Su Gibi Aziz Olacak mıyız?

0
298

Su konusunda neler biliyoruz? Türkiye’de su konusunda bilgi seviyemiz nerede? Genelde karıştırılan konu su ayak izi dendiğinde sadece tatlı sudan bahsettiğimiz. Yani tuzlu sular bu anlamda konumuz dışında. Suyun tahminen %97’si okyanuslarda tuzlu su olarak bulunur. Su ve su ayak izi konuşulurken konu tatlı sudur ve maalesef dünyadaki tüm suyun sadece %3’ü tatlı su olup yaklaşık %68’i buzullarda bulunur. Yaşamın sürdürülmesi için tatlı suya duyulan ihtiyaç ise bu sınırlı kaynak üzerinde olağanüstü bir baskı yaratmaktadır.

Su kaynakları açısından ülkeler değerlendirildiğinde üç kategori karşımıza çıkıyor. Su fakiri ülkelerde yılda kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı 1.000 m3 ’ten daha az. Su azlığı çeken ülkelerde yılda kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı ise 2.000 m3 ’ten daha az. Şanslı azınlık su zengini ülkeler yılda kişi başına 8.000-10.000 m3 kullanılabilir suya sahip.

Görsel: mrjn_photography/Unsplash

Türkiye su zengini bir ülke değil. Kişi başına düşen yıllık su miktarına bakıldığında Türkiye’nin su sıkıntısı çeken bir ülke olduğunu bile söyleyebiliriz. İnanamayacaksınız ama su sıkıntımız devam etsin dileğinde bulunacağımız günler yakın. Neden mi? Çünkü son raporlar ve bilimsel çalışmalar Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda ciddi su kıtlığı çekebileceğini göstermektedir. Özellikle Marmara, Ege ve Akdeniz bölgesinde turizm tesisleri, yazlık ev sahipleri, sanayi işletmeleri ve ticari işletmeler ihtiyaç duydukları suyu bulmakta çok çok ÇOK zorlanacaklar. Hem de yakın bir gelecekte. Peki bunun farkında mıyız? Bireysel olarak da kurumsal olarak da farkında olduğumuzu söylemek mümkün değil. Çünkü sanılıyor ki su görünmeyen bir el tarafından yerine konmakta. Galiba Adam Smith’in görünmez eli devrede.

Suyu hem çok kullanan hem de azlığından en fazla etkilenecek olan sektörlerin başında tarım, gıda ve içecek sektörü geliyor. Bitki tarımı, hayvan yetiştiriciliği, tavukçuluk ve soya işlemenin CDP Su Etkisi Endeksine göre su kaynakları üzerindeki etkisi kritik düzeyde. Balıkçılık, alkollü içecekler, hayvan işleme prosesleri, çikolata, kahve, süt ve yumurta ürünleri, şeker, çay, şekerlemeler, meyve, kuru yemiş ve meyve işleme faaliyetleri ise su kaynaklarını önemli ölçüde etkiliyor. Gördüğünüz gibi geriye pek bir şey kalmadı. Ne yiyor ne içiyorsak suyu da yediğimizin içtiğimizin ötesinde çok daha fazla miktarda tüketiyoruz.

Gıda ve içecek sektöründe yer alan şirketlerin ciddi olarak suya erişim riskleri mevcut. Ancak birçok işletme kullandığı suyun kaynağını, kullandığı suyun hangi su havzasından geldiğini bile bilmemektedir Doğal olarak da havza ile ilgili alınacak kararların işletmesi üzerindeki etkisi konusunda bir farkındalığı mevcut değildir.

2020 yılında giderek yoğunlaşan iklim ve enerji tartışmaları hız kesmeden 2021 yılında da devam etti. Üretim ve tüketim yöntemleri değişmediği ve gereken dönüşüm sağlanmadığı sürece bu iki konu gündemimizde kalmaya devam edecektir.

AB Yeşil Mutabakatı çerçevesinde sözü verilen ve başlatılan “Net Sıfır” yarışında ihmal edilmemesi gereken en önemli konu su güvencesi. Su bütün şirketlerin iklim politikalarının en ön sırasında ve merkezinde olması gereken bir konu. Çünkü karbonsuzlaştırmanın yolu sudan geçmekte. Karbonsuzlaştırma için su kullanımı ve arıtma emisyon azaltımına önemli katkılar sağlamaktadır. Ayrıca atık su yeterince kullanılmayan bir yenilenebilir enerji kaynağı. Öte yandan sulak alanlar büyük karbon yutak alanları. Su güvencesinin sağlandığı bir ortamı yaratmada ise özel sektörün üzerine önemli görevler düşmekte.

Kısacası verilecek kötü bir haberim var. Görünmez el ekonomide denge sağlayamadığı gibi, heba edilen su kaynaklarını da dolduramamakta.

Kapak Görsel: Yoann Boyer/ Unsplash