Hepimize Huzur Yoksa Hiçbirimize Huzur Yok!

0
252

2016 yılı 15 Temmuz’undan sonra kamu emekçileri birer Kanun Hükmünde Kararnameye adları yazılarak yüzler-binler işlerinden atıldılar. Şüphe götürmez bir gerçek ki bu listeler yıllar öncesinden peyderpey hazırlanmıştı. Kavganın 17/25 Aralık sonrası Gülen cemaati ve AKP kurmaylarının çatışması ile başladığı düşünüldüğünde bu listelerde biz Sosyalistlerin ne işi vardı?

Çünkü bu listeler sadece cemaate karşı kurgulanmış değildi. Bir taşla birkaç kuş vurmayı düşünmüştü AKP. Kanun hükmünde Kararnamelerin (KHK’ların) 657 sayılı devlet memurları kanunu yok saymasını da göz önüne alırsak bu, ilk etapta kamu emekçilerinin iş güvencesine saldırıydı. Ne var ki “benim memurum olsun, kadrolaşayım” kadar da masum değildi. Özelleştirmenin, kamuyu özel sektörün keyfine terk etmenin bir parçasıydı.

Kuşkusuz en fazla cemaatin içinde ve yakın olanlar hedef alındı ama bu, 15 Temmuz darbe girişiminin fırsata dönüştürülmesi ile açıklanabilirdir ancak. Öyle bir 15 Temmuz ki sokakta öldürülen insanların katili olarak darbeden habersiz binlerce insan hedef gösterilmişti. Algı öyle hazırlanmıştı ki cemaate düşman, cemaate rakip ya da cemaat kültürünü onaylamayan ne kadar insan varsa KHK ile işten atılmalara “oh olsun” diyecekler ve darbe ile uzaktan yakından ilgisi olmayanların işten atılmalarına da karşı çıkmayacaklardı. Böylece bu “oh olsun” ile kamuyu, iktidarın kendilerini özel şirketlerin insafına terk etmelerine de ses çıkarmayacaktı. İçten içe inceden inceye planlanmış 28 Şubat kararlarının bir ayağı daha devreye sokulmuş ve darbe bahanesi ile yürümüş oldu.

AKP “kuşları” vurmuştu. Hem memur sayısını azaltmış, el altından birkaç tayin dışında kimseye atama yapmıyor, herkesi özel sektörün insafsız kucağına atıyordu hem de devlete ait kurumları da özelleştirerek suyumuzu, elektriğimizi, doğal gazımızı, eğitim alanlarımızı yani tüm yaşamsal ihtiyacımızı şirketlerin rant alanı haline getiriyordu. Bunları yaparken kim ölmüş kim kalmış umursamıyordu. İktidarda kalmasının koşulu ülkemizi pazarlamaktı. Nitekim ülkeyi bir şirket olarak düşündüğünü iktidarının ilk zamanlarında söylemişti. “Kimin malını kime satıyorsun” diyenlere Kemal Unakıtan “babalar gibi satarım” demişti. Ama şair diyordu; Kuş ölür sen uçuşu hatırla…

Kaç kuş öldü bilinmez ama nasıl uçtuklarını unutmadık! Belli ki darbenin “siyasi ayağı” dedikleri çok kişi bu hazırlığa ses çıkarmadığı için cezalandırılmadı, bilakis korundu. Bu işin siyasetinde olmayan kendisini “hizmet” ediyor olarak gören birçok insan nasibini aldı iktidarın kininden. Kimi yurt dışına kaçmak zorunda kaldı. Kimi kaçmaya çalışırken Meriç’te boğuldu, kimi hapishanelerde çile doldurdu, kimi kanser oldu, kimi kalp krizi geçirdi, kimi kendini astı öldü. Akıl almaz bir kıyımdan geçti yüz binlerce insan. Kimi yalvardı, kimi sustu, kimi kimliğini belli etmeden sosyal medyadan konuştu, kimi başka bir hayat kurmaya çalıştı, kimi iş buldu işinden kovuldu, kimine iş bulmak için gittiği yerde KHK’lı olduğu ve işe alınamayacağı söylendi. Kadınlar bebekleriyle, küçük çocuklarıyla hapishanelerin soğuk betonlarında yıllarca çürüdü.

Başımıza gelecekleri görüp, ses çıkarmazsak bizi “sosyal ölüler” haline getireceklerini tahmin ederek harekete geçen bir avuç kamu emekçisiydik. Buna izin veremezdik. KHK yükünü sırtlanıp açık-aleni yüksek sesle, sesimiz yettiğince Ankara’nın, İstanbul’un, Düzce’nin meydanlarında bağırdık 5 yıl; “İŞİMİZİ GERİ İSTİYORUZ…”

Direnişlerimizi burada uzun uzun anlatmayacağım. Google’a Yüksel Direnişi, Düzce Direnişi, Bakırköy Direnişi yazarsanız karşınıza direnişçilerin binlerce direniş fotoğrafı ve videosu çıkacaktır. Bir de AKP medyasının hedef göstermek için isimlerimizi illegal örgütlerle yan yana yazdığı kontra haberleri göreceksiniz.  Kürtlere dair bir hak ihlalini dillendirdiğimizde PKK’lı, açlık grevi yaptığımızda DHKPC’li, KHK’lara karşı çıktığımızda, Meriç’te boğulanları dillendirdiğimizde FETÖ’cü oluverdiğimiz iğrenç iftiraları…

Direnişte yüzlerce kez gözaltına alındık, onlarca davadan beraat ettik. Para cezaları yıldıramadı, gözaltılar, davalar, işkenceler, tehditler havada uçuştu, papuç bırakmadık. Dimdik karşılarına dikildik “İşimizi Geri İstiyoruz” demeye, haykırmaya devam ettik. Son çareyi bir kumpas davasıyla tutuklamakta buldular.

Tahliye olduk evet, yargılanıyoruz evet ama iktidarın bizi ezmesine, KHK’larla hayatlarımızı elimizden almasına, ülkemizi pazarlamasına, rant için bizleri göçük altına gömmesine, sesimizi duyan ama kurtarmayan rahatlığına, deprem alanlarını Kerbela’ya çeviren arsızlığına, bağışlarımızı satan yozlaşmış kurumlarına, çocuklarımızı tarikatların ahlaksızlığına terk etmesine, kadınlarımızı katleden erkek hegemonyasına  “HAYIR” diyoruz hala… Çünkü biliyoruz ki hep birlikte kurtulacağız. Biliyoruz ki “HEPİMİZE HUZUR YOKSA HİÇBİRİMİZE HUZUR YOK!”

Suçlu olduğumuz için değil haklı olduğumuz için yargılanıyoruz. Bu davadan da alnımızın akıyla çıkacağız sizlerin desteği ile. Direnirken yalnız değildik, yargılanırken de yalnız olmayacağız!

Sizleri 14 Mart 2023 Salı günü Ankara Adliyesi 28 Ağır Ceza Mahkemesi’nde saat 10.00’da yapılacak olan duruşmamıza çağırıyorum, hepinizi yaralarınızdan öpüyorum.

Dayanışma ile…

Yüksel Direnişi Davası 14 Mart 2023 Duruşmasına Çağrı

KHK’lara karşı direnen tüm kamu emekçileri 2018 yılından bu yana yargılanıyor. Kamuoyu tarafından “Yüksel Direnişi Davası” olarak bilinen davada Acun Karadağ, Nazan Bozkurt, Mehmet Dersulu, Selvi Polat, Mahmut Konuk, Alev Şahin ve Cemal Yıldırım KHK hukuksuzluğa boyun eğmediği için mesnetsiz suçlamalarla cezalandırılmak isteniyor.

Anayasal hak kullanımını kriminalize etmeye yönelik olarak dosyaya eklenen, somut dayanağı olmayan emniyet iddialarının ve sahteliği hukuken açığa çıkarılmış dijital materyallerin ardından şimdi de etkin pişmanlıktan yararlanan iftiracılardan medet umuluyor. 2020 yılında “ısrarla ve sürekli eylem yapmak”, “tüm adli kontrollere rağmen eylemden vazgeçmemek” şeklinde gerekçelerle belirli sürelerde tutuklu yargılanan direnen kamu emekçileri, bu hukuksuzluğa karşı tüm dostlarını dayanışmaya davet ediyor.

Eğitimciliği ezbercilikten çıkarıp akılcılığı prensip alan öğretmen Acun Karadağ, Mehmet Dersulu ve Selvi Polat, halkı sırada bekletmemek için can havliyle hizmet veren nüfus memuru Nazan Bozkurt, halk sağlığını kendi sağlığından öncelikli tutan sağlık emekçisi Mahmut Konuk, bir daha depremlerde ölümler olmasın derken beton şirketleri ve müteahhitlerin hedefinde olan mimar Alev Şahin, halkın parasının bir kurşunun dahi hesabını tutan muhasebe memuru Cemal Yıldırım için;

14 Mart 2023 saat 10:00’da Ankara 28.Ağır Ceza Mahkemesi’ne çağrıdır. Hep söylediğimiz gibi bizi ancak dayanışma yaşatır.