Aptal

0
216

Bir süredir yaptığım aptallıkları düşünüyorum sıkça. “Yaptığım” derken, tamamlanıp bitmiş bir durum yok ortada. Hâlâ azimle ve sık sık aptallıklar yapmaya devam ediyor, sonra kendime kızıyor, sonra bir daha (en azından son yaptığım gibi) aptallık yapmayacağıma dair kendime söz veriyor ve sonra da bu defa aptallık yapmanın benim için yepyeni bir yolunu bularak döngüyü en başa alıyorum. Artık seviyor muyum, fıtratımda mı var neyse, aptallık yapmadan duramıyorum. İçimi ferahlatan tek şey yalnız olmadığımı bilmek. Dünyada aptallığıyla malul tek insan ben olsaydım işte o zaman kalbim gerçekten çok kırılırdı. 

Hollandalı yazar Matthijs von Boxsel, “Aptallık Ansiklopedisi” adlı kitabının hemen başında temel önermesini “Hiç kimse kendi aptallığını anlayacak kadar akıllı değildir.” şeklinde özetliyor. Eğer bu önermeyi doğru kabul edersem karşıma müthiş rahatlatıcı bir seçenek çıkıyor: Aptallıklarımı anlamaya çalışmam nafile bir çabadan öte değil. Demek ki atın rahvan gitmesi için elimden geleni yapabilirim. Diğer taraftan yine aptallık üzerine kafa yormuş bir başkası beni alıp bu defa başka bir çukura atıyor. “Niteliksiz Adam” gibi bir başyapıtı kaleme almış olan ve 20. yüzyılın en önemli romancıları arasında da gösterilen Avusturyalı yazar Robert Musil, Türkçeye “Ahmaklık Üzerine” (Ha ahmaklık ha aptallık) adıyla çevrilen eserinde aptallığı zekâ yetersizliği değil, duygu yetersizliği olarak tanımlıyor ve hatta “akıllı aptallık” şeklinde bir tabir kullanıyor. Boxsel’in zekâdan yana bahtsız aptalı olmak mı, yoksa Musil’in duygusuz dangozu olmak mı? Hangisi daha kötü karar veremiyorum, ama bir sonraki aptallığımda sebebi bulacağıma dair kendime yeminler ediyorum. Bir gün durduk yere ve affınıza mahsuben zart diye uçacağıma dair de yeminler ettiğim oluyor bazen, olur öyle.

Yukarıda da belirttiğim gibi yalnız değilim ve hiç kusura bakmayın bu işte hep beraberiz. Üstelik sadece biz de değil, tarihin neredeyse tamamı bu işe ortak. İnsan düşünen/konuşan/alet yapan hayvan değil de aptallık yapan ve her aptallığında mecburen yeni bir şey keşfeden hayvan olabilir mi acaba diye düşünmeden edemiyorum. İnsanlığın tarihini, insanın aptallığının tarihi olarak düşünmek de mümkün sanki. Dönüp geriye baktığımızda karşımıza öyle bir manzara çıkıyor ki evlere şenlik. Sadece eylem alanında değil, çoğu zaman eylemi önceleyen düşüncede de mükemmel bir aptallıklar külliyatı çıkarmak mümkün. Çeşitli zamanlardan ve coğrafyalardan birkaç örnek bunun ispatı olacaktır zannımca. 

Bazı kuş türlerinin sistemli bir göç döngüsü olduğu, yani göçmen kuş diye bir şey olduğu 19. yüzyılın başlarına kadar bilinmiyormuş. Bilinmez bilinmez, her şeyi de bilmek zorunda değiliz ve zaten bilmiyoruz; ama bilmediklerimiz hakkında yorum yaparken bir miktar dikkat gerekiyor. Aristo (Evet evet, şu meşhur feylesof Aristo) kuşların mevsimsel olarak yer değiştirdiğini akıl edemediği için şöyle bir teori öne sürmüş mealen: “Bir mevsim görülürken başka bir mevsim görülmeyen kuşlar aslında tür değiştiriyor.” Tırtılı kelebeğe çevirir gibi kuşları başka bir türe çevirivermiş koca Aristo. Hadi o neyse, kuşların kış uykusuna yattığını ve dahası kuşların ortalıkta görünmedikleri dönemlerde Ay’a gittiğini iddia edenler bile varmış. Şimdi ne diyeyim de ne söyleyeyim? Şu an bize çok basit görünen bir bilginin yokluğunda nasıl aptalca fikirlere yol açabildiğine buyrun siz bakın.

Bazen de düşüncelerle eylemler karşılıklı bir biçimde aptallığı körükleyebiliyor. Buna aptallığın diyalektiği desek olur mu bilemedim. Bir bilene sormak lazım. Şimdi burada ayrıntısını anlatmayacağım; ama “Beyaz Adam” medeniyet(!?) götürmezden evvel Orta Amerika yerlilerinin en temel protein kaynaklarından biri bizonmuş. Bizonlar da tıpkı bazı kuş türleri gibi mevsimsel olarak göç eden mahlukattan olup Orta Amerika’daki yerli kabileler bu döngüyü çok sıkı takip ederler ve göç esnasında bizon sürülerinde özellikle arkada kalanları avlayarak hem et hem de yün ve deri ihtiyaçlarını bu hayvancağızlardan sağlarlarmış. Sürülerin gecikmesi ya da daha fenası hiç gelmemesi durumunda yaşanabilecek fakr u zarureti siz değerli okur da gayet isabetle tahmin edecektir. İşte böyle bir gecikme durumu yaşandığında yerliler tiyatral bir ayin düzenleyerek bizonların gelmesi için kendilerince bir yöntem uygularlarmış. Kabiledeki erkeklerin katıldığı ve yüksek bir fiziksel efor gerektiren bu ayin de ilginçtir ki işe yararmış. Çünküüüüü… Çünkü bu ayini bizonlar gelene kadar devam ettirirlermiş. Neden-sonuç ilişkisini doğru kurma konusunda insan ırkı olarak zaman ve mekân fark etmeksizin epey başarısız olmuşuz, oluyoruz ve korkarım olmaya da devam edeceğiz. Olaylar arasındaki illiyet bağını doğru kuramamak da aptallığa dahil.

Kendi aptallıklarıma kılıf ya da ortak bulabilmek için Antik Yunan’dan Orta Amerika’ya kadar gitmeme de gerek yoktu aslında. Hâlihazırda bolca aptallık mütemadiyen icra ediliyor dünyanın her köşesinde. Dünyaya “üzerinde aptallığın batmadığı gezegen” desek yeridir. Güzel olan şu ki her devrin aptallığı bir müddet sonra ayyuka çıkıyor ve savunanı kalmıyor. İnsanlık kendine yeni aptallıklar bularak medeniyetini sürekli güncellerken bir yandan da aklıyla övünmeye devam ediyor.

Ben aslında bu hafta türlü çeşit sebeple iptal edilen üniversite şenliklerinden, Kürtçe şarkılar türküler söyleneceği için yasaklanan konserlerden, kendilerini namus ve iffet tescilcisi olarak atayanların hangi sebeple olduğu belirsiz bir şekilde şehirlerinde istenmeyen kadın ilan ettikleri sanatçılardan falan bahsedecektim; ama ne olduysa konu bunlarla zerre kadar alakası olmayan aptallığa geldi. Neyse, zaten başkaları bu konulardan bol bol bahsetti. Ben derdime, aptallığıma yanayım.

Fotoğraf: Rachel/unsplash.com