“Ülke ona kulluk etmemeye karar versin bir kere, tiran kendiliğinden yok olup gider”
Kitabı aldım. İsmi etkileyiciydi zaten. Sonra bu cümleyi okudum. Aynı gün bitti kitap. Okurken dedim bu kadın benim fikirlerimi çalmış yüzlerce yıl öncesinden. Meğer erkekmiş yazar… Böyle şeyleri kadınlar yazar diye düşündüm nedense. O kadar hisseden cümleler ki… Tamam tamam kızmayın! Bazen erkeklerde düşünebiliyor…
“Fikirlerimi çalmış” sözünü de açıklamak isterim. Bu kibirden “bakın ne de iyi düşünüyorum” sözleri değil. “Aklın yolu bir” sözleri… Düşünen insan, doğru düşünmeye başladığında aynı yola giriyor. Çünkü düşüncelerimiz bizim uydurduğumuz şeyler değil, aklın görünen üzerine yaptığı bir işlemdir. Görünen üzerine akılcı düşünen daha doğrusu görebilen herkes aynı sonuca varacaktır.
Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev… Etienne de La Boetie. İlk e harfinin üzerinde bir kesme işareti var ama ben bilgisayarda beceremedim onu. Kitabın kapağına bakınca görürsünüz zaten. Mühim olan içeriği… Çeviri Mehmet Ali Ağaoğulları’na ait.
Kitabın isminden de anlaşıldığı üzere tiranların hizmetine girmiş insanların, halkların, bunu nasıl gönüllü olarak yaptığını daha doğrusu hegemonyanın nasıl gerçekleştiğini anlatmış ama siz de bilirsiniz o yüzyıla özgü olmayan bir konudan bahsediyor aynı zamanda. Okurken fark ediyorsunuz ki günün konusu ve aynen dünün konusu.
Şimdi size kitabın en can alıcı bölümünü olduğu gibi aktaracağım. Çünkü ekleyecek tek bir cümlem yok!
“Zavallı sefil insanlar, akılsız halklar, kötü durumlarında kalmak için direnen ve iyiliklerini göremeyen uluslar!
Sizler gözünüzün önünde, en güzel ve en parlak kazançlarınızın götürülüşüne, tarlalarınızın yağmalanmasına, evlerinizin ve eşyalarınızın çalınmasına seyirci kalıyorsunuz.
Öyle bir yaşam sürüyorsunuz ki, hiçbir şeyin size ait olduğunu söyleyebilecek durumda değilsiniz. Şimdi, mallarınıza, ailelerinize ve yaşamlarınıza yarım yamalak bile sahip olmak, size büyük bir mutluluk gibi gözüküyor. Tüm bu zarar, bu kötülük, bu yıkım size düşmanlardan gelmiyor; hiç kuşkusuz düşmandan, yani öylesine yücelttiğiniz, uğrunda cesaretle savaşa gidip kendinizi ölüme atmaktan çekinmediğiniz o kişiden geliyor.
Size böylesine hâkim olan kişinin iki gözü, iki eli, bir bedeni var ve herhangi bir insandan daha başka bir şeye sahip de değil. Yalnızca sizden fazla bir şeyi var, o da sizi ezmek için ona sağlamış olduğunuz üstünlük.
Eğer siz vermediyseniz, sizi gözetlediği bu kadar gözü nereden buldu? Sizden almadıysa, nasıl oluyor da sizleri dövdüğü bu kadar çok eli olabiliyor? Kentlerinizi çiğnediği ayaklar sizinkiler değilse bunları nereden almıştır?
Sizin tarafınızdan verilmiş olmasa üzerinizde nasıl iktidarı olabilir? Sizinle anlaşmadıysa sizin üstünüze gitmeye nasıl cesaret edebilir? Kendinize ihanet etmeseniz, sizi öldüren bu katilin yardakçısı olamasanız ve sizi yağmalayan bu hırsıza yataklık etmeseniz o ne yapabilir?
Zarar versin diye meyvelerinizin tohumunu dikiyorsunuz. Hırsızlıklarına eşya sağlamak için evlerinizi doldurup döşeyip kızlarınızı da şehvet tutkusunu tatmin etsin diye yetiştiriyorsunuz. Çocuklarınızı onlara yapabileceği en iyi şey olan savaşlarına götürsün diye, katliama götürsün diye, onları tutkularının uşakları ve intikamlarının uygulayıcıları yapsın diye büyütüyorsunuz.
Derin haz duygularını incelikle ele alabilsin ve pis ve rezil eğlencelerinin içinde yuvarlanabilsin diye ölesiye çalışıp bitkin düşüyorsunuz. Onun daha güçlü ve sert olması ve böylece dizginleri daha da sıkması için kendinizi zayıflatıyorsunuz.
Hayvanların bile sezinleyemeyeceği ya da katlanamayacağı tüm bu kötülüklerden kurtulabilirsiniz. Bunun için kurtulmaya çabalamanız gerekmez, yalnızca kurtulmak istemeniz yeterli olacaktır. Kulluk etmemeye karar verdiğiniz an özgürsünüz demektir.
Onu itmenizi ya da dengesini bozmanızı istemiyorum. Fakat yalnızca onu desteklemeyin; işte o zaman onun altından kaidesi çekilmiş bir Colosse (Rodos’taki devasa Helios heykeli) gibi tüm ağırlığıyla düşüp parçalandığını göreceksiniz.”
Çarpıcı değil mi? Gelelim günümüze, evet gelelim gelelim, tamam duralım ve düşünelim. Yöntemler değişmiş olabilir mi? Yani kulluğun değişmediğinde hem fikiriz ama köleleştirilmemiz için farklı yöntemler deniyor olabilirler mi şimdiki tiranlar? Yani iki binli yıllar, gelişmiş teknoloji, bilgiye ulaşımın kolaylaşması, düşüncenin daha fazla gelişmiş olması filan kulluğumuzun farkında olmayı sağlayamıyor mu?
Görüyorum ki sağlayamıyor. Çünkü “modern” dünya kulluğumuzun devamı için kendini geliştiriyor. Televizyonlar, radyolar, şimdilerde internet, sosyal medya gibi araçlar belki de kulluğumuzu eskisinden daha kolay sağlamanın yöntemleri… Düşünmeye vakti olmayan insan düşünemez! Zaman çok hızlı akıyor di mi? Hiçbir şeye vaktiniz yetmiyor. Çünkü sizi meşgul etmek ve düşünemez hale gelmenizi sağlamak şimdiki tiranların taktiği.
Başınızı telefonunuzdan kaldıramayın, kaldırdığınızda artık uyuma zamanınız gelsin. Düşünmeyin! Sabah da koşarak işe yetişin. Düşünmeyin! İş yerinizde öyle bir çalışın ki sizi çıkartıp yerinize başka birini alamasınlar. Düşünmeyin! Molalarınızda sosyal medyada neler olmuş bakın, koşarak işinizin başına dönün. Düşünmeyin! Eve dönün çoluk çocuk, alışveriş, maddi sorunlar, ödemeler, alacak-verecek… Düşünmeyin!
Ha bunlardan çok mu yoruldunuz? Sığının bir tarikata-cemaate şeyhiniz sizin için düşünsün! Gidin tövbe edin orada, yenilenin, şeyhiniz sizi günahlardan kurtarsın! Şeyhiniz öldüğünde tövbeler geçerliliğini mi kaybetti? Düşünmeyin! Oğulları sizin yerinize düşünecektir. 3 oğlana 3 camii. Daha ne istiyorsunuz? Birdi 3 oldu. Artık üç yerde de tövbe edebilirsiniz.
Gördüğünüz gibi kulluk etmek isteyene zaman-mekan-kişi fark etmez! 16.yüzyılda da kuldur, 21.yüzyılda da… Yeter ki düşünmeyin! Siz düşünmeyin ki sizi yönetenler tüm kötülüklerine devam edebilsinler…
Not: Haftaya kitaptan esinlendiğim başka bir yazıyla geleceğim. Umarım kitabı okursunuz ve üzerine biraz yazışabiliriz. Sevgi ve umutla…