Alacakaranlık Kuşağından Dışarı Taşanlar

0
229

Uzun bir ara verdiğimin farkındayım hatta bu ara o kadar uzadı ki, daha önce yazmaya başladığım bir sürü kısa hikâyeden vazgeçip bir roman taslağına çevirdim. Benim açımdan bir ilk diyebileceğim, fantastik olmayan, şiddet içermeyen, reel dünyanın gayet de ortasından ve 7 kadın ile onların çevresinin başından geçenlerin esprili bir dille anlatımına giriştim…

Bu arada başlanmış diğer roman taslakları bitti mi diye soran dostlarımın var olduğunu biliyorum ama onlara yine, yeniden ve hiç eskimeyen o yanıtı veriyorum hemen; yazım aşamasında!

Bu hafta yazı yazasım yoktu, bir süredir zaten bilindik bir durum olduğundan burada sizlere de itiraf etmekten çekinmiyorum. Sevgili ağabeyim, üstadım, editörüm Sinan Dirlik Beyefendinin her zaman olduğu gibi o nazik üslubuyla acilen bir şeyler yazmamı istediğini belirten ve sayısının hatırlamadığım uyarılarını bertaraf ederken pek zorlandığım söylenemezken, hiç beklemediğim anda, biraz önce, bugün, evet, evet 8 Ekim Pazar günü yumuşak karnımdan vuruldum!

Hiç beklemediğim anda yumuşak karnımdan vuruldum!

Her yazısını heyecanla beklediğim, mavi derinlikleri anlatırken kulaklarımdaki basıncı alabilmek için salonda, koltuğumda otururken bile burnumu sıkıp basınç ayarlaması yapma isteği uyandıran sevgili Tamer Durak’ın Alacakaranlık Kuşağı; Derin Dünya, Sığ İnsanlık başlıklı köşe yazısı yayınlandı. Bir çırpıda okurken okyanusun derinliği arttıkça ışığın azalması ve bir süre sonra alacakaranlığa sonrasında ise gece yarısı kuşağının başladığı bilgisini okurken bir yandan da anlamsız bir şekilde gülümsüyordum çünkü yazar ve editörlerimizin, programcılarımızın yani kısaca Reportare ailesinin bir arada olduğu whatsapp grubunda yeni yazısının yayınlandığı bilgisini paylaşılınca hemen girip “ yazıda Ozan Diler’e selamım da varJ atlanmasın” yazması ile kanatlanmıştım.

Denize olan tutkusunun yanında bu tutkuya ortak olmaya aday birçok deniz sevdalısını cesaretlendirdiği, bilgilerini ve deneyimlerini paylaşarak hem hayatlarını kolaylaştırdığı hem de tehlikelere dikkat çektiği yazılarıyla hem Reportarede hem de internette gerçek bir bilgi hazinesi oluşturmaya devam ediyor. Benim tavsiyem, sevgili Tamer’in yazılarını okurken kendinize sevdiğiniz bir çay ya da kahve hazırlamanız ve sonrasında da tarihi ya da konusu olursa olsun bir yerinden o “deryaya dalmanızdır.” Burnunuza gelecek olan iyot kokusunu, elinize değecek yosunun şefkatini, bir mercanın dallarının güzelliğini ve en önemlisi de doğanın kusursuzluğunu her satırda gözlerinizin önüne sereceğinden şüpheniz olmasın.

Alacakaranlığın ötesi, gece yarısı kuşağının başlangıcı

Bu yazıyı yazmamın sebebi olan, Sevgili Tamer’in yazısını okurken gözlerimin önünde canlanan imgeyi sizinle paylaşmak istiyorum izninizle. Güneşli bir deniz yüzeyinden yavaşça aşağı doğru hareket eden bir cam küredesiniz, saniyede on metre belki de 20 metre süratle, indikçe koyulaşan lacivert denizin yüreğindesiniz…

Karanlık, soğuk ve sessizliğin ortasında ayaktasınız ve aşağı baktığınızda kapkara bir dehlize doğru ilerlediğinizi, yukarı baktığınızda ise güneşin devasa gücüyle aydınlattığı yüzeyden aşağı indiğiniz her metrede o gücünü nasıl da çaresizce kaybettiğini görüyorsunuz. Bir süre sonra görünmeyeceğini tahmin ettiğiniz ama kabullenebileceğinize emin olmadığınız bir an’ı yaşıyorsunuz. Çünkü karanlık sizi çevrelerken sessizlik ve bir süre sonra sizi sarmalayan yalnızlık duygusu ağırlık kazanmaya başlıyor. Yalnızlığa tahammül edebilecek misiniz? Peki ya karanlığa! Cam kürenin her yerinden içeri sızan o sessizliği bozmak için haykıracak mısınız, yoksa sessizliğin çekiciliğine kapılıp ses çıkartmamaya mı odaklanacaksınız?

Dünyanın neresine giderseniz gidin bir ses ya da bir kuvvet tarafından “dürtülürsünüz”. Steplerin ortasında, en yakın yerleşim yerine yüzlerce kilometre ötede olsanız da, ses, ışık, rüzgâr, sıcak, soğuk, otlar, ağaçlar, çeşitli hayvanlar, böcekler vs. ile çevrili olacağınızdan o yalnızlık hissi bu kadar yoğun olmayacaktır. Denizin gece yarısına indiğinizde başınızı kaldırınca artık güneşin o hareli, dalgaların üzerinden kırılarak gökkuşağı gibi geldiğini hayal ettiğiniz ışığını asla görmeyeceksiniz. Oysa aranızda sadece 1.000 Metre olacak. Akışkan ve şeffaf olduğunu zannettiğiniz suyun nasıl da çelik bir duvar gibi ışığı engellediğini ve sizi güneşten koparttığını anlayacaksınız…

Yeterince daraldıysanız bundan sonrası daha iç açıcı gelecek!

İşte o şeffaf ve aslında likit olması gereken suyun sizi nasıl da karanlığın gece yarısı kuşağında tutsak edebileceğini anladığınız anda hayata daha sıkı sarılmak istemez misiniz? Cam kürenin içinde sessizce dibe inmeyi mi beklersiniz, yoksa bir şekilde yukarı nasıl çıkarım diye düşünmeye mi başlarsınız. O küreyi siz oluşturmadınız mı oysa? Sessizliğin, insansızlığın, karanlığın ve daha açıkçası, sosyalleşmeme üzerine güzellemelerle kutsamadınız mı?

Fantastik evrenler hâlâ yerinde duruyor sevgili okuyucu. Tüm hazırlıklarımızı yapıp, tam teçhizatlı bir şekilde gireceğimiz bir sürü karanlık dehlizin sonunda yaşayacağımız maceraları şimdiden hayal edebiliyorum. Sen şimdi kendini hapsettiğin o cam kürenin içinde her an karanlığa daha da batmaktan, dibe inmekten vazgeçtiğini söyle yeter. Sesini çıkartmanı bekliyorum sadece. Kabullenmediğini göstermeni, çabaladığını görmek, karanlığın hipnozundan çıkmak istediğini duymak istiyorum…

O küreden çıkabilmek için gereken özel bir vuruş tekniğine ihtiyacınız var ise Sevgili Onur Uğur’un yol göstereceğine de eminim… 

En karanlık günlerin bile aydınlığa döneceğini anlatmaktır amacım, hayatınız, o cam kürenin yönünü değiştirdiğiniz ve artık yukarı çıkmak istediğinizde renklenir unutmayın. Hayallerimiz kadar var olduğumuz o fantezi dünyasında, hepinizin, kendisi için sınırsızca kurguladığı bir masalın kahramanı olmasını diliyorum…