Dünya yeni ve bilinmez bir çağa doğru savrulurken Rock müzik de bir çok kez o parlak eski günlerinden geriye kalanlar ile bugünün yönü belirsiz dünyası arasında mitolojiye tutunmuştur. Artık 75 yaşında olan Ian Anderson‘da son yıllarda insanların zihin ve algı dünyaları şekillenirken hep önemli roller üstlenmiş geçmiş çağlara dair metinler üzerinden derdini anlatmaya çalışıyor. Geçen yıl biraz da sürpriz bir şekilde, Martin Barre ile yollarını ayırdıktan sonra bir daha Jethro Tull albümü yapmayacağını açıklamış olsa da yepyeni bir kadro ile grubu tekrar canlandırmış, The Zealot Gene albümünde eski ahitten yola çıkarak İncil’deki meseller üzerinden meramını, sıkıntılarını anlatmaya çalışmıştı. Bu yıl ise bu sefer İskandinav Mitolojisi ile hem hal olmuş yeni bir albümle karşımızda; RökFlöte.
Aslında, İskandinav Mitolojisi Rock müzik, özellikle metal müzik için hiç de yabancı değil. Bugün black metal ya da death metal yapan grupların bir çoğu kuzeyin buzlu dağlarından doğan bu mitoloji ile yaşıyor. Black Sabbath’dan, Saxon’a bir çok heavy metal grubu yıllardır bu mitolojiyi şarkılarına taşıyor. Ian Anderson ve Jethro Tull için de mitoloji ve orta çağ hikayeleri üzerinden meram anlatmak çok yabancı olduğumuz bir şey değil. Hatta, Jethro Tull‘un 70’ler boyunca 80’lerin başına kadar progresif rock dünyasında kendine ait özel bir mitolojik hikayeler bütünü ürettiğini de söyleyebiliriz. Hatta özellikle 1975-78 arasındaki dönemde İngiliz kır hayatını işleyen Minstrel in the Gallery, Songs from the Wood ve Heavy Horses albümlerinde pagan mitolojisine de yer vermişti grup. Bu yüzden, Ian Anderson‘un Jethro Tull‘ın dümenine geçip grubu mitolojinin kadim sularından bugünün dalgalı ve rüzgarı nereden estiği belli olmayan sularına doğru sürmesine ben pek şaşırmadım.
Aslında albümün isminden başlayarak İskandinav Mitolojisinin rüzgarını hissetmek mümkün. Albümün ismi olan RökFlöte, Nordik mitolojinin en önemli metinlerinden biri olan Ragnarök‘deki “rök” kelimesi ile Jethro Tull‘ın ve Ian Anderson‘un rock müzik dünyasındaki imzası olan “flüt” kelimelerinin birleşmesinden doğmuş. Başta Anderson, bu yeni albüme başlarken rock müzik içinde flütün yerini kutlamak için albümün isminin Rock Flute olmasını düşünmüş zaten. Albüm de aslında en başta tamamen enstrümantal olması planlanmış. Ancak, Ian Anderson Ragnarök‘den aldığı ilham ile bu hikayeye uygun ve geçen yıl The Zealot Gene‘de yaptığı gibi bu mitolojik hikaye ile bugünün dünyası arasında duran sözler üretince albümün ismi en başta tasarlanan ismi de çağrıştıracak şekilde bu hale dönüşmüş.
Ragnarök, aslında Nordik mitolojisinin tanrıları Odin, Thor, Tyr, Freyr, Heimdall ve Loki arasında geçen ve bu tanrıların birçoğunun ölümü ile sonuçlanan savaşın ve bu savaşın getirdiği doğal afetler ve yıkımların sonrasında doğanın ve insanın kurtuluşunu anlatır. Alıntılanan “rök” ise kader ya da yön anlamına geliyor. Yani, RökFlöte, biraz da rock flütünün kader yolu demek mümkün.
Albümün, İskandinav mitolojisinin belki de en önemli metni olan Poetic Edda‘dan bölümlere göndermelerle dolu. Bu göndermelerin bazıları oldukça açık olsa da bazılarını yakalamak gerçekten zor. Ian Anderson, tıpkı geçen yıl The Zealot Gene‘de yaptığı gibi her şarkının sözlerinde dalgalarında yükseldiği mitleri bugüne taşımış ve ilişkilendirmiş. Ancak, yine The Zealot Gene‘de olduğu gibi bu göndermeleri bugün ile ilişkilendirmek için sadece şarkıları dinlemek yetmiyor. Sözlerin derinlerine inip, bazen basit bir benzetmeden, bazen bir isimden yola çıkarak Nordik mitolojinin derinlerindeki binlerce hikâyeyi bulmak ve bugünle ilişkilendirmek gerekiyor. Bu yüzden, albümü sadece müzikal olarak değil bu bulmacalar saklayan halini ayrı sevdim. Kendimce yakalayabildiğim bazı güncele dair ve mitolojik göndermeleri kısaca aşağıda sıralamaya çalıştım. Ancak eminim ki, yazıyı bitirdikten sonra farkına varacağım gözümden kaçan bir çok gönderme ve bulmaca hala orada orada duruyor.
Albüm, çok açık göndermeler ile başlıyor. Açılış şarkısının adı zaten Voluspo. Şarkı adını, Ragnarök‘ü anlatan Poetic Edda‘nın Völuspa bölümünden alıyor. Völuspa, kaostan doğan güzellik demekmiş. İçinde de orijinal dilden ve doğrudan metinden bir bölüm var. Bu bölümü, İzlandalı sanatçı Unnur Birna seslendirmiş. Şarkının İngilizce sözleri de zaten bu orijinal dildeki sözlerin çevirilmiş hali. Şarkı ismi gibi kaotik değil ama özellikle Ian Anderson‘un flütü ve grubun Barre sonrası yeni ve genç gitaristi Joe Parrish-James‘in gitarları ile şahane bir şarkı haline gelmiş.
Albümün ikinci şarkısı ve Ocak ayında çıkan ilk teklisi olan Ginnungagap ise yine İskandivan mitolojisinde Dokuz Diyar olarak adlandırılan katmanların oluşması öncesi olan büyük boşluk. Ian Anderson, sözlerde bu belirsizlikten kurulacak yeni bir dünyayı umut ederken Ragnarök mitinin sonrasında doğan yeni ve verimli dünyayı koymuş önümüze. Ardından gelen AllFather ise biraz daha dolaylı bir gönderme içeriyor aslında. AllFather, Odin’in isimlerinden biri. Anderson, bu şarkıda yalanlar ile sahiplerine yaltaklananları şikayet eder dünya yeniden kurulurken. Tek gözlü Odin’in kayıp tek gözüne İngilizce’deki “eye for an eye, tooth for a tooth (göze göz, dişe diş)” deyimini değiştirerek “Eye for a lie, tooth for a truth (yalana için göz, gerçek için diş)” haline getirip sözlerin içine şunu sıkıştırıp bugünün yalan dünyasının yıkılışına dair umudunu gizler; “To others who fawn at the feet of the master / And bathe in the presence, the dead and the living (Sahiplerinin ayakları dibinde yaltaklananlara / Ve bugüne yuman ölü ve diriler)”
Albüm ilerledikçe göndermelre de daha kapalı hale gelmiş. AllFather‘dan sonra gelen The Feathered Consort‘da aslında aynı mitin içindeki bir başka hikayeye gönderme. Burada da yine Nordik mitolojide Lavetainn’i saklayan Sinmara hikayesine oradan da şarkı içinde doğurganlık ve bereketi sigeleyen Freyja hikayesine bağlıyor hikayeyi. Şarkının sonunda ise Freyja’yı Paris revülerinde çalışan, dudağında sigarası ile bir revü kızına ve onun seksapelliğine bağlayarak da Freyja’yı bugüne taşıyor Ian Anderson. Sinmara hikayesine olan bağlantı ise bir sonraki şarkı olan ve albümün de üçüncü teklisi olan Hammer on Hammer‘da anlam buluyor. Zira, albümde mitoloji ile bugünün en çok iç içe girdiği sözler bu şarkıda. Şarkı altın çağın tanrısı olan, yeryüzünde yaşayan ve tarımın ve hasadın tanrısı olan, zamanı, disiplini ve ahlakı temsil eden Satürn’ün halkalarına özenen Jüpiter ile (Odin?) daha iyi bir dünya yaratmak için dünyayı yok edecek bir savaşın hazırlığını yapar buluyoruz. İşte bu savaşın kötü adamı da Vladimir Putin olarak karşımıza çıkıyor şarkıda. Şarkının bir kıtası tamamen Putin’e ayrılmış ve Ian Anderson’un 1992’de St. Petersburg Müzik Festivali’nde, daha Putin devlet memuruyken karşılaşmasını anlatıyor. Anderson, burada Putin’i dik dik ona bakan, sert bir adam olarak tanımlayarak İskandinav mitolojisinde şamanlara benzer Valvö’lerin kehanetinde bahsedilen tarihe gömülmüş bir imparatorluğu yeniden doğuracak savaşı yapacak kişi olarak tanımlıyor. Bunu yaparken sadece Putin’i değil biraz kendi dünyasına da ince bir gönderme yapıyor Ukrayna Savaşı sırasında patlatılan boru hattı üzerinden; “Sabres rattle, pipelines tremble / Wasted opportunity / To build a better motherland… (Kılıçlar şakırdadı, boru hatları titriyor / Harcanan fırsat / Daha iyi bir vatan için…)”. Şarkıdaki şu söz ise bunu tamamlıyor; “The darkened deeps so far from shore / Line cut, dagger to sheath (Kıyıdan uzak karanlık derinliklerde / Hat kesildi, hançerler kınına)”.
Devamında gelen Wolf Unchained‘de ise bu sefer İskandinav mitolojisindeki Odin’le de savaşan kurtların atası Fenrir’e gönderme yapıyor Ian Anderson. O yüzden, şarkı bir kurt uluması ile başlıyor. Aslında bu şarkı da duygu olarak Hammer on Hammer‘ın devamı niteliğinden. Hammer on Hammer‘da başlayan daha iyi bir dünyayı kurmak için bugünkü dünyayı yıkacak savaş metaforu burada da devam ediyor. Şarkının içinde atası kurt olan, ehlileşmiş çoban köpeklerini hatırlatıp bu savaşın asıl Fenrir’lerinin bu ehlileşmiş çoban köpeklerinden doğacağına, yani bize o ehlileşmiş, uygar halkların acımasız bir yeniden doğuş savaşına tutuşacağını gizliden gizliye anlatmaya çalışıyor. Bu şarkıyı takip eden The Perfect One‘da her ne kadar Anderson‘un Ragnarök‘den uzaklaşmış zannetsek de aslında yine aynı hikaye içindeki yeniden doğuşun cazibesi ve, bu doğuşa karşı 9 katlı Nordik dünyanın yer altı ve yer üstü savaşını Adonis hikayesi üzerinden Yunan mitoslarına bağlayarak bir çoban köpeği kadar sadık ve yararlı normal insanların yapmasını beklediği savaşın asıl nedenini anlatıverir.
Albümdeki bir oldukça açık gönderme ise daha parçanın adından başlayor; Trickster (And the Mistletoe). Ian Andserson, burada da şekil ve cinsiyet değiştirebilen ve tanrılarla arası bazen iyi bazen kötü olan Loki üzerinden insanlığın ikiyüzlü dünyasına bir gönderme yapıyor. Şarkıda, bu ikiyüzlü haylaz insanları günümüzde sınıfın arkasında kağıt toplar yapıp sınıfın ineklerine atarak bir kavga çıkarmaya çalışması ile de betimleyip Loki’yi günümüze de taşıyor. Bunu da tröstlere boyun eğen halkların kavgasına bağlayarak hayatımızı nasıl içimizdeki ikiyüzlü haylazlar ile hayatımızın iplerini teslim ettiğimizi anlatmaya çalışıyor. Beki ökseotu ne alaka? Ökseotu İskandinav mitolojisinde savaşanların altına silahlarını bırakıp savaşmaya bir sonraki güne kadar ara verdiği bitki. Ayrıca, Freyja’nın oğlu Güzel Balder (Balder the Beautiful)’un öldüren ve bu nedenle Güzel Balder’in hayata geri dönmesine kadar Frejya tarafından dikilmesine izin verilmeyen bitki ökseotu. İşte bir önceki The Perfect One‘daki asıl hikaye aslında bu şarkıda ortaya çıkıyor, Güzel Balder’in ölümü ve hayata geri dönüşü. Bu savaşların sonrasında ise Cornucopia ile Ian Anderson bir bereketli hasat sonrası kutlamasına götürüyor bizleri. Albümün ikinci teklisi olan The Navigator ise bu bereketli hasatın denizlerdeki yansıması gibi.
Albümün sonundaki Guardian’s Watch ise Ragnarök göndermelerinin belki de en ilginçlerinden biri. Şarkıda The Guardian olarak bahsedilen aslında en son savaşta Loki ile savaşarak yine Loki ile beraber ölerek yeni dünyayı doğuracak o son savaşı veren ve elindeki boru ile gökkuşağından oluşmuş tanrılar ile dünya arasındaki köprüyü gözleyen Heimdallr (yani bizdeki İsrafil). Şarkının sonlarına doğru Ian Anderson bu gelen savaşı 1. Dünya Savaşı imgelerine (Mae West, Mk VIII pilot gözlükleri) dönüştürerek İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri’nin bu savaşta ortaya çıkardığı kanat uçuşu formasyonuna bağlayarak kaçınılmaz bir savaşı geçmişteki bir kaçınılmaz savaş ile bize hatırlatıyor. Albümün son parçası olan Ithavoll ise Ragnarök sonunda insanların yeni bir dünya kuracağı yerdir ve şarkı albümü bu yeni kurulacak güzel ve temiz dünya özlemi ile sonlandırıyor.
Sözleri üzerine bu kadar yazdığım albümün müzik kısmı nasıl derseniz, bence gayet iyi. Ian Anderson‘un flüt çalışı başka bir boyuta ulaşmış. Grubun yeni gitaristi Joe Parrish-James ise gitarıyla çok acayip işlere imza atmış. Geçen yıl İstanbul’da verdikleri konserde de çok beğenmiştim. Bu albümde de döktürmüş resmen. Nasıl geçmişte Martin Barre tam olması gereken yerde ve tam olması gerektiği şekilde çaldıysa Parrsih-James‘de aynı şekilde çalmış gitarları. Bulduğu tonlar ise hiç öyle yumuşak değil. Beni bir çok yerde Crest of a Knave dönemindeki Tull gitar tonlarını duymuş gibi oldum. Hatta o dönemin de ötesinde bir sertliğe sahip gitarın tonu. Ian Anderson’un flütü ile birlikte çaldıkları yerlere ise gerçekten bayıldım. Ian Anderson’un biraz uysallaşmış flütüne öyle sert ama uyumlu tonlarla eşlik etmiş ki insan mest oluyor. David Goodier‘in bas gitarı ise tıpkı 70’ler Jethro Tull‘ındaki gibi. Sadece çok iyi bir zamanlama ile çalmakla kalmıyor, özellikle tıpkı 70’lerin ortasındaki Minstrel in the Gallery ya da Songs from the Wood dönemindeki bas gitar lezzeti gelmiş grubun müziğine. Grubun klavyecisi John O’Hara ise kendini çok göstermeden, olması gerekeni olması gerektiği gibi çalmayı bilmiş. Zaten bu albümün asıl yıldızı flüt ve gitar. O da bu ikiliye gereken alanı mükemmel yaratmış. Davulda Scott Hammond‘ı ise oldukça beğendim. Açıkçası son İstanbul konserindeki canlı performansını pek beğenmemiştim ama burada tam bir Jethro Tull davulcusu gibi çalmayı bilmiş. Zaman geçişleri ve davul tonunu sevdim.
Ian Anderson, geçen yıl The Zealot Gene ile açtığı kapıdan girdiği bu yeni alanda geçen yıla göre müzikal olarak çok daha iyi bir iş çıkarmış. Albüm çok daha derli toplu ve geçen yıl ürettiği fikri büyütüp daha derli toplu bir hale getirmiş. Bu albümde, Jethro Tull‘un hemen hemen her döneminden bir esinti duymak mümkün şarkılarda. Örneğin AllFather başladığı anda bir anda ta 1970’e Benefit albümünden Inside‘a gidiyor insan bir kaç saniyeliğine. Şarkı öyle mi devam ediyor? Hayır, ama şarkının girişiyle beraber ister istemez bir anda sizi 50 yıl geriye götürecek kadar güzel bir esinti bu. The Feathered Consort‘da ise insanın aklı ister istemez 70’lerin ortasındaki Minstrel in the Gallery, Songs from the Wood dönemine gidiyor bir an. Wolf Unchained ise sanki 80’ler başı Jethro Tull şarkısı gibi. Dinlerken bu sefer aklınız Stormwatch ya da A albümlerine gidiveriyor. Jethro Tull külliyatına hakim olanlar albümde 70-73 arası dışında grubun her dönemine dair esintiler bulacaktır.
Albümde bu yeni döneme özgü şarkılar da var. Ginnungagap, Hammer on Hammer, The Navigators, Voluspo gibi şarkılar bu yeni Jethro Tull dönemine ait şarkılar. Ancak, yine de bu şarkılarda bile yer yer Jethro Tull‘un geçmiş dönemlerinden bir esintiyi mutlaka duyuyorsunuz.
Albümü ilk dinlediğinizde biraz yabancılasanız bile bir kaç kere dinledikten sonra çok keyif alacağınızdan eminim. Sözler ve müziğin temposu, melodiler gerçekten çok uyumlu. Ian Anderson‘un vokalleri ise yaşına göre bence gayet iyi. Stüdyo imkanlarını da sonuna kadar kullanmış belli ki, ki bence buna fazlasıyla hakkı var. Artık genç değil ve yeni bir vokal yapma yolu bulmuş kendine. Biraz müziğin içindeki hikaye anlatıcısı durumunda bir vokal bu. Bu yeni Jethro Tull müziğine de bence çok yakışmış.
Bence bu albüm bir çok müzisyene ve gruba da ilham olmalı, bu albümden ders çıkarmalılar. Rock müziğin popülerleşmeye başladığı 60’ların ortasından bugüne kadar geçen sürede bu müziği şekillendirenlerin içinde olsa da Ian Anderson hala yeni ve gerçekten nitelikli ve iyi işler üretmeye devam edebiliyor. Son dönemde yeni gruplardan dinlediğim bir çook saçma sapan kaydın yanında bu kayıt zümrüt gibi parlıyor. Albümden şarkı seçmem çok zor, zira bütün şarkıları çok beğendim ama Ginnungagap, Voluspo, AllFather, The Feathered Consort, Trickster, The Navigators ve Guardian’s Watch gerçekten çok iyi şarkılar.
Bu albümün aslında satirik bir başka tarafı da yine Metallica ile aynı yılda albüm çıkarmış olmaları. Bilenler vardır mutlaka ama uzun bir aradan sonra Jethro Tull Crest of a Knave‘i, Metallica‘nın …And Justice for All‘u çıkardığı dönem çıkarmış ve herkes Metallica‘nın Grammy alacağını düşünürken hiç hesapta olmayan Jethro Tull Grammy’i, hem de En İyi Heavy Metal Performansı dalında almıştı. Bu yıl da benzer bir durum olur mu acaba? 80’lerin başında galip gelen rock flütü, kendisi için yapılmış ve adını verdiği “RökFlöte” ile yine aynı çıkışı yapar mı? Kim bilir? Ancak, böyle bir çıkış yapsa kim şaşırır ki? Sonuçta işin içinde Ian Anderson ve Jethro Tull var. Bence bu yılın en iyi albümlerinden biri bu albüm. Arşivinizde yer açmanızı öneririm.