Savaşın Külünden Doğan İhtiyaç: Kömür Gazıyla Çalışan Otomobiller

0
33

“Eğer gazojen olmasaydı, pek çok cephe aç kalır, pek çok insan ulaşım sağlayamazdı.”
Tarihi Teknolojiler Raporu, 1997

Otomotiv endüstrisinin ilk yıllarında, benzin kolayca bulunabilen ve günümüze göre nispeten ucuz bir yakıttı. Ancak, 20. yüzyılın ortalarına doğru patlak veren dünya savaşları, bu durumu kökten değiştirdi. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sırasında, petrol kaynaklarına erişimin kısıtlanması ve benzin tedarikindeki ciddi aksamalar, araç sahiplerini ve mühendisleri alternatif yakıt kaynakları aramaya itti. İşte tam da bu zorlu koşullar altında, kömür gazı (havagazı veya odun gazı olarak da bilinir) ile çalışan otomobiller geçici bir çözüm olarak ortaya çıkacaktı.

Savaş, ülkelerin birbirlerinin ticaret yollarını kesmesine ve petrol üretim bölgelerini kontrol altına alma çabalarına yol açtı. Bu durum, özellikle Mihver Devletleri gibi deniz aşırı kaynaklara erişimi sınırlı olan ülkelerde ciddi bir yakıt krizi yarattı. Ayrıca savaşın lojistik gereksinimleri, üretilen benzinin büyük bir kısmının askeri amaçlara ayrılmasına neden oluyordu. Sivil kullanıma ayrılan miktar ise giderek azaldı ve dağıtımında ciddi sorunlar yaşanmaya başladı. Kömür, odun gibi yerel olarak bol bulunan kaynaklar, yakıt kıtlığına karşı bir alternatif oluşturuyordu. Bu kaynakların kullanımı, ülkelerin dışa bağımlılığını azaltma ve kendi kendine yeterliliklerini sağlama çabalarının bir parçasıydı. Savaş şartlarında bile insanların işlerine gitmeleri, temel ihtiyaçlarını karşılamaları ve mal taşımacılığının devam etmesi gerekiyordu. Kömür gazıyla çalışan araçlar, benzinli araçların çalışamadığı durumlarda ulaşımın sürekliliğini sağlamada önemli bir rol oynayacaktı.

Savaşın getirdiği yakıt kıtlığı, sadece askeri araçları değil, sivil ulaşımı da derinden etkiledi. Benzin istasyonları boşalırken, insanlar günlük yaşamlarını sürdürmek için alternatif yollar arayışına girdi. Bu dönemde, kömür, odun ve hatta tarımsal atıklar gibi yerel kaynaklardan elde edilebilecek yakıtlar alternatif olarak ön plana çıktı.

Kömür gazı teknolojisi aslında yeni değildi. 19. yüzyıldan beri ısınma ve aydınlatma amaçlı kullanılan bu gaz, içten yanmalı motorlarda yakıt olarak kullanma fikriyle yeniden gündeme geldi. İlk denemeler oldukça zahmetli ve ilkeldi. Araçların arkasına veya yanına monte edilen büyük ve hantal kazanlı sobalarda katı yakıtlar yakılıyor, elde edilen gaz filtrelenerek motora iletiliyordu. Kömür gazıyla çalışan bir otomobilin temelini, bir gaz jeneratörü (gazlaştırma kazanı) oluşturuyordu. Bu kazan, genellikle çelikten yapılmış, ısıya dayanıklı bir yapıya sahipti. İçerisine kömür, odun talaşı, kömürleşmiş odun (mangal kömürü) veya benzeri katı yakıtlar dolduruluyordu. Yakma işlemi kontrollü bir şekilde, sınırlı hava beslemesiyle gerçekleştiriliyordu. Bu sayede tam yanma yerine, yakıtın pirolizi (ısı etkisiyle kimyasal ayrışması) sonucu yanıcı gazlar elde ediliyordu. Bu gazlar başlıca karbon monoksit (CO), hidrojen (H₂), metan (CH₄) ve azot (N₂) içeriyordu. Ancak bu tek başına yeterli değildi; Elde edilen ham gazın, motora gönderilmeden önce bir dizi işlemden geçirilmesi gerekiyordu.

“Savaşın ortasında, bir gazojen kamyonla cephane taşıyorduk. Soğukta aracı çalıştırmak saatler alırdı. Ama başka çaremiz yoktu.”
Hans Riedel, Wehrmacht Lojistik Subayı, 1944

Bu işlemlerden ilki soğutma işlemiydi; Yüksek sıcaklıktaki gaz, bir soğutucu vasıtasıyla ortam sıcaklığına yakın bir seviyeye indiriliyordu. Bu, motorun verimli çalışması ve aşırı ısınmanın önlenmesi için önemliydi. İkinci ve en önemli işlemlerden biri olan filtreleme sayesinde, gaz, içerisinde bulunan kurum, toz ve diğer partiküllerden arındırılıyordu. Bu işlem, motorun aşınmasını ve tıkanmasını engelliyordu. Genellikle kumaş filtreler, siklon ayırıcılar veya benzeri mekanizmalar kullanılıyordu. Son olarak bazı sistemlerde, gazın içerisindeki nemin yoğuşarak motorun zarar görmesini engellemek için nem alma üniteleri bulunuyordu. Temizlenmiş ve soğutulmuş gaz, daha sonra motorun karbüratörüne veya emme manifoltuna yönlendirilerek hava ile karıştırılıyor ve silindirlerde yakılıyordu.

“Korkunç görünüyorlardı ama o tanklar olmasaydı ulaşım diye bir şey kalmazdı.”

Historische Technik Magazin, 1978

Mühendisler, mevcut motorları kömür gazıyla çalışacak şekilde uyarlamanın zorluklarıyla boğuşmalarına rağmen, gazın düşük enerji yoğunluğu, motorun performansını ciddi şekilde düşürüyordu. Benzinle çalışan bir otomobilin hızına ve ivmelenmesine ulaşmak neredeyse imkansızdı. Dönemin bir otomobil dergisinde: “Benzinle bir kuş gibi uçan araçlarımız, kömür gazıyla bir kaplumbağa misali ilerliyor.” yazıyordu. Sürücüler bu duruma mecburiyetten katlanıyorlardı. Yakıt bulmanın neredeyse imkânsız olduğu bir dönemde, kömür gazı bir can simidi görevi görüyordu. Ancak, sistemin karmaşıklığı, düzenli bakım gerektirmesi ve yakıt ikmalinin zahmetli olması günlük kullanımı oldukça zorlaştırıyordu. Her yolculuk öncesinde kazanı doldurmak, ateşi yakmak ve gazın hazır olmasını beklemek saatler sürüyordu. Yolda gaz biterse, tekrar yakıt bulmak ve sistemi çalıştırmak tam bir çileydi.

“Çocukken sabahları sokaklardan ağır kokular gelirdi. Kamyonlar dumanlar içinde çalışır, sürücüler kazanları karıştırırken ter içinde kalırdı.”
Claire Monet, Paris, 1943’ten bir anı

Otomobillerin sırtında tuhaf balonlara benzeyen yapılarla dolaştığı, kömür gazıyla çalışan araçların üzerindeki bu “gaz balonları” sadece dikkat çekici bir görüntü sunmakla kalmıyor, aynı zamanda bu ilginç teknolojinin kalbini oluşturuyordu. “Gaz balonu” olarak adlandırdığımız yapılar aslında gaz depolama tanklarıydı. Kömür gazının düşük enerji yoğunluğu nedeniyle, benzin tanklarına kıyasla çok daha büyük hacimlere ihtiyaç duyuluyordu. Bu nedenle, bu tanklar genellikle aracın tavanına, bagajına veya hatta özel olarak tasarlanmış bir çerçeve üzerine monte ediliyordu ve şişirilmiş bir balona benzer bir görünüm yaratıyordu. Bu tanklar genellikle dayanıklı kumaşlardan (örneğin, kauçukla kaplanmış kanvas) veya ince metal levhalardan yapılıyordu. Kumaş tanklar daha hafif ve esnekti ancak darbelere ve yırtılmalara karşı daha hassastı. Metal tanklar ise daha dayanıklıydı ancak daha ağır ve üretimi daha maliyetliydi.

Gaz jeneratöründe üretilen, soğutulup filtrelenen kömür gazı, boru hatları aracılığıyla bu depolama tanklarına aktarılıyordu. Tanklar, gazı düşük bir basınç altında muhafaza ediyordu. Motora ihtiyaç duyulduğunda, gaz yine borular vasıtasıyla karbüratöre veya emme manifoltuna taşınıyor ve burada hava ile karıştırılarak yanma işlemi gerçekleştiriliyordu. Gaz tanklarının büyüklüğü, aracın menzilini doğrudan etkiliyordu. Daha büyük tanklar daha uzun mesafeler kat edilmesini sağlıyordu ancak aracın ağırlığını ve aerodinamisini olumsuz etkiliyordu. Bu nedenle, mühendisler kapasite ve pratiklik arasında bir denge kurmaya çalışıyorlardı.

“Bir yandan direksiyon çeviriyor, bir yandan kazanı kontrol ediyordum. Araba değil, fabrika gibiydi.”
Gustav Lehnhoff, Berlinli taksi şoförü, 1942

Ancak kömür gazıyla çalışan otomobillerin birçok sıkıntısı vardı; Gaz jeneratörünün yakılması ve gazın kullanıma hazır hale gelmesi uzun zaman alıyordu. Ani bir hareketlilik gerektiğinde bu büyük bir dezavantajdı. Kömür gazının enerji yoğunluğu benzine göre çok daha düşüktü. Bu durum, motorun gücünü ve torkunu ciddi şekilde azaltıyor, aracın hızlanmasını ve yokuş tırmanma kabiliyetini olumsuz etkiliyordu. Gaz tanklarının hacmi büyük olsa da gazın düşük enerji yoğunluğu nedeniyle benzinli araçlara kıyasla daha sık yakıt ikmali gerekiyordu. Kömür, odun gibi katı yakıtların bulunabilirliği ve araca yüklenmesi zahmetli bir işti. Temiz olmayan bu yakıtlar, aracın ve sürücünün kirlenmesine de yol açıyordu. Gaz jeneratöründe yüksek sıcaklık ve yanıcı gazların bulunması, yangın ve patlama riskini beraberinde getiriyordu. Özellikle kumaş tankların yırtılması durumunda gaz sızıntısı tehlikeli olabilirdi. Ayrıca tüm bu sistem, özellikle büyük gaz tankları, aracın ağırlığını önemli ölçüde artırıyor ve bagaj gibi kullanım alanlarını kısıtlıyordu.

“Bu sistemde en temel sorun, gazın temizlenmeden motora ulaşması halinde motorun tıkanmasıydı. Bu yüzden sürücüler kadar, teknisyenler de işin içindeydi.”
Prof. Jean M. Dubois, Enerji Sistemleri Tarihi Uzmanı

Bir yazarın o döneme dair bir gözleminde şu ifadeler yer alıyordu: “Şehirlerin sokaklarında dolaşan bu ‘balonlu’ araçlar, sanki savaşın ağırlığını sırtlarında taşıyorlardı. Onlar, yokluktan doğan bir icattı ve her yolculuklarında, daha iyi günlerin özlemini fısıldıyorlardı.”

Almanya gibi ülkelerde, bu dönemde kömür gazıyla çalışan otobüsler ve kamyonlar da yaygınlaştı. Hatta bazı traktörler ve tarım makineleri bile bu sisteme uyarlanmaya çalışıldı. Devletler, alternatif yakıt kullanımını teşvik etmek için çeşitli düzenlemeler ve destekler sağladı. Almanya’da 1943’te yaklaşık 500.000 gazojenli araç vardı. Fransa’da ise sivil taşımacılık neredeyse tamamen gazojenle yapıldı. İsveç savaşta tarafsız kalmasına rağmen, ithalat zorlukları nedeniyle 70.000’den fazla gazojenli araç kullanıldı. Japonya’da ise kömür ve bambu ile çalışan gazojen sistemleri geliştirildi.

“Yokuş yukarı çıkarken gaz tankı neredeyse patlayacak gibiydi. Sürücü hemen valfi açtı, duman boşaldı. Savaşta değil, araçta öleceğiz sandık.”
Pierre Giraud, 1944, Lyon

Savaşın sona ermesi ve petrol tedarikinin yeniden normale dönmesiyle birlikte, kömür gazıyla çalışan otomobillere olan ihtiyaç da ortadan kalktı. Benzinli motorların performansı, kullanım kolaylığı ve yakıt ikmalinin pratikliği, kömür gazı sistemlerinin hantallığı ve düşük verimliliği karşısında tartışılmaz bir üstünlük sağladı için tekrar eski yerini alacaktı. Ancak, kömür gazıyla çalışan otomobiller, zorlu zamanlarda insan yaratıcılığının ve çözüm odaklılığının bir göstergesi olarak tarihteki yerini aldı. “La Traversée de Paris” (1956) filminde, gazojenli bir araçla yapılan gece kaçışı hikâyenin temelini oluştururken. Fransız yazar Georges Perec, çocukluk anılarında Paris sokaklarında gazojenli otobüsleri detaylı bir şekilde anlatmaktadır.

Bu dönem, kısıtlı kaynaklarla bile ulaşımın mümkün olabileceğini kanıtladı. Ayrıca, alternatif yakıt teknolojileri üzerine yapılan ilk denemelerden biri olarak, günümüzde sürdürülebilir ulaşım arayışlarına ilham kaynağı oldu. Bugün, müzelerde veya özel koleksiyonlarda nadiren rastlanan kömür gazı donanımlı araçlar, geçmişin zorluklarını ve insanlığın bu zorluklara karşı geliştirdiği pratik çözümleri hatırlatıyor. Onlar, savaşın gölgesinde doğan ve kısa süreliğine de olsa ulaşımın devamlılığını sağlayan sessiz kahramanlardı.

Önceki İçerikNick Cave’le ‘dünyada karşılaşmış gibi’
Sonraki İçerikBir Sergi, Bir Direniş: Dejenere Sanatın Hikâyesi
1966, İstanbul doğumlu. Marmara Üniversitesi, Basın-Yayın Yüksek Okulu,Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. Aynı üniversitenin Radyo ve Televizyon Bölümü’nde yüksek lisans yaptı ve doktora çalışmasına devam etti, tez aşamasında ayrıldı. 1984-1989 yılları arasında, bir yandan okurken bir yandan Toros Mühendislik şirketinde İthalat ve Pazarlama Müdürü olarak görev yaptı. , yine aynı yıllar arasında UNESCO’ya bağlı, kar amacı gütmeyen uluslararası programlara sahip “The Experiment In International Living in Turkey”de Program Koordinatörlüğü görevini yürüttü. 1991 yılında Şeker Sigorta’da Reorganizasyon, Pazarlama ve Reklam Müdürü olarak mesleki kariyerine başladı. 1993 yılında Oyak Sigorta’da Reklam Müdürü olarak görev aldı. Dream Design Factory’de 7 yıl Genel Koordinatörlük, (dDf'teki son 3 yılında dDf’nin yan kuruluşu olan dda, Dream Design Advertising’de Müşteri İlişkileri Direktörlüğü) Capital Events’de 2 yıl Genel Koordinatörlük görevlerinde bulundu. 2003 yılında X-event’in kurucu ortaklarından biri olarak, şirketinin genel koordinatörlük görevini üstlendi. 2005-14 yılları arasında Farkyeri Reklam Ajansının Kurucu Ortakları arasında yer aldı. Ulusal ve uluslararası müşteriler için yüzlerce başarılı projeyi hayata geçirdi.Reklamcılık ve Etkinlik Yönetimi alanlarında bir çok ödül aldı. İstanbul Modern Sanatlar Galerisi’nde Yönetim Kurulu üyesi olarak görev yaptı. Doğrudan Pazarlama İletişimcileri Derneği Genel Koordinatör olarak görev yaptı. Çeşitli kitap projelerine katkıda bulundu, çeşitli dergi ve gazetelerde yazı, araştırma ve makaleleri yayınlandı. Halen bir çok ajans ve markaya danışmanlık vermektedir. TTNet'in "Yaratıcıya Destek, Yaratıcı Ekonomiye Destek" projesinin eğitmenlerinden oldu. 2006-2011 yılları arasında Bilgi Üniversitesi, Reklamcılık Bölümü’nde, “Etkinlik Yönetimi” dersleri verdi. Fenerbahçe Kulübü, Yüksek Divan Kurulu Üyesidir Specialties: Advertising, Event Management and Marketing, Special Project

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz