“Ayna” ile Aramızdaki Uçurum

0
186

Geleneksel tıp bozuklukları etiketlemeyi ve etiketlenenleri yaşamın dışına çıkartmayı sever. Bu yaklaşım, sorunları çözmemizin önündeki en büyük engeldir.

Arzu edilen sihirbazın gelip o siyah ve kırmızı pelerinini savururarak “yaşlılığı” sahneden kaybetmesi, gözler önünden hokus pokus ile yok etmesi. Görüneni görünmez kılması.

Pürüzlere yer vermeyen ilişkiler yine pürüzsüz temaslar ile sağlanmaya çalışılırken elbette ki yaşlılık kendine has gerçek doğası ile ‘özne ile ayna’ arasında uçurum yaratacaktır.

Gümüş Tsunami” diyerek yaşlanan dünyada inceden inceye yaşlanan bireyler işaret edilerek sanki herkesi önüne katıp götürecek bir dalga kast edilmekte. Bireyler de bu baskının altında yaşlandığı için değil yaşlanmaya karşı takınılan patalojik tutumu benimsemek zorunda bırakıldığı için hastalanmakta.

Yaşamın doğal akışının getirdiği değişiklikler sorgulanarak ve de hüküm giydirilerek neredeyse kişinin suçuymuşcasına karara bağlanarak bireyleri bir tür donmuş zamana mahkum ediyor. Artık aşkınlık ve gelecekten yoksun bırakılarak hoşgörünün insafına terk ediliyor.

Bu bakış açısının bizlere karşı yarattığı ve yaşlılığın sözde yeniden üretiminde yeni bir çerçevelendirme aracı, ableism – ben “muktedircilik” olarak ifade edeceğim – ortaya çıkmaktadır.

Ableism yani muktedircilik, sözde sağlam, tam, yetkin bedenli bireylerin lehine yapılan ayrımcılık olup; bedensel, zihinsel ya da ruhsal açıdan herhangi bir farklılığa sahip olan bireylerin yalnızca bu farklılıkları sebebiyle “tam” olmamaları gerekçesiyle yaşadıkları haksız muameleleri kapsar.

İşte tam bu noktada dikkatimizi yaşlılık ile birlikte nöro-çeşitlilik ve genetik farklılık gösteren bireylerin yaşlanmasına da çekmek isterim. Görülmek istenmeyen milyonların içinde iyice görünmeze taşınmış yüz binler. Genel olarak Otizm ve Down Sendromu özelinde yaşlanma ve beraberinde karşılaşılan problemler. Ableist-muktedircilik bakış açısından yaşam boyu sıkıntı çekmiş ve de çeken bireyler.

Yaşlanmanın genel olarak ele alınışı hatta yok edilmeye çalışılmasını ister ageism/yaşçılık ister ableism/muktedircilik hattında hatta üzerine düzenin efendi-köle diyalektiğinde çözmeye çalışalım, arada inanın ezilenlerden daha da ezilen başka gruplar da var ve bir var olma mücadelesi vermekteler. Ki bazen neye karşı mücadele verdikleri bile karışabiliyor. Bir yanda özel olarak ableist/muktedirci bakış açısından zaten en baştan tam ve yetkin kabul edilmediklerine mi yansınlar yoksa yaşlanmanın onlar açısından nasıl bir durumu taşıyacağından bihaber olan yaklaşımlardan mı? Konu hakkındaki bilgisizliğimiz ve bilinçsizliğimiz ile zaten hayat boyu uğradıkları damgalanmaları, haksızları ve belki de baştan deneyimden koparılmış olduklarını söylemeye zaten dilim de yüreğim de varmıyor.

Günümüz şartlarında artık Down Sendromlu bireylerin gelişen bakım şartları ve yaklaşım olanakları ile artık yaşam süreleri de uzayabilmiştir. 1983’te Down Sendromlu kişilerin ortalama yaşam süresi 25 yıl civarındaydı. Şimdi birçok Down Sendroma sahip birey 60 yaşın üzerinde yaşıyor. Bu kutlanması gereken bir durumken Down Sendromlu bireylerin aileleri için endişe yaratmakta. Çünkü kendilerinden sonra çocuklarının (yetişkin) bakım ve güvenliği için haklı olarak düşünmek, önlemler almak zorunda hissetmekteler. Evlatlarının kendilerinden sonraki geleceği, ciddi olarak planlanmış ve uygulanması gereken bu müdahalelere, önlemlere bağlı olacaktır. İşte bu durumda farklılıklara hoş bakmayan, agist- yaş ayrımcısı ve ableist-muktedirci bakış açıları onlara ne sunmaktadır?

Down Sendromlu bireyler için bir başka risk faktörü de Alzheimer Tipi Demans olarak karşımıza çıkmaktadır. Yetişkin Down Sendromlu kişiler, üçlü zorluk (triple challenge) olarak nitelendirilen kognitif ve işlevsel sorunlar, hızlı yaşlanma ve Alzheimer Tipi Demans riskini yaşamaktadırlar. Down Sendromuna sahip olmak bir kişiyi daha fazla risk altına soktuğu ifade edilmekte – 50’li yaşlarda 3 kişiden 1’i ve 60 yaşın üzerindeki 3 kişiden 2’sine yakın olduğu tahmin edilmektedir.

Bu veriler elbette ki dikkate alınmalı ama her Down Sendromuna sahip bireyin de demans hastası olacağı anlamına gelmemelidir. Fakat konu hakkındaki farkındalık olası müdahalelerin insanca ve erken olarak yapılmasına olanak sağlayacaktır.

Keza Otizm Spektrum Bozukluğu tanısını alanlar için de ileri yaşların neler getireceği hakkında ciddi endişeler taşımaları söz konusu. Bir önemli nokta da bu tanı şansına ulaşamamış olan özellikle belli bir yaşın üzerindeki yetişkinlerin ileri yaşlarda ciddi risklere açık olmalarıdır. Yaşlıklarının nasıl görüneceğini merak ederlerken ne yazık ki ellerinde cevapları yok. Yaşlandıkça onları destekleme konusunda bu kadar az araştırma olduğunu bilmek, yaşlılığı korkutucu bir olasılık haline getirmekte. Yalnızca birkaç istisna dışında, Otizm araştırmaları genellikle 40 yaşın üzerinde bu spektrum üzerinde bulunan insanları dışlamıştır. Orta ve ileri yaşlardan geçerken bize, Otizm sahibi insanlara fiziksel, bilişsel, duygusal ve sosyal olarak neler olduğu hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyoruz. Yine tıpkı Down Sendrom sahibi bireylerde olduğu gibi birçok yaşlanan Otizm spektrumunda bulunan bireyler ebeveynleri tarafından desteklenmekte olup kendilerinden çocuklarının gelecekleri hakkında oldukça haklı endişeler taşımaktadırlar.

Geleneksel tıp, bozuklukları etiketlemeyi sever, ancak çoğu zaman etiketler anlamsızdır. Yaşlanma hayatın dışına itilmeye çalışılır ama, bu daha da anlamsızdır. Bu iki yaklaşım da işleri yapma şeklimizi değiştirmenin ve sağlık sorunlarımıza cevap bulmanın önündeki en büyük engeldir. Gözümüzün önünde görünmezlikleri var ve bizler görünmezlikleri görmekten kaçmak için neden bu kadar çabanın içindeyiz? Aynadaki aksimiz bizi korkutmasın sorunun aynada hatta aynayı tutan da olabileceğini aklımızın bir köşeciğinde, hatırımızda tutalım.