Genişleyen Dünya, Daraltılan Yaşlılık

0
368

Nüfus yaşlanması, günlük hayatımızın çeşitli alanları üzerinde büyük etkileri olduğu için küreselleşme çağında önemli bir unsur olarak kabul edilmektedir.

Fakat burada durup da düşünülmesi gereken bir nokta var. Yaşlanma neo-liberal düzenin bakış açısının sığlığında yalnızca ‘önemli bir unsur’ ya da ‘tehdit’ olarak ele alınması gereken bir konu mudur yoksa yeniden varoluşun olasılıklarını barındıran ve hepimiz için sosyo-politik bir mücadelenin verileceği bir alan olarak mı görülmelidir?

 İlerleyen zamanda bu sorulara cevap ararken, hatta her cevapta yeniden sorular sorarken kısaca küreselleşmenin etkisinde kendisine alan yaratmaya çalışan yaşlılık konusunun gezindiği alanlara da değinmek gerekir.

Yaşlı insanların en yüksek oranları halihazırda daha gelişmiş ülkelerde bulunsa da bu yaş grubunun en hızlı büyümesi aslında “az gelişmiş dünyada” gerçekleşmektedir. 2006 ile 2030 arasında, az gelişmiş ülkelerde artan yaşlı insan sayısının, daha gelişmiş ülkelerdeki yüzde 51’lik artışa kıyasla yüzde 140 oranında artacağı tahmin edilmektedir.

Nüfus yaşlanmasının temel bir özelliği, yaşlı nüfusun kendisinin de giderek yaşlanmasıdır. Önümüzdeki yirmi yıl içinde 75 yaş üstü yaşlıların sayısındaki tahmini artış; yaşlanan nüfuslar için sağlık, barınma ve emeklilik talebinde artışa yol açacak ve bu nedenle hükümetler, politika yapıcılar, planlamacılar ve araştırmacılar için çok önemli yapısal ve kuramsal meydan okuma gerçekleşecektir.

Neo-liberal bakış yaşlanmaya ilişkin ulus devlet temelli çözümler (ve endişeler) ile küresel kurumlar tarafından formüle edilenler arasında artan bir gerilimle birlikte, nüfusun yaşlanmasının sosyal tarihinde kendine özgü bir boyut yaratmaktadır.

Burada ulus-devletlerin ulus-ötesi aktörler tarafından etkilendiği (ve bazen zayıflatıldığı) süreç olarak tanımlanan küreselleşmenin, nüfusun yaşlanmasına karşı tepkilerin şekillendirilmesinde de giderek etkili bir güç haline geldiğine de dikkat çekmek gerekir.

Yaşlanma, artık sadece bir ulusun ya da kültürün ‘öznel’ sorunu olmaktan çıkarken, ‘ulus-ötesi’ kurumların da aktif rol alması gereken; genel anlamda ‘bizlerin’ de dahil olmak zorunda olduğu bir ‘fikir, eylem ve uygulama’ alanı olarak geleceğimiz ve de bugünümüz açısından kaderimizin çizildiği bir mücadele alanı olarak görülmelidir.

Kurumlara artan güvensizliğin neticesinde değişimi sağlayabilecek ana aktörlerin üzerinde olan sorumlulukların da giderek talep eksikliğinden dolayı yerine getirilmeleri yönünde baskı oluşturmamaktadır.

Dünyanın pek çok ülkesinde, küresel yaşlanma sorunlarını çözme süreci, 2008–2012 küresel mali krizleri nedeniyle yavaşladı veya bir şekilde imkansız hale geldi. Yakın zamanda yapılan araştırmalar küresel ekonomik krizin, hem ekonomik güvenliği hem de yaşlılıkta sağlık hizmetlerine erişimi sağlamak için her ülkedeki mali baskıyı şiddetlendirdiğini göstermektedir. Zenginlik ve yoksulluk arasındaki uçurum büyürken yaşlı insanlar için seçme şansının olmayışı bu uçurumu daha da keskinleştirmekte derinleştirmektedir. Ekonomik güvenlik, sağlık ve engellilik ve yaşlılık dönemindeki yaşam koşulları tüm dünyanın politik endişeleridir, ancak sorunun doğası, kıtadan kıtaya ülkeler arasında önemli ölçüde farklılık göstermektedir. Yaşlı insanların yoksulluğu, zamanımızın sosyal, ekonomik ve etik tartışmalarında hâlâ temel bir endişe değil ne yazık ki. Hatta ironik bir durum, çünkü her fırsatta ‘yaşlanan dünyamız’ ‘artan yaşlı popülasyon’ diye vurgulanmaktan hiç de geri kalınmayan bir söylem, aslında neredeyse birçok olumsuzluk için bir işaret fişeğine dönüştürülmüş durumda.

Yaşlanmanın bir azınlık menfaati veya özel savunma davası olarak görülmesi nedeniyle kişilerin hakları da rutin olarak reddedilmektedir. Yoksulluğun ve sosyal dışlanmanın, dünya çapında bugünün yaşlıları ve gelecekteki bizler üzerinde dramatik etkileri olacağı gerçeği ile de karşı karşıyayız.   

Ülkelerin yaşlıları yerlerinde barındırarak, ‘yerinde yaşlanabilmeleri’ için sosyal emeklilik şartlarını sağlayabilmeleri, işgücünü yeniden yapılandırarak yaşlıların refahı için kaynakları nasıl kullanabilecekleri veya toplumlar ve topluluklar arasındaki  kuşaklar arası iletişimi teşvik ederek sosyal bakımı nasıl artırabilecekleri konusunda güçlü siyasi taahhütlere ve yönlendirmelere ihtiyaçları vardır. 

Ulus-devletin baskın mekansal biçim olarak görüldüğü bir dünyadan küresel finans piyasaları, teknoloji bölgeleri gibi bir dizi örtüşen alanla karakterize edilen akışkan, hatta neredeyse mekan dışı bir dünyaya ve iktidar yapılarına taşındık. Bu dönüşümler de ister istemez yaşlanan dünyayı etkiler oldu.

Her alanda yaşlanma hakkında geleneksel düşünme biçimlerinin zayıfladığına dair açık kanıtlarla karşı karşıyayız. Çevresindeki “yeni geçicilikler” ile birlikte “şekillendirilmiş bir gerçeklik” olarak kurgulanan yeni bir yaşlılık anlayışı yaratılıyor. Rasyonalizm, pozitivizm söylemleri altında kapitalizmin çerçevelerine uygun olarak anlamından uzaklaştırılan, her defasında farklı söylemleri merkezine alan yeni bir yaşlılık kurgulamasına tanık oluyoruz. Dolayısıyla yaşlılığı ele aldığımızı düşünürken zeminimizin bu şekilde bize döşeli olarak verildiğini biliyor olmak, görünenin arkasında bir görünmeyen olduğunu bize hatırlatabilir.

Küresel bir yaşlanma anlayışında bireysel ve toplumsal anlamda yaşlanmanın ve yaşlılığın yaşam alanının ihtiyaçları karşılar şekliyle ortaya çıkışına tanık olmaktan hayli uzağız. Artık tek bir uzamsal mantığın dışına çıkarak farklı alanların çoklu ve eleştirel perspektiflerle karşılaşıp örtüştüğü ya da örtüşemediği argümanlara hazır olup, merkezi tek bir argümanın doğru olamayacağını da biliyor olmalıyız.

Fakat toplumsal gerontoloji perspektifinden bakıldığında da ulus-devleti çalışmanın kilit odağı olmaktan çıkarmak için acele etmememiz, aksine bu karşılaşmaların birden çok mekansallığın karmaşıklığı ve aralarındaki karşılıklı ilişkilerle başa çıkabilecek merkezi bir yapının içinde daha iyi teorik ve ampirik modeller geliştirmemiz gerekeceğini de hatırlamamız gerekecek.

Çünkü küreselleşme, ülkeler içinde ve ülkeler arasında  yoksullardan zenginlere kaynak aktarma üzerine evrilmişken, dolayısıyla da bu evrim sosyal sorunları artırırken, aynı zamanda ülkelerin yaşlılık çalışmaları üzerine sosyal politika geliştirebilme kapasitelerini de azaltmaktadır. Bu sebeple en azından geliştirilecek öngörülü yaşlılık politikalarını içimizde uygulamaya  koymanın önünü açmaya çalışarak küreselleşmenin topyeküncü  ekonomik bakış açısına karşı bir kalkan oluşturmaya çalışabiliriz.

Küresel anlamda ekonominin geldiği nokta, kuşaklararası eşitsizlikleri artırdığı gibi aynı zamanda kuşakları ekonomik politikalar çerçevesinde karşı karşıya getiriyor.  Bu bağlamda “Kişisel” yaşlanmaların çoğu aslında kişilerarasıdır ve ne yazık ki günümüz gerçeğinde de ekonomi politikalarının insafına terk edilmiştir. Yetişkin yaşamının onlarca yılı, kendi refahımızın ayrılmaz bir şekilde başkalarının seçimlerine, davranışlarına ve kaynaklarına bağlı olduğu ve başkalarının refahının ayrılmaz bir şekilde bizimkilere bağlı olduğu ilişkiler tarafından şekillenir. Bu karşılıklı bağımlılıklar, sosyal politikalar tarafından güçlendirilebilir veya zayıflatılabilir. Ancak küreselleşme perspektifinde, eşitsizlik, sosyal tabakalaşma ve dışlanma ile avantaj ve dezavantaj birikimi yaşla birlikte artma eğilimine sokulmuştur.

Bu sebeple siyasi iradenin üzerinde ifade bulmasını sağlayacağımız talepleri, ‘ulus-devlet’ temelindeki programları, eylem planları ile uluslararası ekonomik ortodokslukla mücadele ederken yaşlılık politikalarımızı kurgulayabiliriz.

Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı’ndan yakın tarihli bir rapordan alıntı yapacak olursak: “İki büyük küresel ekonomik güç dünyanın dikkatini çekmek için rekabet ediyor. Bir yandan bilgi ve iletişim teknolojileriyle desteklenen “yeni bir ekonomi” vaadi ki bu, dünyanın en yoksul ülkeleri de dahil olmak üzere küresel düzeyde heyecan yaratıyor; buna karşılık küreselleşmeyle bağlantılı artan istikrarsızlık ve belirsizliğin yanında finansal şokların büyüme beklentileri üzerinde yarattığı endişeler… Sorulması gereken soru, bu küresel eğilimlerin dünyanın farklı yerlerindeki yaşlı erkek ve kadınlar için ne anlama geldiğidir. 

Biliyoruz ki bugün her ülkedeki insanlar kendi ulusal sınırlarının ötesinde olup bitenlerden hayatlarının çok çeşitli şekilde etkilendiğinin bilincindeler. Giderek daha etkileşimli bir dünyada yaşıyoruz. Hatta Covid19 salgını bunu bizlere olağanüstü bir çarpıcılıkla yaşattı ve yaşatacaktır da. Ancak bu bilgiyi düşünce ve anlayış sistemlerimize entegre etmek hala oldukça zor. Özellikle de bu değişikliklerin politika üretim süreçlerinde pek de görünmeyen yaşlı erkek ve kadınları nasıl etkilediğini sormamız gerekiyor. 

 Karşımızda duran sevimsiz gerçek şu: Yakın gelecekte zenginler, seçkinler daha da zenginleşirken milyonlarca yaşlı erkek ve kadın daha da fakirleşecekler. 

Ailenin parçalanmasının sonuçları küreselleşmenin etkileriyle birleştiğinde yüzümüze çok sert bir tokat gibi çarpıyor. Sanayileşme ve kentleşmenin kümülatif etkileri ailelerin yapısında geri döndürülemez değişikliklere yol açtı. Her geçen yıl daha fazla genç, yeni iş fırsatları ve daha iyi yaşam standartları adına yaşlı ebeveynlerini bırakmak, çekirdek aileye, hatta tek kişilik hayatlara yönelmek durumunda kalıyor. Bu durum yaşlı kişilerin izolasyonuna, reddedilmesine ve yalnızlaşarak psikolojik sıkıntılar yaşamalarına neden oluyor. Ortak yaşamın, ailelerin dağılmasının ve modernleşmenin giderek artan etkisinin sonucu, yaşlıların bakımı tüm dünyada önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaya başlamıştır. 

Rollerin belirsizleşmesinin yan etkileri yaşlanma işaretlerini de, kişilerin bir rolden diğerine geçişini de değiştiriyor. Tarıma ve kendi içindeki üretime dayalı ekonominin olduğu daha önceki zamanlarda çocuklar ebeveynlerin mesleğini takip ederken yaşlıların uzmanlığı ve deneyimlerinden yararlanıyorlardı. Değişen eğitim sistemi ve anlayışı, teknolojik değişiklikler modernizasyon ve küreselleşmenin gerekli kıldığı hız ve değişkenlik, yaşlıların bilgilerini geçersiz kılarak neredeyse geçmişin bilgelerini bir anda bugünün cahilleri konumuna iterek onları işlevsizleştirdi. Bu durum insanların emekliliğin eşiğine geldiklerinde net bir rol bulamamalarına sebep olurken, statü kaybına, yalnızlığa ve değersizlik hissine yol açıyor. Ebeveynler ekonomik olarak çocuklarına bağımlı olduklarında sorun daha da katmerleniyor. 

Sonuç olarak neoliberal bakış açısı, her yaşı girişimci benlik perspektifinden ele aldığından, yaşlılığı yaşam akışının belirli bir aşaması olduğu gerçeğine meydan okuyor.  Kamu kaynakları azaldıkça, kişisel sorumluluk üzerindeki neoliberal vurguya dair ekonomik- politik sorgulamanın artacağını da söylemek mümkün.

Zira neoliberalizm yaşlılığı kişilerin kendi bireysel varoluş sorunları olarak görüyor ve yaşlılık kaynaklı sorunları tamamen bireye yükleme eğilimi taşıyor.

Yeni dönemde gerontologlar ve yaşlanmaya ilişkin çalışan örgütler, kuruluşlar  “üretken”, “aktif” ve “başarılı” yaşlanmanın peygamberleri haline geldiler.  Pozitif yaşlanmaya yapılan bu vurgu, bireylerin kendi yaşlanma sonuçlarından sorumlu olduğu fikrini pekiştirirken asıl sorumluluk taşıması gerekenleri; kanun koyucuları, sosyal politika üretenleri sorumluluk anlamında silikleştirerek, problemlerin kaynaklarını da saklama olanağını ellerine veriyor.

Oysa yaşlanmanın pek çok yönü bireylerin kontrolünde değildir ve çoğu sorun, kişilerin kendi dışındaki sosyal, politik ve ekonomik alanlarda kök salmıştır. Yaşlılık deneyimleri, aslında tüm yaşam boyunca hatta kendi yaşamlarımızdan da önce şekillenmiş bir dünya ile  hem genel hem özel tarihimiz ile yakın ilişkilidir. Yaşamımız boyunca sahip olduğumuz tüm olanaklar ve olanaksızlıklar, dezavantaj ve avantajlar, yaşam seyrimizi oluştururken yaşlılık zamanlarımızda sonuçlarıyla bizleri karşılarlar. Herkes yaşlılığı kendi yaşam seyrinin mikro ve makro düzeydeki tüm bileşenleri ile birlikte farklı biçimde yaşayacaktır.  

Modernite, içinde devam eden sürece katkıda bulunarak bütün bir yaşam süreci bağlamında görülen yaşlılığın anlamını daha da aşındırıyor. Yaşlılık, geç modernitede en çok korkulan ve inkar edilen her şeyin temsilcisi haline gelirken, yaşam çevresinin dışına itilerek bağlamlardan özenle ayrıştırılmaya tabi tutuluyor. 

“Yaş sistemi”, modernitenin yönetimselliğinin önemli bir parçasını oluştururken, insanları yaşa göre sınıflandırıp bölerek, eşitsizliklerin gizlenmesini kolaylaştırıyor. 

Sanırım yaşlanmanın küreselleşmenin etkisinde içine tıkıştırılmaya çalışıldığı, neredeyse eciş bücüş hale getirilerek konulduğu kutuyu açma vakti geldi. Bireylerin eylemlerini etkileyen sosyal kısıtlamalar ve teşvikler konusundaki farkındalıklarını artırarak ve “yapının kara kutusunu” ortaya çıkararak daha sosyal ve eşit bir dünya ihtiyacı görünür kılınmalıdır.   

Birbirini izleyen kuşakların yaşlanma hakkında anladıklarımızın çoğuna meydan okuyacağına da şüphe yok. Yaşlanmanın geleceğini toplumsal düzeyde de yansıtarak daha ‘öngörülü bir gerontoloji’ inşa etmede kazanılacak çok şey olacaktır.

Kişisel yaşlanmayı anlamak için kişiselin ötesine bakmanın zamanı geldi de geçiyor.