Pek kimse bilmez ama benim de geçmişte futbola ilişkin girişimlerim olmuştu. Üstelik öyle ufak tefek de değil. Misal bunlardan biri Soccerex. Namı diğer Dünya Futbol Expo’su. Bu uluslararası futbol endüstrisi etkinliğini Türkiye’ye getirmeye kalkışmıştım, yaşadığım macerayı birazdan duyacaksınız.
Bir başkası bildiğiniz Passolig’le ilgili. Futbol statlarında şiddetle mücadele için giriş kartları ve dijital uygulamayı içeren proje. O zamanlar tabi bu isim yok ortalarda. Bunu da gündeme getiren ilk kişi olmuştum. Bu işlerde uzman olduğumdan değil ha, Soccerex’e vakti zamanında giden tek Türk olunca o gelişmeleri de erkenden öğrenmiştim. “Football Innovation Hub” bir diğer proje. Ama anlayan nerede?
Bir de futbol dışında spor alanında farklı girişimlerim de olmuştu. “Bacasız endüstri” diyerek konuya dikkat çekmek için Türkiye Spor Endüstrisi adıyla bir etkinliği ilk kez düzenlemiştim. Her ne kadar o dönemler bulunduğum üniversite kıymetini anlamasa da. Çektiğim çile de cabası. Uluslararası Olimpiyat Komitesi onaylı çocukların yarıştığı tek olimpik etkinlik olan The International Children’s Games organizasyonunu getirme konusunda yaşadıklarım ayrı bir macera. Hani bizim olimpiyatlara ev sahipliği için aday olup evimize gönderildiğimiz yıllarda… Daha başka başka girişimler de var ama yazması uzun. Bu kadar yeter…
“Hadi canım” diyenler, “hocam biz seni üniversitede iletişim, medya akademisyeni bilirdik, bu konu da nereden çıktı” diyenler olacaktır mutlaka. Sıkıntı yok, biraz araştırırlarsa bulurlar. Üstelik muhataplar henüz hayatta, yazdığıma itirazı olacak biri varsa da çıkar söyler.
Ne zaman futbolla ilgili bir konu açılsa rakip taraftarların bir fanatiklik derecesinde birbirleri için söyledikleri, bayağı ifadelerden öteye gitmeyen konuşmalara denk geliyorum. Ne zaman bir futbol maçı izlemek istesem futbolcular da aynı. Nereden edindiler bu çirkefleri bilinmez. Hele kulüp başkanlarının açıklamaları. Konuşmak zorunda mısınız? Açıkçası şu vasatlık, vandallık hali çok üzücü. Konu komşuya rezil olmak bir yana zaten dışa bağımlı futbol ekonomisi de giderek ölüyor.
Bu çizgiye kolay gelmedim tabi. Doğrusu benim de konuya ilişkin farkındalığım gelişeli beri futbola bakışım çok değişti. Yoksa ben de o güruhun içinde eriyip giderdim, ortam zaten çok müsait. Umarım şu taraftar, kulüp yöneticisi, federasyon yetkilisi denen tayfanın da farkındalığı gelişir.
“Nereden esti bütün bunlar” diyenler de olacaktır mutlaka. Trabzon’da oynanan Trabzonspor-Fenerbahçe karşılaşması hatırlattı bütün bunları işte. Siz futbolun görünen yüzündeki çirkinlere tanık olurken ben futbolun yarattığı ekonomik yükü hatırlıyorum hep.
Futbol endüstrisinden, futbol ekonomisinden bahsediyorum.
Futbol sportif bir faaliyetten çok daha fazlası. Ekonomi içinde önemli bir yere sahip. Yalnızca transfer piyasasından bahsetmiyorum neticede. Bir profesyonel futbolcu, teknik adam, yönetici kolay yetişmiyor. Öylesine çok ekonomik bileşen işin içine dahil oluyor ki! İnşaat, finans, tekstil, medya, eğitim gibi birçok sektör ve bunları da ilgilendiren, tedarik başta olmak üzere o kadar çok alan var ki…
Ülke sınırlarını aşan küresel nitelikte büyük bir sektör. Ve artık işler eski düzen değil. Hem sportif anlamda hem de endüstri anlamında uluslararası kural ve standartlar geçerli. Yani gelişmelere uyanlar dünya ligine gider, uymayanlara güle güle…
Böylesi bir ekonomik alan ülkemizde maalesef diğer alanlar gibi aynı kaderi paylaşıyor. Kuralsız, politik ilişkiler ve güce göre yönlenen bir futbol sektörü… Ülke bir türlü değişemiyor, değişemediği gibi bu endüstri de gelişmelerden nasibini alıyor. Diğer sektörler gibi ekonomik anlamda tamamıyla kontrolden çıkmış durumda. UEFA’nın koyduğu kurallar ve standartları söylemiyorum. Bir sömürü düzenden bahsediyorum. Üstelik geniş kitleleri yakından ilgilendirdiği için bu sömürü ekonominin de ötesinde politik düzeyde ve güçlü olarak ilerliyor. Tamamıyla ithalata dayalı yani dış ticaret kavramlarına göre söylemek gerekirse, ithalatı ihracatından oldukça yüksek olan bir sektör. Her yıl ülke dışından daha çok futbolcu, teknik adam ve alt yapı yatırımı için finans ve malzeme alırken dünyaya neredeyse hiçbir şey ihraç edemiyoruz. Statları geliştirmek, lojistik ve altyapı için daha fazla borç, daha fazla mal ve hizmet alıyoruz. Yani ticaret açığı veriyoruz. Üstüne üstlük devletin, halkın parasıyla, adeta cebine para konmuş, sorumsuz, zirzop çocukların yaramazlıklarına tanık olur gibi saçma sapan gelişmelere tanık olarak…
Anlayacağınız ülke ekonomisine bir kambur daha yarattık. Kulüplerin iktisadi nitelikleri de son on yıl içinde değişim geçirdi, dernek statülerinden işletmelere evrildiler evrilmesine ama hepsi batak. Vergi affı ya da başkaca destekler talep ederek, siyasilerden kotardıkları imkanlarla kamuya ve dolayısıyla halka ciddi bir borç yıktılar. Dünyanın en kolay pazarlanabilecek ürünü olan futbolun ülkemizdeki karnesi ve imajı yerlerde sürünüyor.
Gelinen durum beni hiç şaşırtmıyor. Öyle ya, politik kararlarla konunun ne olduğunu bilmeyen, elifi görse mertek sanacak kadar vasat atamalarla her ekonomik alanda olduğu gibi futbolda da gelinebilecek nokta ancak bu olabilirdi.
Futbolun bu seviyesizliği gelecek hakkında iyi ipuçları veriyor. Ama görebilene. Gelelim bendeki farkındalık konusunun gelişimine…
Yıl 2011… İstanbul Avrupa Spor Başkenti ilan edilmiş. O vakitler bir vakıf üniversitesinde öğretim üyesiyim. İletişim ve medya alanıyla ilgili yenilikçi eğitim içerikleri, ihtiyaçlar, gelişmeler üzerine çalışıyordum. “Pazarlama İletişimi” konusunun üniversitelerde ilk kez bir eğitim programı olmasını sağlayan kişi olarak farklı neler geliştiğine ilişkin içerikler okuyordum. Sağlık, finans, moda ve spor iletişimi gibi çok disiplinli konularda o günlerin yeni kavramları. Bir ara gözüme Soccerex başlıklı bir haber başlığı ilişti. Nedir bu diye linke tıkladığımda ise karşıma futbol endüstrisine ilişkin büyük bir etkinlik çıktı.
Haberin başında etkinliğin Brezilya olduğunu görünce ilgim daha bir artmıştı. Okudukça ve etkinliğin yarattığı etkiyi gördükçe bizde neden böyle şeyler olmaz diye içerlediğimi hatırlıyorum. Avrupa’nın ve dünyanın önde gelen spor kulüpleri, ülke federasyonları, inşaattan tekstile, teknolojiden yiyecek içeceğe kadar her sektörden iş yapan şirketlerin buluştuğu, katılımcı sayısı, yarattığı etki bakımından büyük bir etkinlik. Üstelik açılışını da FİFA Başkanı yapmış. Etkinliğin menşeini hemen araştırmaya koyuldum. Karşıma ne çıktı dersiniz? Doğal olarak İngiltere. Merkezi Londra olan bir şirket yapıyordu işi. Avrupa Soccerex adıyla bir başka etkinlikleri de vardı. Ve bu etkinlik o yıl Manchester’da yapılıyordu.
1995’ten bu yana yapılan bir etkinlik, hiç mi haberimiz olmaz arkadaş? Gerçi dünyada yenilikçi olan hangi konudan haberimiz oluyordu ki!
İnternet sağ olsun gözümüz açılmıştı bir kere… Bir e-posta adresi de vardı sitelerinde. Çekinmeden yazdım. Kendimi tanıttım, Türkiye’nin katılım durumunu sordum. Aynı gün yanıt geldi. Türkiye bu etkinliğe hiç katılmamış. Şaşırmamıştım, öylesine içine kapanık bir ülke ki burası.
“Onlar ortak biz pazar” cümlesi aklımda geziniyor yine.
O vakitler futbol liginde oynatılan yabancı oyuncu sayısındaki artışlar konuşuluyor, futbol için harcanan paralar havada uçuşurken kulüpler birer birer borç batağına gömülüyordu. Her kulüp dünyanın bir yerinden getirttiği yabancı futbolcularını gazetelerde, televizyonlarda boy boy tanıtırken, medya kuruluşları da bu düzene çanak tutuyordu. Yaşı gitmiş işi neredeyse bitmişlerin son durağı olan Türkiye’de kulüpler şöhret birini getirdik edasıyla tonlarca parayı harcıyor, ülke ekonomisinin açığına bir katkı da onlar sunuyordu. Dış ticaret açığı, kıt kanaat yaşamaya çalışanların değil, böylesi bonkörce, hesapsızca harcamalar yapan, sırf halkı beşikte iyi uyutuyor diye iktidarlar tarafından teşvik edilerek büyüyordu…
Zaten oldum olası küresel bir sömürü düzeninin parçası olduğumuz düşüncesine fena halde sahiptim. Futboldaki gelişmeleri gördükçe de fikri sabitliğim artıyordu.
Halkın cehaletini kullanmayı iyi bilen, neyin ne olduğuna ilişkin politik bir bilince sahip olamamış kitleleri uyutmak için futbol iyi bir kurtarıcıydı. Federasyon ise diğer spor federasyonları gibi çiftlikti, politik ve sermaye ilişkilerinin bir oyuncağı halinde vasatlığa katkı sunuyordu.
Açıkçası bu farkındalık futbola olan ilgimi de olumsuz etkiliyordu. Lig için alınan kararlar nedense hep ekonomik olarak aleyhimize kararlardı. Maçlarda oynatılacak yabancı oyuncu kontenjanı ayarlamaları sonunda bir süre sonra izlediğim müsabakalarda tek tük yerli oyuncu ismi duyar olmuştum.
Arkadaş bir Allah’ın kulu olsun bu ülkenin ekonomisini düşünmez mi?
Soccerex gibi futbolumuzu tanıtacak, pazarlayacak, dünyaya anlatacak bir etkinliğe ihtiyaç olduğu düşüncesine ikna olmuştum. Belki bu yolla yerli futbolcuların, kulüp ve teknik ekiplerin, endüstriye mal ve hizmet üreten şirketlerin kendilerini gösterme şansı olabilir, biraz olsun ihracat pazarı açabilirdik.
“Bu etkinlik belki de bir fırsat olabilir” diye düşünürken bir e-posta aldım. Paul adında pazarlama yetkilisi yanıt vermiş, ilgimden dolayı memnun olduğunu, etkinlik için Türkiye’yi düşündüklerini ancak iyi bir ilişki kuramadıklarını yazmıştı. “Cidden düşünüyor musunuz?” diye sorduğumda ise “Siz uçun gelin, kalacak yerinizi de ayarlıyorum burada, geri kalanı bana bırakın” yanıtını almıştım.
Şu Avrupalılar iş odaklı gerçekten, ego sorunlarını aşmışlar… Manchester yolu görünmüştü. Yanıma bu konulara ilgi duyan bir arkadaşımı da alarak uçtuk.
Şehrin tarihi tren garında çok iyi hazırlanmış bir etkinlik karşıladı bizi. Şovu çok güçlüydü. Birçok ülkeden katılımın olduğu fuar bölümü de vardı. Paul bizi etkinliğin kurucusu da olan organizasyon başkanıyla tanıştırdı. Fuarı gezdik. Ve ben stat girişi ve güvenliği için o yıllarda Avrupa’da kullanılmaya başlanmış olan dijital kart ve teknoloji ile ilk orada karşılaştım. Daha ne teknolojiler ve ne yenilikler vardı… Sonradan İtalyan olduğunu anladığım biri aniden kolumdan tutmuş ve standına zorla beni oturtmuştu. “Türkiye de bu yok, uygulamak zorunda olacak, haydi iş yapalım” diyordu. Hatırlıyorum da dönüşümde o vakitler Gençlik ve Spor Genel Müdürü olan bir arkadaşım vardı, konuyu ona aktarmıştım. O da stat tesislerini kulüplere devrettiklerini bu işin ancak kulüplerle veya federasyonla ilerleyebileceğini söylemişti. Devamında yetkili çok kişiyle görüşmüştüm. Futbolda şiddetin önlenmesine dair yasa çıkınca federasyon konuyla bizzat görevlendirilmiş, bilgi almak için beni de çok kez davet etmişlerdi. O sürecin içinde yaşananlar ayrı bir konu doğrusu…
Paul beni ve arkadaşımı iyi ağırlamıştı doğrusu. Ama bununla durmadı daha da ileriye gitti: “Türkiye’den yalnızca iki konuğum var biliyor musunuz? Onlar da sizlersiniz. Yazık ki sizin ülkeden yetkili hiç kimse yok burada. Ama bu önemli de değil. Konuyu patronla konuştum, bu işin Türkiye yetkisini size veriyoruz.”
İşte böyle. Birden önümüzde bir proje olarak Soccerex doğmuştu. 2012 Avrupa Spor Başkenti olan İstanbul için ve ülke futbolu için değerli bir pazarlama ve iletişim konusuydu. Aynı zamanda ekonomi etkisi yaratacak bir işti. Biz öyle düşündük ama sonrası tam bir facia… Siz deyin bir yıl ben diyeyim iki yıl boyunca yerel yönetim, federasyon, Ankara arası gezindim durdum. Bir arpa boyu yol alamadım. Kim dinlese ağzı açık kalıyor, ama hiçbir şey yapılmıyordu. Yandaş değildik sanırım… Bir süre sonra ülke bilindiği üzere karıştı, ardından malum darbe girişimi. Koptuk gittik Avrupa’yla.
Üzerinden yıllar geçti. Konu unutuldu derken iş dünyasından bir dostum “projeyi neden yapmıyoruz, 2023 Türkiye’de Cumhuriyet’in olduğu kadar aynı zamanda Futbol Federasyonu’nun da yüzüncü yılı” diyerek fitili yeniden ateşledi. “Emin misin, bak muhatap bulamıyoruz” diyerek önce vazgeçirmeye çalıştım. “Yok ya olur mu, tam zamanı hem bu büyük bir ihtiyaç” deyince yeniden Paul’e yazdım. Çok zaman geçmişti. Ayrılmış olduğunu öğrendim. Ama dijital dünyada ilişkiler kopmuyor. Buldum ve yeniden iletişime geçtim. Geçen zaman içinde kurucuları vefat etmiş. Beni birine yönlendirdi. Yine aynı ilgiyi gördüm, yetki belgelerini karşılıklı imzaladık. Ve süreç yeniden başladı. Açıkçası çok umutlu değildim, biraz da dostumun gazına geldim. Yine görüşmeler, federasyon… Herkes her şeyi biliyor havasında. Biliyor da ne yapılıyor derseniz dar alanda ego, güç mücadeleleri. Futbol kimsenin umurunda değil. Ülkeye verdiği zarar da. O dönem ki federasyon başkanı kesinlikle yapacağız düşüncesiyle sahiplenmişti. Şaşırtmayan bir süreci yine yaşadık. Ne mi oldu? Karar veremeden görevinden ayrıldı. Kadrosu da zaten ne yaptığını bilmeyen, dar görüşlülükle bir şeyler yaptıklarını sanan kişilerden oluşuyordu. Anlayacağınız yine başa döndük.
Şu maç olmasa bunları hafızamda gerilere atmıştım. Unutmanın iyi olduğunu düşünüyordum. Yine hatırlattı…
Bu futbola harcanan onca para eğitime harcansa ülke jet hızıyla kalkınırdı. Hadi harcadınız parayı anladık da arkadaş, en azından bir ekonomisi, gelir yaratan bir modeli olamaz mıydı bu işlerin?
Ortada bir futbol endüstrisi olduğu kesin. Ama bu endüstri dışa bağımlı, yerli ve milli değil. Üstelik yerli milli havası estiren bir politik döneminde. Geçtim futbolcusunu, teknik adamını futbol topunun kendisi de topa vuracak pabuç da çorap da forma da dışarıdan geliyor. Yazık ki taraftar başta olmak üzere ülke ekonomisine böylesine zarar veren bir endüstrinin varlığını kimse sorgulamıyor. Bunca rezilliğe rağmen küçücük bir farkındalık gelişmiyor.