nin konseri de iptal olur.
Pentagram bir taraftan masa sandalye kırılan konserlerine devam eder, Ümit Yılbar gruptan ayrılır. Murat Net gitarın başına geçer; ilk albüm çalışmaları da bu dönemde başlar. Albüm çalışmaları devam eder ama bu sefer albümü yayımlayacak şirket bulamazlar. Plakçılar, İngilizce sözlü bir heavy metal albümü basmaya yanaşmazlar; ne de olsa böyle bir albümün maddi karşılığı yoktur. Grup ellerinde kayıtlarla plakçı ararken imdada NEPA müzik yetişir ve Pentagram’ın ilk albümü basılmış olur. Böylelikle bir hayal gerçekleşmiş olur. Cenk Ünnü ve Hakan Utangaç, kolilerin içerisinde yer alan albümleri kucaklayıp vapura binip, ilk satışlara başlarlar. İnsanlar Pentragram’a destek olabilmek için albümden üçer-beşer tane alırlar. Cenk Ünnü’nün anlatımıyla: “Unkapanı’ndan aldık koliyi, vapura bindik vapurda satmaya başladık. İngilizce albümü kimse kabul etmiyordu o zamanlar. Unkapanı’na kabul ettirmiştik. O gün bizim için milattı. İnanılmaz keyif almıştık.” Albüm kapak tasarımı ise Tunç Örer’in suluboya çalışmasından geliyordu. Albüm öne çıkan parçaları tipik bir trash-metal örneği Rotten Dogs ve Powerstage olur.
Demir Demirkan ve Trail Blazers dönemi
Bu albümden sonra grupta kadro değişikliği yaşanır. Murat Net ayrılır, Demir Demirkan gruba dahil olur. Demir Demirkan ekipman bulmanın ve kayıt yapmanın çok zorlu olduğu yıllarda gruba katılmıştır kendisi o dönemi şöyle anlatıyor: “Kayıt stüdyosu, alet edevat, davul, gitar, vokal kaydı yapmayı bilen insan neredeyse yoktu. Genelde her şey deneme yanılma ile oluyordu. Internet falan da yok, guitar player dergileri falan vardı, oradan ne öğrenirsek uygulamaya çalışıyorduk. Plak ve kasetlerde duyduğumuz sesin kalitesine ve gücüne ulaşmaya çalışıyorduk. Hadi albümü yaptık da kim, nasıl dinleyecekti? Şimdinin Türkiye’si tuhaf, o zamanın Türkiye’si daha da tuhaftı. Biz bu ülkede kendini batılı sanan son kuşağızdır herhalde. Yanlış anlaşılmış, yanlış anlatılmış bir ülke fikri, bir cumhuriyet fikri, bir medeniyet fikri, kulaktan kulağa oyunun sıradaki son oyuncuları gibiydik biz. Aslında biz bir yerde çoğunluk başka bir yerdeydi. Biz de tabi ki kendi bildiğimizi yaptık ve bildiğimiz şekilde ilerledik. Grubun bütün elemanları çok kuvvetli egolardı, bu da bizi kuvvetli bir grup yaptı. Pentagram’ın muzik dışında başka bir çekim gücü vardır bu da bu büyük egoların bir hedefe doğru ilerlemesinin gücüdür, ve tabi ki bu güç de kontrol edilmesi zor bir güçtür.”
Bu sırada vokale Ogün Sanlısoy geçer. Yeni kadro değişikliğiyle grup ikinci albüm çalışmaları Trail Blazer’ın kayıt çalışmalarına başlar. Albüm savaş karşıtı sözleri, prograssive melodileriyle dikkat çeker. Albümün duygusal ve trajik bir de tarafı vardır: Fly Forever parçası 1993 yılında Güneydoğu’da askerken hayatını kaybeden Ümit Yılbar’a ithaf edilmiştir.
Bir taraftan Körfez Savaşı diğer taraftan memlekette yaşananlar grubu protest bir tavra yöneltmiştir. Fly Forever haricinde, No One Wins The Fight, Secret Misille, Vita Es Morte albümün öne çıkan diğer parçaları olur. Trail Blazer, Pentagram’ın adının daha çok duyulmasına sebep olur. Daha çok konser verirler, televizyona çıkarlar.
Anadolu ve köklere dönüş
Bu albümden sonra grupta yine değişiklikler meydana gelir. Demir Demirkan ABD’ye gider, Ogün Sanlısoy vokal görevini Murat İlkan’a devreder. Grup, 1997 yılında ise Türkiye rock müzik tarihinin mihenk taşlarından Anatolia albümü için grup stüdyoya girer. Anatolia albümü her anlamda Pentagram için yenilikler taşıyordu. İlk defa Türkçe sözlü bir şarkı albümde yer alıyor bunun haricinde Aşık Veysel cover’ı Gündüz Gece de grubun repertuvarına giriyordu. Aynı zamanda şarkılarda doğu motifi öne çıkıyor, saz, ney gibi ‘otantik’ motifler de bazı parçaların düzenlemelerinde yer alıyordu. Bununla beraber klasik Pentgram melodileri haricinde daha melodik şarkılar da dikkat çekiyordu.
Anatolia, Dark Is The Sunlight, 1000 In The Eastland, Give Me Something To Kill The Pain, Sonsuz gibi günümüzün Pentagram klasikleri ilk kez bu albümde dinleyiciyle buluşuyordu. Pentagram’ın doğu-batı sentezli albümü büyük ilgi ve tarihinin en büyük satış rakamını yakarlar. Grup sadece Türkiye’de değil yurtdışında da giderek tanınmaya başlar bu dönemde. Lakin Pentagram isminde yurtdışına başka bir grup daha vardır; grup bu sebepten ötürü yurtdışı konserleri ve albüm satışlarında Mezarkabul ismini tercih edecektir.
Anatolia’dan sonra 1997 yılında Harbiye Açıkhava Konseri’nin kayıtlarından oluşan Popçular Dışarı albümü dinleyenlerle buluşur. Albümün ismi, konser açılışında seyircinin hep bir ağızdan “Popçular Dışarı” sloganı atmasından gelmektedir. Popçular Dışarı’da klasik Pentagram şarkıları haricinde bir de Slayer coverı Black Magic vardır.
Bu iki albümden sonra, Demir Demirkan solo projeleri için gruptan ayrılır. Yerine Metin Türkcan gelir. Grup yeni kadrosuyla 2000’li yılların başında iki albüm birden kaydeder Unspoken ve Bir. Bir albüm sadece İngilizce şarkılardan oluşur diğer ise Türkçe parçalardan. Bu iki albümde de doğu-batı sentezi göze çarpmaktadır. Bir’de ise tasavvuf öğeleri öne çıkar.
Bu iki albüm, melodik altyapıları, derinlikli şarkı sözleriyle grubun olgunluk döneminin zirvesidir. Bir, For The One Unchanging, Lions İn a Cage, In Esir Like an Eagle, For Those Who Died Alone, Bir, Ölümlü, Bu Alemi Gören Sensin, Ölümü öne çıkan şarkılardır.
Pentagram bu dönem sadece Türkiye’de değil yurtdışında da konserler vermeye başlar; örneğin Wacken’de boy gösterirler. 2000’li yıllar Türkiye için pek parlak geçmez. Marmara depremi, ekonomik kriz herkesi zorlar. Üstelik o dönemde ortaya çıkan “satanizm” meselesi medyayı meşgul eder. Medyada ürkütücü satanizm haberleri yapılır. Uzun saçlı, siyah t-shirt giyip, bu müziği dinleyen herkes potansiyel suçlu ilan edilir. Dolayısıyla bu süreçten Pentagram da etkilenir.
Bu iki albümden sonra grup uzun bir sessizliğe gömülür. Dağıldılar söylentileri etrafa yayılır. Pentagram sessizliğini, 20. yıl özel konseriyle bozar. Bostancı Gösteri Merkezi’nde uzun bir aradan ilk konserlerini verirler ve Türkiye çapında turneye çıkarlar. Bu albümün kaydı daha sonra DVD olarak basılır.
MMXII ve Gökalp Ergenli yeni dönem
Bu albümden sonra, Murat İlkan’ın talihsiz rahatsızlığı sebebiyle gruptan ayrılmak durumunda kalır. Pentagram tarihinde grupta sıklıkla değişimler yaşanmıştır ama Murat İlkan’ın rahatsızlığı can sıkmıştır. Murat İlkan’ın yerine Climb’ın vokalisti Gökalp Ergen gruba dahil olur. Tarkan Gözübüyük grup tarihindeki değişimleri şöyle açıklar: “Pentagram bizim için biraz okul gibi aynı zamanda. Geçmiş albümlerde yer alan Murat Net, Ogün Sanlısoy, Demir Demirkan, İlhan Barutçu ve Murat İlkan gibi değerli müzisyenler, zaman içinde grubun tarzının zenginleşmesine katkı yaptılar. Her birinin kendi üslubunda sürdürdüğü solo çalışmaları da bu ailenin uzantısı olarak görüyorum. Gökalp Ergen’in, hem yeni beste ve sözlere katılımıyla hem de eski şarkılara getirdiği yorumla, grubun bugün devam edebilmesinde önemli payı var. Birlikteliğimizin ne kadar isabetli olduğunu gün geçtikçe daha iyi anlıyoruz. “.
Grup Gökalp Ergen’li yeni kadrosuyla MMXII’i yayınlar. Yepyeni parçalar, Maya Takvimi göndermeli, dünyanın sonu temalı bir albümdür. Karanlık sözler, ekolojik felaketler albümde öne çıkmaktadır. Şarkı sözlerine Turgut Berkes de vardır; ki Berkes grubun önceki albümlerinde de şarkı sözlerine katkı bulunmuş. Bu albümün de Apokalips şarkısının klipinde bizzat yer alıp, dünyanın sonunu ilan eder. Murat İlkan’ın sesine alışmış hayranlar Gökalp Ergen’in vokaline ilk başta yadırgarlar ama sonradan bir kaynaşma meydana gelir.
30 yıldır hayata karşı kaya gibi durmak
MMXII’den sonra grup 30. yıla özel akustik bir albüm çıkarır. Albümde Pentagram tarihinin en özel seçkileri yer alır. Ayrıca grubun eski elemanları Demir Demirkan, Murat İlkan, Ogün Sanlısoy da kayıtlara dahil olur, konserlere katılırlar. Netice de Pentagram’ın en özel albümlerinden biri olur bu albüm.
Pentagram 30 yıldır inatla, eğilip bükülmeden kimseye eyvallah demeden kendi müziğini yapıyor. Karşılarına çıkan her türlü zorluğa; ekipman yetersizliklerine, yaptıkları müziğin doğru dürüst maddi karşılığı olmamasına rağmen bunca yıldır müziklerini devam ettirdiler. Tüm bu zorluklar karşısında kaya gibi dimdik durmayı başardılar.
Yaptıkları müzikten büyük kazançlar elde edemedikleri dönemde geçimlerini sağlamak için başka işler de yaptılar ama müzikleri çok satsın diye kurnaz manevralar yapmadılar; müzik endüstrisinin sevimsiz yüzüne sinyal çıkmadılar. Bu anlamda bir inat hikayesi onların ki; İnandıkları yoldan sapmadan, hayallerinden uzaklaşmadan müziklerini yapmaya çalıştılar. sırf bu sebepten kendilerinden sonra gelen bir çok müzisyene ilham oldular. Türkiye gibi hayallerin sürekli ertelendiği, “sen önce paranı kazan, gitarını sonra çalarsın” denilerek katı gerçekliğin sürekli insanın önüne çıkartıldığı bir yerde; 30 yıldır inatla hayallerinin peşinde koşmaya devam ediyorlar. Biz de yürüdükleri bu “uzun ince yolda” onlara eşlik etmeye, tarihe tanıklık edip, şarkılarına eşlik etmeye devam ediyoruz; İyi ki varlar!
“Sözlerim gerçektir, yüreğim kardeştir, her zaman
Umudum sonsuzdur, uğraşım bitmez hiçbir zaman
Geliyor, geçiyor hayat, dönüyor durmuyor dünya”
Kaynakça:
Rolling Stones Nisan 2008