Bir yılı daha bitirdik. Yani yıl sonu hesaplarının vakti geldi. Koca koca şirketlerde maliyet hesapları için sabahlanarak raporlar hazırlanıyor. Mini mini evlerde de başlar yastığa koyulduğunda yapılan hesaplar var. Evdekilerin farkı herkes kendi hesabını yapıyor. Ve herkes pek tabii hesap yaparken önce kendini kayırıyor.
Nasıl yaşadık, nasıl yaşlandık… Neleri kaybettik, neleri kazandık… Eksiler, artılar koyuyoruz kafamızda. Bazılarını bölüyor, bazılarını eksiltiyoruz. Bakiye de genellikle yetersiz oluyor…
Hesap yaparken en kolayı eksileri başkasının hesabına yazmaktır. O yalan söylemiş, samimi olmamış, arkadan iş çevirmiştir. Yeterince çalışmamış, kaytarmış, kurnazlık yapmıştır… Bazı insanların bir ve birden fazla günah keçisi bulma konusunda tıkır tıkır işleyen bir zihin yapısı vardır. Onların hanesinde hiç eksi yoktur. Bir de her eksiyi kendi hanesine yazanlarımız vardır. Yeteneksizliği, akılsızlığı, beceriksizliği kendi hanesine yazar. Ban kalırsa her iki hesaptan çıkan sonuç yanlıştır. Çünkü ne bütün zorlukların, başarısızlıkların, hayal kırıklıklarının nedeni sadece başkaları ne de bütün yanlışların tek müsebbibi biziz. Bizden gayrı herkesi ve her şeyi yetersiz ve eksik gördüğümüzde bir anlığına da olsa mutlu olabiliriz ama yanlış olduğumuz için yalnız olmamız da kaçınılmazdır. Bazen yanlış olmaktansa yalnız olmayı tercih edebiliriz ama hem yanlış hem de yalnız olmak pek tercih edilecek bir durum olmasa gerek.
Hasılı her sene sonu bir hesap yapıyoruz. Her şeyi ama her şeyi hesapladığımızda çoğunlukla geriye yetersiz bakiye kalıyor.
Yeni yıla dair umutlarımızı da galiba bu eksi bakiyelerimiz belirliyor. Sağlığımız iyi değilse mesela sağlıklı bir yıl umuyoruz. Kalbimiz kırıldıysa, onarmayı. İncindiysek, güçlenmeyi… Kaybettiysek, kazanmayı…Yorulduysak, dinlenmeyi… En çok neye ihtiyacımız varsa onu mu diliyoruz bilmiyorum ama yetersiz bakiye hep eksiklikler yüzünden… Hayatımızda eksik bulduğumuz, tamamlayamadığımızı düşündüğümüz şeyler yüzünden. Belki insan, belki para, belki sağlık, belki iş, belki…
2023 bu ülkede yaşayan hemen herkes için fazla sert bir yıl oldu. Daha yılın başında koskoca bir enkazın altında kalıverdik. Kendimizi en çaresiz, en güçsüz hissettiğimiz zamanları yaşadık. Saniyeler yıl, saatler asır gibi geldi. Yüreğimiz ağzımızda iyi haberler bekledik. Yüzbinlerce insanın canı, geleceği, sevdiği bir göçüğün altında kaldı. Hayat kaldığı yerden devam ediyor gibi görünse de o büyük sarsıntının izleri hâlâ duruyor. “Depremden ne ders aldık?” sorusu mesela hâlâ devlet ve yerel yöneticiler yerine yurttaşa soruluyor. Faturayı kesen başka, ödeyen başka. Tıpkı savaşlarda olduğu gibi. Yetersiz bakiye hep bizde…
Dünyanın, yaşadığımız coğrafyanın yılı pek parlak geçmedi. Hal böyle olunca hayatlarımız da güllük gülistanlık olmadı, olamadı. Mis gibi yaşamak varken “mış” gibi yaşadık çoğunlukla. Hep erteleyerek, hep bekleyerek, bekleterek, gücenerek… Keşke’ler biriktirdik, ama’lar çoğalttık. İhtimallere sarıldık, ihmaller kurbanı olduk. Eksildik velhasıl… Bakiye ise yetersiz….
Hesabı nereden nasıl yaparsak yapalım sonuç pek iç açıcı değil. Bu yüzden gelecek yıla dair umutlarımız da tavsadı. Yeni bir yılın heyecanını ne kadar zorlasak duyamıyoruz. Dahası heyecandan çok “daha beteri olmasın”a razı geldik. Çokça yorulup, biraz da vazgeçtik. Denemekten, yenilmekten, yanılmaktan…
Yıl dediğimiz şey ömür güncesi… Umutlarımız küçüldükçe yaşımız büyüyor malum. Gözlerimiz daha az görmeye başlıyor ama kalbimiz daha iyi seçmeyi öğreniyor. Bu arada başka bir şeyin kıymetini fark ediyor oluyoruz; dostlarımızın…
Her şeyden, her yerden kendimizi de alıp gidesimiz geliyor ya dostlarımızdan gidemiyoruz. Omuzunda ağladıklarımızdan, omzumuza başını koyanlardan. Gece yarısı bizi uykulardan uyandıran başka birilerine, başka bir şeylere dair düşüncelerimiz olsa bile en çok dostlarımızın yokluğu dipsiz bir karanlık yaratıyor içimizde. Hele artık yoksa… Ölmüş birini özlemek kadar büyük bir çaresizlik yok mesela.
Birçok şey acıtabiliyor insanın canını. Bir sürü başarısızlık, kayıp, yoksunluk, yoksulluk, ayrılık… Ama dostları sayesinde üzerine düşen gölge kısalıyor. Kalbine çöken kasvet dağılıyor. Birinin bizi anlayacağını, hatalarımıza, gittiğimiz yanlış yollara rağmen döndüğümüzde bizi kucaklayacağını bilmek muazzam bir şey. “Ben varım” diyen sesini duymak paha biçilemez bir hediye. Ve belki de hayata dair yetersiz bakiyenin umurumuzda olmadığı ender anlar, dostlarımızın sesini, soluğunu yanıbaşımızda hissetmek…
Çokça yorgun, fazlasıyla bezgin epeyce de kırgın bir yıl geçirdik. Yenisi eskisinden daha iyi olmayacak. Yine yenilecek, yine yanılacak yine üzülecek, yine kırılacağız. Kayıplarımız olacak, kaygılarımız da. Gidenlerimiz de olacak, kalanlarımız da. Kendimizi kayırıp, kandırmaya devam edeceğiz. Hayal kırıklıklarımız da olacak hayra yorduklarımız da. Çünkü hayat böyledir. Hep böyle sürer. Çünkü hep bir şey eksik kalır. Her zaman bir boşluk olur… Hep bir neden bulunur. Yine de her şeye bir neden, bir teselli veya yetersiz de olsa bir çare bulunabilir. Yeter ki “iyi ki var” dediğiniz dostlarınız eksilmesin.
Yeni yılınız kutlu olsun. Güzel dediğiniz ne varsa artsın eksilmesin. Heyecan duyduğunuz ne varsa sürsün hiç bitmesin. Acısı gözünüzü yaşartan ne varsa dağılsın… Yüzünüzü güldüren, kalbinizi kanatlandıran insanlarla kesişsin yolunuz.
Ama en çok dostlarınız yanınızda ve sağlıkla kalsın…
Vefanızdan öperim…
KARGO
Buraya bir kitap bırakıyorum. Semih Öztürk’ün Telaş Bandosu. İnsanların gürültülü hayatın içinde kırgınlıklarını, telaşlarını, teğet geçtiklerini anlatıyor.
Buraya bir şarkı bırakıyorum Hüsnü Arkan Mahmut Çınar’ın sözleriyle “insan insanın boşluğudur” diyor.
Kendi hatalarımı ve başarısızlıklarımı kabul etmek, olgunlaşma ve öğrenme sürecimin bir parçası. Yeni bir yıla girerken, bu düşüncelerle geleceğe daha umutlu ve gerçekçi bir bakış açısıyla yaklaşmayı umuyorum.
Umarım 2024’te bakiyem hiç yetersiz uyarısı vermez.