Kutsal Aile Masalı

1
261

Narin katledildiğinden bu yana ülkemizde kim bilir kaç çocuk, kaç kadın kayboldu, tecavüze uğradı veya öldürüldü. Oba Makarna Fabrikası’ndaki patlamada işçiler öldü, Fernas ve Polonez işçileri polis şiddetine uğradı, hak savunucusu aktivist Avukat Dilek Ekmekçi hukuksuzca tutuklandı. Ama hepimiz, medyanın da kesintisiz çabaları sonucunda, ekranlara kitlenmiş durumdayız Narin vakasından gözümüzü alamıyor, her detayına vakıf olmaya çalışıyoruz. Delirdik mi biz? Zorumuz ne? Bu bir histeri mi yoksa kim olursanız olun “bir gün bu acı piyango size de çıkabilir” ihtimali mi?  Ya da bu olay üzerinden toplumsal kaderimize çaresizce kahretmemiz mi?

Deniyor ki mesela “bu olayla ekonomik sorunlar unutturulmak isteniyor”. Bu mümkün mü? Her gün enflasyon canavarı ile sınanır, her gün bir öncekine göre daha az harcamak daha az yaşama karışmak zorunda bırakılırken ekonomik krizi unutmak mümkün mü?

Narin vakası toplumsal travmalar silsilesine dönüşürken farkında mısınız uzun zamandır ilk kez bir konuda kutuplaşmıyoruz. A Haber’in konuyla ilgili yayınlarını ciddiye alıp, izleyen, yorum yapan muhalif gazetecilere bile rastlıyoruz. Narin konusunda kendi aramızda kutuplaşmıyoruz, kavga etmiyoruz sadece olay aydınlığa kavuşsun istiyoruz ama olmuyor.

Tam olay aydınlanacak derken tüm ülke “aile” duvarına çakılıyoruz. “Neden, nasıl, nerede, kim?” sorularının cevabını duymaya ihtiyacımız var. Duyamıyoruz. Sağcı siyasetçilerin aile kavramına zeval gelmesi endişesini seçmenleri dahil kimse umursamıyor. Aile kutsaldır masalını yutmayanlar hızla çoğalıyor. Neden? Çünkü her gün ailenin cinayeti örtmek için başvurduğu yeni yalanları, kumpasları dakikasında afişe eden konvansiyonel ve sosyal medyanın ağzı bir türlü büzülemiyor da ondan.

Ataerkil aile özel mülkiyetin temel taşı, gücün, varlığın teminatı. Erkeklerin borusunun öttüğü hatta ilkel formlarında sürü lideri tek erkeğin borusunun öttüğü bir mikro örgütlenme. Toplumsal iktidar ilişkilerinin ve değerlerinin yeniden üretildiği düzenin (statünün) sürekliliğinin teminatı. Elbette psikanalizin ana konusu ve modern insanın psikolojik varlığının da temel oluşum alanı. Tüm sevinçlerin, hüzün ve acıların illaki en az bir penceresinin açıldığı yer aile.

Çok ama çok güçlü bir organizma, ömür boyu yapışıp kalıyor insanın üstüne. Değil bizim gibi sıradan yetişkinlere, koca koca kallavi tiplere bile birden “anam, babam, kardeşim, vs” artık kiminle nasıl paylaşamadığı bir koz varsa dövünürken rastlayabiliyorsunuz.

Abartılı olmak pahasına diyebiliriz ki aile sıkıntıdan ölmemek için çocukların bir an önce büyüyüp hayata karışmak istediği, büyüklerinse çocuklar yuvadan uçmasın, kendileri sıkıntıdan ölmesin diye uğraştığı yerdir. Maalesef çoğunlukla kimse bir yere uçamaz, hele ki taşrada, hele ki köylük yerde dip dibe yaşar gider insanlar…

Neyse, ailenin birey üzerindeki gücünü biliyorduk da toplum üzerindeki gücüne Nadir olayı ile ilk defa bu kadar vakıf olduk. Öyle ki haftalardır ne jandarma baş edebiliyor bu aile ile ne savcılar ne de medya. Nitekim bugün olayı kamuoyuna duyuran ve yakın takipçisi olan avukat, Diyarbakır eski baro başkanı ve CHP millet vekili Sezgin Tanrıkulu “Örgüt olsa çözülürdü” diyebiliyor.  

Tanrıkulu haklı ama unutmamak lazım ki en kadim, en kapalı örgüttür aile …

İMECE USÜLÜ YARDIM YATAKLIK VE AHLAKİ PANİK

Bu yazıyı kaleme aldığım 17 Eylül’e kadar uzmanlara göre cinayetin anlık bir öfke ya da korku ile plansız gerçekleşmiş olma olasılığı yüksekti. Dolayısıyla toplumu kaygı, merak ve nihayet öfkeye sürükleyen şey ağırlıkla olayın sonrasında yaşananlardı. Öte yandan başta geniş ailenin bireyleri olmak üzere neredeyse tüm köyün imece usulü yardım yataklığa bu kadar teşne olması, türlü riskleri göze alıp katil ya da katilleri koruması cinayetin kazara değil de planlanarak ekip halinde işlendiği izlenimi güçlendirdi. Zaten T24’te 17 Eylül’de yayınlanan yazısında deneyimli gazeteci Tolga Şardan Narin’in 20 Ağustos’ta şahit olduğu bir olay yüzünden bir gün sonra “planlanarak” öldürüldüğü senaryosunu kaynaklarına dayanarak paylaştı.

Cinayet haberinin 5N1K’sı bugün yarın illaki netleşecek, ben bu süreçte uzun biçimde tartışmamız ve etüt etmemiz gereken şeyin cinayet sonrası yaşananlar ve bundan sonra yapılması gerekenler olduğunu düşünüyorum.

Başta jandarma olmak üzere kolluk güçlerinin iş bilmezliği, popüler deyişle liyakatsizliği, siyasi nepotizmle birleşince ufacık köyde cansız bedene on dokuz gün ulaşılamadı böylece delillerin karartılması mümkün oldu, mesela amcanın kullandığı kırmızı arabanın da Enes’in kolundaki ısırık izlerinin de vaktinde doğru düzgün araştırılamamış olması uzmanları çileden çıkarttı.

Sosyolojik açıdan (çocuk da olsa) kadın düşmanlığı ve (kız) çocuk değersizliği bir kez daha toplumun gözü önünde faş oldu. Ne kadar kolay gözden çıkarılmış değil mi Narin? 8 yaşında bir çocuk en fazla neye tanıklık etmiş olabilir öldürülmeyi hakkedecek? Otopsi bulgularına göre elle boğulduğu raporlandı. Cansız bedeni her türlü eziyete maruz bırakıldı, suya gömdüler, üstüne taş yığdılar. Başta Sezgin Tanrıkulu ve Diyarbakır Barosu ile DEM olmak üzere vicdan ve izan sahibi demokrat, hak savunucusu Kürt çevreler ile gazetecilerin, demokratik kitle örgütlerinin yoğun çabası olmasaydı bu kızın ne yaşadığından ne de öldüğünden haberimiz olmazdı.

Haberimiz oldu da ne oldu? An itibariyle neredeyse bir aydır süren soruşturmanın her detayını izliyor, Tavşantepe’den, aileden nefret ediyor, Narin için göz yaşı döküyoruz. Katil adaylarına küfredip bela okuyoruz yani sosyolog-araştırmacı Semih Turan’ın Sözcü TV’de verdiği mülakatta anlattığı gibi Ahlaki Panik yaşıyoruz.

Semih Turan, her iki yılda bir toplumun ayarlarını bozan, infial yaratan özellikle kadın ve çocuklara dönük şiddet vakasının yaşandığını, bu ahlaki panik (infial) ortamında insanların bir anda bütün öfkesini boşaltan bir sürece sürüklendiğini ve bunun -tabiri caizse- bir gaz boşaltımı olduğunu söylüyor. Sonra ekliyor “Çok üzücü bir olay ama emin olun aslında gerçekleri de görmemize engel oluyor. Yani tamamen o sözünü ettiğimiz o değerleri (aile, aşiret) kutsayan ama bireyi yok sayan, çocuğu yok sayan, kız çocuğunu, kadını yok sayan bir anlayış var. Bu feodal ilişkiler özellikle ülkemizin bazı bölgelerinde Güneydoğu, Doğu Anadolu, Karadeniz, bu bölgelerde o sözünü ettiğimiz o feodal ilişki kadını da çocuğu da yok sayıyor. Biz bununla yüzleşmek zorundayız.”

Yani sevgili okurlar, sorun yapısal, sorun derin sosyolojik taramalara, ekonomik ve siyasi dokunuşlara muhtaç, ağlamayı zırlamayı kesip, bu çürük “kutsal aile” masalına dayanan, hukuktan ziyade ataerkil normlara sırtını dayamış feodalite artığı ilkel toplumsal organizmaları alaşağı etmek, yerine insan haklarına ve hukuka dayalı “modern” toplum hayatı için çalışmak zorundayız.  

Bu da çok klişe biliyorum ama yeni Narin’ler, Leyla’lar olmasın diye yapmak zorunda olduğumuz şey ahlaki panikten çıkıp serin kanlı biçimde alınacak önlemleri konuşmaktır.

1 Yorum

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz