Harman Yeri Yaş Yeri Usul Bas Yavaş Yürü Şimdi Buradan Geçti Güzellerden Bir Sürü…

0
397

Canlı ya da cansız fark etmeksizin zaman dilimlerimiz içinde her beraber bir harman yerine doğru gidiyoruz. Yeryüzündeki deneyimimizin sonuna doğru sanki yıl boyu ekilmiş olan ürünlerin değerli kısımlarına varmak için sapla samanın ayrıldığı yere harman alanına varıyoruz. Yaşadığımız, yaşattığımız, yaşayamadıklarımız veya yaşatmadıklarımız her şey bu alanda son kez karşımızda ve yanımızda olacak. Buraya gelene kadar bir sürü güzeller geçmiş olacak önümüzden, yanımızdan. 

Gençken, yaşlandığımda kaçınılmaz olan sona, harman yerine varabilirsem eğer nasıl hissedeceğimi düşünürdüm. Korkacak mıydım, kaçmaya mı çalışacaktım, umursamamaya mı çalışacaktım?

Psikoloji eğitimimde , Erik Erikson’un psiko sosyal gelişim evreleri teorisininde, gelişimin her aşamasında başarılı bir şekilde ilerlediğimizde, “ödülümüzün” bir sonraki aşamaya olanaklarımızın da artmış olarak  açılmak olacağını fark ettim. Gelişimimizdeki her basamak sırasıyla, umutsuzluk ya da ölüm korkusu ile hareket etmekten öte  barışçıl bir bütünlük çağına yani yaşlılığa ulaşana kadar hayatın zorluklarını ve çatışmalarını başarılı bir şekilde müzakere etmek için fırsatları taşımaktadır. 

Ama yine de merak ediyorum, yaşlılık bize hayatın  zorluklarını yeniden müzakere etmemiz için gereken zamanı veriyor mu? Peki ya “geç yaşlılık”? İnsanların yakın zamana kadar nadiren eriştiği bir gelişim aşamasının zorlukları nelerdir?

 Erikson, insanın psikososyal evreler içerisinde gelişimini devam ettirdiğini ileri sürer ve gelişim süreçlerimiz açısından sekizinci basamaktan bahseder. Burada kişinin yaşlılık dönemine vurgu yapılır.  

İnsanlar yaşlandıklarında geriye dönüp bakmakta, kayıp ve kazançlarını değerlendirmektedir. Bu basamağa ulaşan kişideki umutsuzluk ve bilgelik durumuna dikkat çekilir. İnsan bu yaşta hayatı boyunca yaptığı yatırımların sonuçlarını yaşar. Hayatını başarılı bir şekilde geçirmiş olduğunu gördüğünde benlik bütünlüğünü kazanır. Aksi bir değerlendirmeye sahip olan kişide de umutsuzluk had safhadadır. Bu evredeki kişiden beklenen ve görmeyi arzu ettiğimiz şey de bilgeliktir. 

Halbuki 1993’te videoya kaydedilmiş bir röportajda, Erik bir huzur evindeyken eşi olan Joan Erikson, bilge ve bütün olmak konusundaki önermelerinin  oldukça  ağır olduğunu, bilgelik ve bütünlük beklentisini bu denli önemseyerek teorize ettikleri için insanlara bir özür borçlu olduklarını düşündü.

Geriye dönüp baktığında, diğer insanların yaşlı bir insanda bilgelik ve dürüstlük görebileceğini veya görmeyi arzu edebileceğini ama o yaşlı insanın hissettiği şeyin mutlak olarak bu olamayacağını ifade ederek “Bunu yapmamalıydık. Belki de birçok yaşlı kişiyle daha konuşmalıydık” diye fikrini paylaşır. 

Eriksoncu “dokuzuncu aşama” onun bu yansımalarından ortaya çıktı. 1995’te, Erik’in ölümünden bir yıl sonra yapılan ikinci bir röportajda Joan, gelişimin daha yeni olan son aşamasını bir metaforla; dokuma bir kumaşla kavramsallaştırdı. 

Buna “Dokuma Yaşam Döngüsü” adını verdi. Erikson, dokumadan önce bir dokuma tezgâhına bağlanan uzunlamasına iplikler olan çözgüyü, bir kişinin “yılmaz ve direnen çekirdeği” olarak gördü. Yaşam boyunca, rahimde bir küçük çekirdek misali başladığımız noktanın her şeyi orada barındırması gibi – tüm potansiyelimiz. 

İleri geri dokunan iplik, atılan atkılarla kumaşa dönüşürken, hayatın karşımıza çıkardığı deneyimleri, zorlukları ve çatışmaları temsil eder. Gücümüz azaldığında kumaşın rengi daha gri, renksiz, arada ilmekler atlanmış da olabilir. Ancak kumaş dokunmaya devam eder. Tezgâhta tıkır tıkır sesler sürer gider. Her ilmekte her  atkıda ipler birleşir kumaş belirir, genişler ve uzar. Her ilmek her atkı bir içinde o yılmaz ve direnen ilk ilmeğin gücünü taşır. O güç oradadır, eksilmez, kaybolmaz. Her zaman geri dönüp yeniden başlayabilirim.  Bir hatada ilmekler boyunca iz sürerek doğru olan ilmekte telafi edebilirim hatamı, yeniden örmeye başlayabilirim. Tezgâh durmaz ama kumaşı dokuyan benim. İşte bu, insanın dayanıklılığıdır. Bu her şeyin başladığı çekirdektir, atılan ilk ilmektir. 

 Erikson, dokuzuncu aşamanın, olayları diğer bakış açısından görmeye başladığımız yer olduğunu teorileştirdi. Gelişimin sekiz aşaması her zaman sintonik-distonik bir gerilimde iki kutuplu olarak sunulur (güvene karşı güvensizlik, özerkliğe karşı şüphe ve utanç, dürüstlüğe karşı umutsuzluk vb.). Yaşlılıkta düzen tersine çevrilir. Yaşlanan birey güvensizlik ile güven arasında gidip gelir. “Alıştığım ve bildiğim ben, yaşadığım yıllara, bildiğim ve deneyimlediğim onca şeye rağmen kabul görecek mi? Bu kabulün olacağına güvenebilir miyim?” diye içten içe sorar.   

Erikson, bu konuda kültür ve kimlik arasındaki her zaman yakın olan bağlantıyı fark ettiğinde işimizin oldukça zor olacağını da gördü. Kültürümüzde, yaşlı insanların genellikle toplumun geri kalanından izole edildiğini gözlemlediğinde kültürel olarak geçerli bir yaşlılık idealinden yoksun olduğumuzu, uygarlığımızın aslında tüm yaşamı bir kavram olarak algılayamadığını ifade etti. Düzenin bakışı, ortaya serili kumaşı ve halen dokunmaya devam ettiğini nedense görmemek için diretirken, yaşlı bireyleri genellikle dışlayıp, ihmal ederek gözden kaçırır ama tüm bunları yaparken de onlardan bilgeliğin taşıyıcıları olmalarını talep eder. Yaşlanan bedeni harman yerine çevirerek, ruhu bedenden sap ve saman gibi ayırmaya da kalkarak zorunlu muhasebeye iter. Sanki yaşlanan kişinin yapabileceği tek şey geçmiş yılların muhasebe defterini tutup, bilanço çıkartmaktır.  Sanki yaşanacak yıllar yoktur. Yapacaklarımız, edeceklerimiz, göreceklerimiz bitmiş de eski defterlerin sayfalarını karıştırıp durmamız gerekiyormuş. Alacaklar verecekler sütunu olamaz hayatlarımız. 

Yaşlandıkça, elbette ki yapamayacağınız bazı şeyler olduğunu fark ederiz bu yüzden güvensiz hale gelebiliriz. Ancak biz yine de güvene dayanacağız, zayıflığı (hatalı hafıza, yavaş yürüyüş) affedeceğiz.  Bir zamanlar atılmış olan ilk ilmeğe dokunacağız. Yılmaz ve direnen o ilk ilmek. Bir kez atıldıysa asla durmayacak olan. Ayrıca birçok açıdan başkalarına bağımlı olduğumuzda, başkaları bizimle ilgilenirken kim ve ne olduğumuzu sorgulamamız da doğaldır. Kendimizi yalnızca yaşlı bir kadın veya yaşlı bir adam olarak tanımlayan yaş ayrımcılığı hayatlarımızın şeklini deforme ederken de umutsuzluk hissetmemiz şaşırtıcı olmaz. Ekonomik olarak kendi kendimize yeterliliğimizin sertçe sınandığı yaşam koşullarında çaresiz kaldığımızı düşünmemiz de olağan bir duygudur. Yaptıklarımızın anlamını yitirdiğini, başkalarına bir anlam ifade etmediğini  fark ettiğimizde duyabileceğimiz utanma da bizi denemekten geri tutabilir. 

Kısacası, geçtiğimiz gelişim evreleri hayatın tüm çatışmaları ve zorlukları ile yaşlılıkta yeniden yaşanır. Erikson’un bakış açısına göre, yaşamın dokuzuncu aşamasındaki başarı, yaşlı kişinin, yaşlı ben(in) “Sahip olduğum şeyi benden alma. Seçmeme izin ver.” diyebildiğim kadardır.  Hayatımın hasadına devam ettiğim anlamını taşır.  

Her şey “boyun eğmez çekirdeğimizi” korumakla ilgilidir. Yapacağım en doğru şey; kumaşımı tezgâhın tıkır tıkır sesinde ilmek ilmek örmeye devam etmek olacaktır. Hatalara bakmadan, her hatanın doğru ilmeğe giderek telafi edilme şansı olduğunu hatırlayarak, renklerin solukluğuna takılmadan tezgâhın başında kalmak.

Yaşlanan birey, hayata ve topluma katılım arzusu ve imkânı ile her hakkını teslim etme ve hakkından vazgeçme zorunluluğu arasındaki gerilimde mücadele verir. Katılım ve teslimiyet arasındaki mücadeleye dayanma gücü de cesareti getirir. Yaşlılığın bilgeliği de bu cesarette saklıdır. Her şeye rağmen var olmak. Bu cesaretin geragojik olarak da desteklenmeye ihtiyacı vardır. Yaşlanan kişilerin fiziksel, psikolojik, sosyal gerçeklerini kabul ederek ona göre bir dünyayı kurgulamak hepimizin gelecekteki dünyasını kurgulamak demektir. Ve hızla şekil değiştiren dünyanın yaşlı insanların cesaretine ihtiyacı vardır. 

Fotoğraf: Mathieu Bigard/unsplash.com