Bazen hayatı tecrübe etmek tehlikeli olabilir. Bu nedenle okumak iyi bir yöntemdir. Okuyarak bazı şeylerin farkında olabilmek büyük nimet…
Ağustos 2018’de bir kitap hediye edildi bana. “En değerli Acun Hocam, ne kocam ne hacım bize özgürlük lazım” yazdı iç kapağına ve imzaladı. Hemen okuyamadım. Malum direnişin hızla devam ettiği günlerdi. Açıkçası bir modacı, bir “terzi yamağı” da Nobel ödüllü kitap yazmış değildi herhalde! Birkaç ay hapishanede kalmış herkes kitap yazıyordu neticede. Hapishane anılarını okumaya da gerek yoktu zira kendim de deneyimlemiştim bir zaman. Ne olabilirdi farklı? Ayrıca düşüncelerimizi değiştirmek için devrimcilerin görüşlerine ihtiyacımız vardı. Liberal düşünceleri çok da şeetmemek lazımdı!
Ama aylar geçti. Ben yazarı daha yakından takip etmeye başladım. Bu adamda herkesten farklı bir şey var diyordum gün geçtikçe. Öyle boş sallayan birine benzemiyordu. Bir “derdi” vardı. Bu yaşananlarla bir derdi…
Kitaplığımdan aldım kitabı şehir dışında bir arkadaşıma gittiğimde. Arkadaşta birkaç gün kalacak, sohbet edecektim. 2 gün kitabın içinden çıkamadığım için kendimi odaya kapattım. Arkadaşı da kendi haline bıraktım. Kitap bittikten sonra ancak konuşabildik. Ertesi hafta kitapla ve yazarla ilgili bir yazı yazmayı planladım. O yazı yazma fikri üstünden de yaklaşık bir buçuk yıl geçti. Kitabı herkese anlatmalıyım, herkes okumalı diyordum ama istediğim formatı bir türlü belirleyemedim. Hala da istediğim güzellikte anlatabileceğimi sanmıyorum ama artık size duygularımı açma zamanı geldi diye düşünüyorum.
Benim canım okuyucular! Bahsettiğim yazarı yazının başlığından bile tanımışsınızdır. Barbaros Şansal… Kitabın adı, Makam Odası-LİNÇ… Bu bir kitap tanıtımı değil. Burada size kitabı ya da linci anlatmayacağım. Onu zaten kitapta okuyacaksınız. Ben olayın, kitapta anlatılanların bende uyandırdığı hisleri paylaşmak istiyorum sizinle.
Kitabı okumaya başladığımda ilk aklıma gelen, Brecht’in
Ey mutsuzlar! Kardeşlerinizi boğazlıyorlar, göz yumuyorsunuz. Çığlıklar duyuluyor, ama siz susuyorsunuz.
Aramızda dolaşıp kurbanını seçiyor zorbanın teki,
sessiz kalırsak bize dokunmaz diyorsunuz.
Bok yiyorsunuz!
dizeleri oldu.
Dünyanın en büyük şair ve yazarlarından biri, bir düşünür, “bok yiyorsunuz” diyordu tüm insanlığa, el üstünde tutuluyordu; “Bokunuzda boğulun” diyerek içindeki çığlığı dışarı vuran Barbaros linç ediliyordu. Dedim, ülkemiz için kaygılanmayı bırakıp ruhumuzu ülkenin cellatlarına teslim edip artık bir araca dönüşürsek tüm insanlığımızı kaybederiz. Bizim için artık hayat bir eşyanın metal soğukluğunda seyreder. Bir çekiçten daha kıymetli değilizdir. Bizi bütün güzel şeylerin tepesine indirip darmadağın ederler. İşte o zaman çirkin linç güruhu oluruz. “Bokunda boğulacaklar” ve “bok yiyenlerle” aramızda bir fark olmalı! O farkı biz belirleyeceğiz. Tavrımız ve durduğumuz yerle…
Kitap bize birçok şeyi sorgulatıyor. Bilmediğimiz, düşünmediğimiz şeyleri öğretiyor. Aslında LİNÇ kitabı, Barbaros’un hafızası ülkenin hafızası… Ülkenin kaderine el atmışların günahlarının yazılı olduğu bir kitap… Hayata dair birçok şeyden çarpıcı bir biçimde bahsetmiş “Makam Odası”ndan. Hayvanlar, çocuklar, moda, sanat, eşcinseller, tacizler, tecavüzler, emekçiler, devrimciler, işkence, hapishaneler, İstanbul, sosyete… Her konuda bir fikri var dediğiniz cinsten değil bahsedilmişlikler, her konu üzerinde düşünmüşlüklerden… Kendi icadı bir baharatla tatlandırmış her düşüncesini.
Gezi:
Örneğin Gezi direnişi demiyor Barbaros, Gezi ayaklanması da demiyor, Gezi Dirilişi diyor. Çok hoşuma gidiyor. Altını çiziyorum. Ölü toprağını silkelemek, dirilmek, kendine gelmek, uyanmak… Belki de Barbaros’tan çaldılar bu “diriliş bilmem ne” hikayelerinin ismini de!
Çocuk:
Çocukluğunu anlatıyor bir yerde ve aslında çocukların nasıl görülmesi gerektiğini. Siz o anda çocukluğunuza ve bütün çocuklara dönüyorsunuz yüzünüzü. Yaşadıklarının başka bir biçimini sizin de yaşadığınızı anlıyorsunuz. Orada Barbaros’un çocuk halini kucaklıyorsunuz, birlikte kendi çocukluğunuzu… Dadısı Peyker uzaktan bizi izliyor!
Beton Bahçeler:
Havalandırmaya bahçe diyor gardiyanlar. Barbaros “beton bahçeler” demiş. Gülümsetiyor düşünce birliğimiz. Sincan Hapishanesi’ndeyken gardiyanla yaşadığım bir şeyi anımsıyorum. “Bahçeyi saat 6’da kapatıyoruz” demişti gardiyan. Ben de “orası bahçe değil” demiştim. Israrla “bahçe orası” dediğinde, “Bahçe Farsça “bağçe” sözcüğünden gelir. Bağ’ın küçüğü anlamında kullanılır. Burada ekili dikili bir ot, bir çiçek görüyor musun, burası havalandırmadır, ne zaman toprak ve bitkiler koyarsınız o zaman bahçe olur” demiştim.
Eşcinsellik:
Kitabın bir bölümünde şu cümleler çarpıyor beni; “Zoofili ve Pedofili hastalıktır. Ama eşcinsellik “var”dır…” Zaten her üçü de iktidarın onayladığı kişilere meşrudur. Eşcinsel olmak sorun değil bu ülkede, muhalif eşcinsel olmak sorun. Barbaros’un anlatımından da çok iyi anlıyorsunuz bunu. Bütün her şeyde olduğu gibi…
“Sisteme karşı çıkan hiçbir yerde güvende olmayacak” mesajı:
Said Eczacıbaşı’nın torunuymuş Barbaros. Hiç görmediğim ve göremeyeceğim zenginliğin, ihtişamın onun estetik anlatımıyla algıladığım bir hayatın insanı… Bizden bu kadar uzak bir hayatın adamını kendime yakın bulmamın bir anlamı olmalı. Ben burjuva sevmem. Çünkü bizi sömürenler, bizi köleleştirenlerdir onlar. Düşünüyorum neden? Oysa çok derin bir fark var Barbaros’la yaşadığı hayatın aktörleri arasında. Hangi burjuvayı Gezi dirilişinde sokakta, polisin attığı gazın ortasında ve Berkin Elvan’ın cenaze töreninde görebilirsiniz? Adam düşünüyor! Hayatın anlamını ve gidişatı sorguluyor. Okuyor, yazıyor. Sonra kendisini emeğin cephesinde görüyor. Ve aslında yaptığı her şeyde bize mesaj veriyor; İyi hayatlar, konfor, hayatın güzellikleri sizlerin de hakkıdır. Talep edin, isteyin! Çok tehlikeli işler bunlar! Burjuva sınıfının çıkarlarını değil tüm insanlığın çıkarlarını savunmak yani… Kitabın 88.sayfasında anlattığı “Adım Adım Silivri” böyle geliyor işte. Önce Reina patlamasından bir gün sonra İstanbul’da havaalanında LİNÇ, sonra tutuklanma… Barbaros Şansal’ı hedef gösterenler kimler? Barbaros, mensup olduğu sınıfın “haini” ve ezilen sınıfın kahramanı olduğuna, sınıfını terk edip ötekilerin yanına geçtiğine göre düşmanlaşanlar da ezilenleri ezenler olmalıdır. Sistemin korunmasında LİNÇ, kitapta öyle bir anlatılıyor ki anlamamak mümkün değil. Üstelik Barbaros Şansal’a ilk linç girişimi de değil bu. 2012’de evinin önünde önce takkeli yobazlarla denemişler. Barbaros’u dövdürtmeyecektik diyorum okurken. Şimdi boğuluyoruz!
Linç:
İşçiler ölür patrona linç olmaz. Kadınlar katledilir katile linç olmaz. Çocuklara tecavüz edilir sapığa linç olmaz. Ülke satılır linç olmaz. Demek ki halkın linç kültürü yoktur. Demek ki lincin kontrolü, gücü elinde tutandadır.
Apron ne demek?
Güvenli yer demek. Apronda saldırıya uğruyorsa biri -üstelik polis eşliğinde- demek ki hiçbir yerde güvende hissedemezsin sen de. Çarşıda pazarda, AVMde filan… O çamurlu eller toplumun her yerine kirini bulaştırabilir. Aslında iktidarın vermek istediği mesaj da bu; “Karşımdaysan güvende değilsin…” Doğrudur, bir süreliğine bizi güvensizliğin anksiyetesine atabilirler. Ama bazen ters teper bu mesaj. İnsan güvende olmadığını bilirse, hayatta kalmak için tedbir alır. Bu durum iktidarın şiddeti karşısında korkan ama korkusunu yenmek için de çözüm arayan insanlar yaratır. Örneğin, Barbaros Silivri’deyken diyor ki “Haftalar ayları kovalasa da fark etmez elbet bu zulmün kapısı sonunda aralanacak. O zaman eğer yamaksanız bakalım sizi kim tutacak…”
Kitap size emanet:
Kitapla ilgili anlatacak o kadar şey var ki sayfalar sürer. İşi tadında bırakıp kitabı size teslim ediyorum artık. Tadına vara vara okuyun!
Barbaros için söyleyecek çok güzel sözlerim var. Onu bir daha gördüğümde, kucağına bir demet çiçek gibi bırakacağım o sözleri. Ama bir tanesini şimdi size söyleyeceğim; Bu kitabı okurken hissettiğim insaniliği, samimiyeti, entelektüel birikimi, zarafeti çok az kitapta hissettim. Barbaros’a daha çok inandım, anlattıklarına birçok insanın anlattıklarından daha çok güvendim. Çünkü bence kendisini açıklıkla ortaya koyabilen birinin başkaları için söylediklerinden şüpheye düşülmez!