Şahika Erkıran Çakırca: Sana Bir Öykü Anlatayım

0
194

Sevgili Ortak sana ve tüm dostlarına bir hikâye anlatayım… (*)

İsmin nedir diye sormayın boşuna. Sizi yanıtlayamam. Herkes beni farklı çağırır. Kasap Mehmet, ‘Tekir’ der mesela. Beni ve benim gibi sokak kedilerini hiç aç bırakmaz. Sakatatlarla, etten kestiği yağlarla besler bizi. Kasabanın en yakışıklı delikanlısı Rıfat bana ‘Mıstık’ der. Bir iki sene öncesine kadar pek eziyet ederdi. Sonra ilgisi kedilerden kızlara kaydı da rahat bir nefes aldım. Şimdi eski dostluğumuz hatırına, arada bir gördüğü yerde bana selam verir. Nebahat ablanın küçük oğlu Ali ‘pisi’ diyerek peşimde koşturup durur. O kovalar ben kaçarım. Çocukcağızın niyeti fena değil, beni sevecek ama alışmış bir kere oyuncak hayvanlarının kulaklarını kesmeye. Her seferinde Nebahat ablanın bahçesine bir daha adımımı atmayacağıma yemin ederim etmesine de, ah o mutfaktan gelen kavrulmuş etin kokusu yok mu? Belki ben de ucundan nasiplenirim diye Ali’nin korkusunu yenip bahçeye girer, çocuktan fırsat kalırsa bir iki lokmayı mideye indiririm. Bir de Gülümser teyzenin balkonunu severim. Koca ağaç sayesinde kolayca balkona atlarım. Kapı açıksa, doğru mutfak… Tezgahın üzerinde türlü türlü yemekler olur. Çaktırmadan karnımı bir güzel doyururum. Ne yalan söyleyeyim, bu güne kadar hiç açlık çekmedim ama hiçbir zaman 2004 yazındaki kadar da karnımı tıka basa doyuramadım.

Bilirsiniz, küçük kasabalarda işsiz güçsüz kadınlar kendilerini oyalamak için eşleri işe, çocukları okula gittikten sonra ev gezmelerine başlarlar. Ben bu alışkanlıklarının çocukken oynadıkları oyunlardan kaldığını düşünürüm. Biz kediler hiç evcilik oynamadığımız için birbirimizi çiftleşmeden çiftleşmeye ziyaret ederiz.

O gün, evcilik oyununun ev sahibi Kezban Hanım’mış. Kezban Hanım’ın kedisi Nusret beni bu münasebetle bahçeye davet etti. Sağ olsun diğer ev kedilerine benzemez güzel arkadaşım; sahibinin ona verdiği yemekleri herkesle paylaşır.

Nusret’le ben, yani birden çok ismi olan ben, mutfak penceresinin önünde bize de düşecek kek börek parçalarını hayal ederek yalanıp duruyorduk ki, içeride bir kıyamet koptu. “ Bunu sen mi ördün Kezban? “ “ Ay kız ben bu örneği valla hayatımda ilk defa görüyorum.” “ Hiçbir örnek kitabında ben böyle bir şey görmedim, nereden buldun bunu Allah aşkına? “ “ Kaç numara iplikle ördün? “ Sorular soruları kovaladı ama Kezban Hanım’ın cevapları aşağı yukarı hep aynıydı. Yani hepsini toplayıp bir özet çıkarmamız gerekirse, Kezban Hanım’ın diğer kadınlara verdiği cevap aynen şuydu: “ Bu dantel örneğini kimseye vermem. Bu tepsi örtüsü sadece benim tepsilerimi süsleyecek. “ Ondan sonrası, “ Aşkolsun” “ Ay kız bizden mi esirgiyorsun bu örneği?” “ O kadar da beğenmedim zaten. “ şeklinde serzenişler ve geri çekilmelerdi.

O gün, ne beni ne de arkadaşım Nusret’i hatırlayan oldu. Kezban Hanım tabaklarda kalan artıkları bahçeye çıkarmadı. Midem hayalini kurduğum yemek artıklarıyla guruldarken, büyük bir düş kırıklığı içinde tam bahçeden çıkmak üzereydim ki… Enseme bir el yapıştı! Sonrasını ne siz sorun ne de ben anlatayım. O karanlık torbanın içinde, kalbim güm güm atarak kaç dakika geçirdim bilmiyorum. Benim gibi gariban bir sokak kedisini kim kaçırmak isterdi? Çocuklarla anlaşamam, kendimi sevdirmem, bir lokma nimet için bu güne kadar kuyruğumu kımıldatmadım. Kimseye yalakalık etmem, kimsenin bacaklarının arasında dolanmam. Tam tırnaklarımı çıkarmış, beni kaçıran kişiyi tırmalamaya hazırlanıyordum … İçinde bulunduğum torba nazikçe yere bırakıldı. Yavaş yavaş, temkinli bir şekilde dışarı çıktım. Kendimi kavgaya hazırlamıştım ki, Nebahat ablanın gülümseyerek bana kocaman bir parça et uzattığını görüp kuyruğumu kıstırdım. Onurlu bir kediyim elbet ama kim o güzelce haşlanmış, bir gıdım yağı olmayan löp ete hayır diyebilir? Bir iki gün Nebahat ablanın evinde kedilerin şahı gibi yaşadım. Salonun en güzel köşesinde yumuşacık yastıkların üzerinde yatarken en sonunda bir evim olduğunu düşünüp hoş mırıltılar bile çıkardım. İki günün sonunda Nebahat abla, Kezban Hanım’dan çaldığı dantel tepsi örtüsünü kuyruğuma bağladı ve beni sokağa bıraktı. Demek ki bu hayatta sürüp süreceğim sefahat bu kadarmış deyip kaderime boyun eğmiş, diğer sokak kedileriyle birlikte kasap dükkanının önünde beklemeye giderken, bir evin merdivenlerine bırakılmış süt dolu bir kase gördüm. Şaşkın bir ev kadınının sütü dışarıda unuttuğunu sanarak şansımın devam ettiğini düşündüm. Kaseye kafamı sokmuş, ılık sütü bir an önce içip bitirmeye çalışıyordum ki… Bir el ensemden beni yakaladı ve kendimi Hande Hanım’ın evinde buldum.

Sobanın yanında, yün toplarının içinde bir hafta kendimi kediler cennetinde sandım. Hande Hanım kuyruğuma bağlı olan dantel örneğini çıkartmaya her ara verdiğinde pirelerimi ayıkladı, başımı okşadı. Tatlı tatlı mırıldanarak ev kedisi olmaya hazırlandığım sırada, Hande Hanım da tepsi örtüsünün örneğini çıkardı ve yine kapı dışarı edildim.

Bir ay boyunca kuyruğuma bağlı dantel örtü ile sokak sokak, ev ev, tüm kasabayı dolaştım. Artık iş güç sahibi bir kediydim. Dantele zarar gelmemesi için taşlı yollardan uzak durdum. Çalılıklarda yaşayan hanım arkadaşlarımı ziyaret etmeye son verdim. Kavgacı arkadaşlarımla görüşmeyi kestim. Kezban Hanım’ın bahçesinden uzak durdum, bu yüzden en yakın arkadaşım Nusret’i kendime küstürdüm. Meğer kuyruğumun ne kadar meraklısı varmış. Bir ay boyunca farklı farklı evlere misafir oldum, kadınların el becerisine göre birkaç gün ya da bir hafta dünyanın en mutlu kedisi olarak yaşadım.

Ama heyhat! Biz kedilerin dilinde “ Her yumağın sonu kördüğümdür .” diye bir deyim vardır. Siz pek aşina değilsinizdir bizim lisanımıza ama her “ Miyav” da kelimeler gizlidir. Kasabalı tüm kadınlar örneği çıkartıp da tepsilerine yaydığı o gün, yine işsiz ve evsiz kaldım. Kuyruğumdaki dantel parçasıyla o kasaba senin, bu kasaba benim dolaşmaya karar verdim. Baktım ki diğer ilçelerde kuyruğumdaki örneğin pek meraklısı yok, koca şehre uzanan asfalt yola patimi vurdum. Git git yol bitmezmiş meğer. Arabaların, kamyonların altında kalmaktan zor bela kurtuldum. Börtü böcekle karnımı doyurdum. Büyük şehrin tabelasını gördüğümde karnımın guruldamasını da, patilerimin sızlamasını da unuttum.

Gözüme kestirdiğim kadınların önüne çıkıp kuyruk salladım. Kuyruğumla birlikte sallanan, çoktan paçavraya dönmüş dantel kimsenin ilgisini çekmedi. ‘Demek ki’ dedim kendi kendime, ‘büyük şehirlerde tepsi örtüsü pek fazla ilgi çekmiyor.’ Çevreme bakınıp diğer kedilerden biraz iş kapmaya çalıştım. Ama bolca tırmık ve ısırıkla karşılandım. Anladım ki bu şehir kedileri pek misafirperver değiller. Bizim kasabadan çok farklı buralar. Açık pencerelerinden yemek kokuları yayılan bahçeli evler burada yok. Yüksek yüksek binalara tırmanmak neredeyse imkansız. Şehirde kedi seven kasap kalmamış, bizden bir gıdım sakatatı bile esirgiyorlar. Kadınlar ise evcilik oynamayı çoktan bırakmış. Buralarda kimse size bir isim de vermiyor. Hepimiz onlar için sadece kediyiz. Tüm şehri karış karış dolaştım ve en sonunda kasabama benzeyen, sokakları çamurlu bir mahalle buldum. Tüylerimi yalayıp bir ağacın gölgesinde dinlenirken, iki çocuğun bana seslendiğini duydum. Dantel örneğini analarına hediye etmek niyetiyle beni çağırdıklarını düşündüğümden hızla yanlarına vardım. Meğerse çocukların düşüncesi çok başkaymış. Bana büyük şehre uygun bir iş teklifleri varmış. Şimdi kuyruğuma bağlı teneke kutuyla o sokak benim bu sokak benim dolaşıyorum. Henüz kutunun bir alıcısı çıkmadı ama ben burada ne satılır ne alınır şehirlilerden daha iyi mi bileceğim?

(*) Şahika Erkıran Çakırca’nın paylaştığı bu hikâye, yazarın Gece Kitaplığı Yayınlarından çıkan “Taharet Bezinin Marifeti” kitabında yer almaktadır.

Siz de Ortak’a yazmak isterseniz iletişim: ortakdiren@gmail.com

Kapak Fotoğrafı: Emre/ Unsplash