Bazı sergiler, sanat tarihine estetik ya da kuramsal katkılarından çok, ideolojik izleriyle kazınır. 1937 yılında Münih’te açılan “Entartete Kunst” (Dejenere Sanat Sergisi), işte tam da böyle bir örnek.
Serginin Hitler Almanya’sının eseri olması elbette tesadüf değildi. Etkinlik, iktidarların baskı aracı olduğu kadar, direnişin de en güçlü dili olan sanatı, yeni bir tarihi kavşağa getirmiş, sanatın politik kontrol mekanizmalarına nasıl bir tehdit oluşturduğunu bir kez daha gözler önüne sermişti.
Gelin öykünün devamına birlikte bakalım.
Hitler, kendini yalnızca bir siyasi lider değil, aynı zamanda bir “estetik otorite” olarak görüyordu. Muhtemelen buna şaşırmadınız. Ona göre sanatın görevi, Nazi ideolojisinin “yüksek değerlerini” yüceltmek ve Alman halkının “saf” ruhunu beslemekti. Nazi sanatı, Aryan ırkının üstünlüğünü vurgulayan temalarla doluydu. Güçlü, sağlıklı, genç ve “arı” Alman bedenleri, özellikle heykel ve resimlerde sıkça işleniyordu. Sanat, ırksal saflığı teşvik etmek ve Yahudi, Slav ve diğer “aşağı” olarak görülen grupları aşağılamak için bir propaganda aracına dönüştürülmek isteniyordu. Bu nedenle halkın hafızası yeniden dizayn edilmeli, Soyut Sanat, Ekspresyonizm, Dada, Kübizm gibi akımlar yalnızca “sanat dışı” olarak değil; aynı zamanda “tehlikeli” ve “ahlaki yozlaşmanın kanıtı”, yani “dejenere” olarak yer etmeliydi.
Rota yeniden oluşturuluyor
Nazi rejiminin “sanat” tanımı, sadece estetik değil, aynı zamanda politik bir sınır çizimiydi. Rejim, kültürel alanları sıkı bir ideolojik denetime tabi tutarak yola koyuldu. 1933’te Joseph Goebbels başkanlığında kurulan Kültür Odası (Reichskulturkammer) kurallarınca sanatçılar, eser üretebilmek için, buraya kayıtlı olmak zorundaydı. Üye olmayan sanatçılar, sergi açma, eserlerini satma, hatta stüdyolarında üretim yapma hakkına bile sahip değildi. Sadece biçim değil, sanatçının kimliği de hedefteydi: Yahudi, komünist, göçmen ya da farklı düşünen biriyseniz, yaptığınız iş otomatik olarak rejim düşmanıydı. Bu yaklaşım, sanatın sadece biçimiyle değil, niyetiyle de cezalandırıldığı bir dönemin kapılarını açtı; modern sanatla ilgilenen pek çok sanatçının üyeliği reddedildi; bazıları işinden oldu, bazılarıysa ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Kimi eserler doğrudan toplatıldı, kimileri kamuya açık biçimde imha edildi.
Sanata ve sanatçıya uygulanan baskı doruk noktasındaydı. Ne de olsa sanat, politik kontrol mekanizmalarına tehdit oluşturuyordu.
Münih’te Açılan Bir Linç Sahnesi: Karanlık Salonlar, Aydınlık Fikirler
“Entartete Kunst” (Dejenere Sanat Sergisi), yeni bir hafıza inşası için,19 Temmuz 1937’de Münih’te kapılarını açtı. Sergi, tarihin en karanlık rejimlerinden birinin sanatla savaşını gözler önüne serdi. Modern sanatın özgür ve deneysel ruhunun, yozlaşmayla eşdeğer görülmesi için Wassily Kandinsky, Paul Klee, Max Beckmann, Ernst Ludwig Kirchner, Otto Dix ve George Grosz gibi dönemin önde gelen sanatçılarına ait yüzlerce eser, karanlık ve kaotik salonlarda, kötü ışıklandırmalar altında, hakaret içeren başlıklar ve alaycı açıklamalarla küçük düşürülerek halkın önüne atıldı. Sanatçılar, delilikle, ahlaki çöküntüye sebep olmakla ve toplumsal sapkınlıkla suçluyordu:
“Bu tablo bir delinin zihinsel boşalmasıdır.”
“Vergi paralarınızla alınan bu çöp!”
Serginin ziyaretçi rehberinin kapağında ise, bu sanatçılara yönelik sert ifadeler kullanılıyordu:
“Cahillik mi, aptallık mı? Yoksa -en uç noktada- her ikisi birden mi?”
Amaç açıktı: Modern sanatı itibarsızlaştırmak, halkı bu tarzdan soğutmak ve Nazi sanat anlayışının “temizliğini” vurgulamak.
Elbette asıl hedef, özgür düşüncenin ta kendisiydi!
Yasağın Cazibesi: Merak, Sessiz Direniş ve Çiçekler
Sergi açıldığında, Nazi propagandası büyük bir zafer edasıyla duyurular yaptı. Sergi 19 Temmuz – 30 Kasım 1937 tarihleri arasında yalnızca Münih’te değil; Berlin, Leipzig, Düsseldorf, Weimar, Halle, Viyana ve Salzburg gibi şehirlerde de gösterildi. 1941’e kadar yaklaşık 3 milyon kişi tarafından gezildi.
Ancak, modern sanatın halkı “zehirlediğini” kanıtlamak üzere kurgulanan mizansen ters tepmişti. İzbe koridorlarda gezinen halkın önemli bir bölümü, aşağılanan eserlerle beklenenden çok daha derin bir bağ kurdu. Kimi meraktan, kimi tepki göstermek için, kimi ise sanatla empati kurmak için geldi. Sergi boyunca kimi izleyiciler resimlere gizlice çiçek bırakırken, kimiyse notlar iliştirdi. Böylece “Dejenere Sanat Sergisi”, baskının biçim değiştirmiş bir itirafı, özgür ifadenin inatçı bir belgesine dönüştü. Karalanmaya çalışılan her tablo, aşağılanan her fırça darbesi, özgürlüğün ve ifade hakkının susturulamayan bir çığlığı halini aldı.
Nazi rejiminin bastırmak istediği sanat, çok daha geniş bir görünürlük kazandı. Sansür, bu kez kendi propaganda silahıyla çelişmişti.
Sizce de ironik değil mi?
Sanat susturulmak istendiğinde: Bir evrensel refleks
Nazi Almanya’sındaki “dejenere” yaftası, tarihteki tek örnek değil. Sanatla otoritenin çatışması, neredeyse her baskıcı rejimin ortak refleksi. Çünkü sanat, doğası gereği çoğulcu, eleştirel ve sorgulayıcıdır. Sadece neyin güzel olduğunu değil, neyin doğru, neyin adil olmadığını da sorar. Bu yüzden farklı olanı bastırmak isteyen her iktidar, önce sanatı hizaya getirmeye çalışır. Hatırlarsınız; Stalin döneminde, sosyalist gerçekçilik dışındaki her sanat anlayışı yasaklanmıştı. Çin Kültür Devrimi sırasında binlerce eser yakıldı. Günümüzde ise sansür, daha ince yöntemlerle karşımıza çıkıyor: Fonların kesilmesi, galerilerin hedef gösterilmesi, “ahlak” ya da “değerler” bahanesiyle yasaklanan sergiler…
Dejenere Sanat Sergisi, bu anlamda bir dönemin değil, evrensel bir eğilimin simgesi. Hangi çağda olursa olsun, sanata karşı açılan savaş, aslında özgür düşünceye karşı açılmış bir savaştır.
Susturulamayan renkler, susturulamayan sanatçılar: Sanat direnir
O dönem yasaklanan eserler, bugün MoMA’dan Tate’e, Louvre’dan Centre Pompidou’ya dünyanın en saygın müzelerinde sergileniyor ve insanlık tarihinin vicdanına tanıklık ediyor. Bir zamanlar “yozlaşmış” denilen renkler, şimdi kolektif hafızamızda, faşizmin karşısında duran cesur sesler olarak parlıyor. Onlara hakaret edenler ise tarihin karanlık raflarında, çoktan unutulmuş durumda. İzbe salonlara asılan hakaret dolu etiketler, faşizmin sanata karşı yürüttüğü savaşın belgeleri olarak yerini aldı.
Sanatçılara gelirsek…
Naziler tarafından dışlanan sanatçılar arasında ülkeyi terk edenler de vardı, direnenler de. Max Beckmann, serginin açıldığı gün Hollanda’ya göçtü. George Grosz ise Amerika’ya yerleşti. Egon Schiele ve Ernst Ludwig Kirchner gibi sanatçılar ağır psikolojik baskılarla boğuştu; Kirchner, bir süre sonra intihar etti.
Yine de bazı sanatçılar, yeraltında üretmeye devam etti. Atölyelerini gizlice kullanarak ya da eserlerini takma adlarla yayınlayarak ifade alanlarını korumaya çalıştılar. O dönemde sanat, yalnızca estetik değil; bir varoluş biçimi, bir protesto aracına dönüştü.
Sanat yalnızca güzelliğin değil, hakikatin de dili. Ancak o, her zaman doğrudan çarpışmaz. Bazen dolaylı anlatımla, bazen ironiyle, bazense sadece var olarak direnç gösterir. Bu dili susturmaya çalışan her sistem, kendi korkularını gün yüzüne çıkartır.
Günümüz İçin Bir Not
Dejenere Sanat Sergisi sadece bir tarihsel not değil, bugüne dair de bir uyarıdır. Sanatın hangi ellerde ve hangi niyetlerle baskılanabileceğini, ifade özgürlüğünün ne kadar kırılgan olabileceğini hatırlatır. Bugün dünyada birçok sanatçı, benzer tehditlerle karşı karşıya. Bu yüzden geçmişteki sergiler yalnızca sanat tarihi açısından değil, toplumsal hafızamız açısından da okunmalıdır.
“Dejenere Sanat Sergisi”, sanatın sansürü aşma gücünün kanıtıdır. Bazen bir sergi, bir isyan kadar güçlü olabilir.
Şu soruyla bitirelim;
Susturulmak istenen ne ve neden?
Sanat bu soruyu sormaya devam ettiği sürece, hiçbir otorite tam olarak kazanmış sayılmaz.
KAYNAKÇA
- Petropoulos, J. (1996). Art as Politics in the Third Reich. University of North Carolina Press. ↩
- Spotts, F. (2002). Hitler and the Power of Aesthetics. Overlook Press. ↩
- Barron, S. (Ed.). (1991). “Degenerate Art”: The Fate of the Avant-Garde in Nazi Germany. Los Angeles County Museum of Art. ↩
- Grosshans, H. (1983). Hitler and the Artists. Holmes & Meier. ↩
- Lapp, B. (2015). Exposing the “Degenerate Art” Exhibition. United States Holocaust Memorial Museum. ↩
- Adam, P. (1992). Art of the Third Reich. Harry N. Abrams. ↩
- Steinweis, A. (1993). Art, Ideology, and Economics in Nazi Germany: The Reich Chambers of Music, Theater, and the Visual Arts. University of North Carolina Press. ↩
- Barron, S. (1991), a.g.e. ↩
- Chaitkin, M. (2010). The Hitler Book: The Campaign to Destroy Modern Art in Germany. Schiller Institute. ↩
- Michalski, S. (1994). New Objectivity: Painting, Graphic Art and Photography in Weimar Germany 1919–1933. Taschen. ↩
- Dempsey, A. (2002). Art and Politics. Thames & Hudson. ↩