“Birinin çöpü, bir başkasının hazinesidir…”
Uzun yıllardır gerek yurt içinde gerekse yurt dışında bir şehre gittiğimde, varsa mutlaka bitpazarına gitmeye çalışıyorum. Bitpazarlarında dolaşmayı, alışveriş yapmayı sevmek bir yana, gerek bitpazarını dolaşan insanların profili gerekse bitpazarında satılan eşyalar o toplumun, şehrin kültürel kodlarıyla ilgili çok fazla ipucu veriyor.
Farklı kültürlerde ve dillerde, herhangi bir anlam kayması olmadan ve/veya yeni bir kelime üretimi yapılmadan çoğunlukla “bitpazarı” olarak adlandırılıyorlar. Neden böyle adlandırıldığıyla ilgili pek çok teori olsa da en çok kabul göreni Fransa’dan çıkma; “Marche aux Puces”. Birebir çevirisi ile “bitlerin marketi” anlamına geliyor. Paris’in kuzey sınırına yakın Marche aux puces Saint-Ouen, 1860’larda kurulmuş bir ikinci el pazarı. Bitlerin musallat olabileceği türden eski eşyaların değiş- tokuş edildiği veya satın alındığı yer olması nedeniyle “bitpazarı” adı ile anılan bu pazar, türünün ilk örneği ve isim babası olarak gösterilmekte. Saint-Ouen kasabasında bulunan ve bazen ‘ puces de Clignancourt’ olarak da adlandırılan ve isim annesi (annesi diyorum çünkü bu kadar çeşitliliğe sahip, renkli, gizemli bir pazar yeri ancak dişi olabilir) olan Paris bit pazarının tarihi 1800’lü yılların sonlarına, şehirde çöp toplamayla ilgili bir sistemin olmadığı günlere kadar uzanıyor.” Paçavracı” (O yıllarda paraya en kolay çevrilebilen, kolay satılan nesneler tekstil ürünleri olduğu için) veya “Kroşeci”, “Kancacı” (Çöpleri karıştırırken ucu kancalı sopalar kullandıkları için) gibi benzer isimler verilen insanlar, çöpleri karıştırarak satabilecekleri “şey”ler bulmaya çalışırlardı. (İstanbul’da ise Osmanlı döneminde bunlara “arayıcı esnafı”, sokaktan daha harcıalem eşyaları toplayanlara ise “ayakçı” denmekteydi) Sağlık gerekçeleriyle kovulduklarında ise “kancacılar” şehrin surlarının dışında pazar açmaya başladılar. Özellikle ikinci el silahların bu pazarlarda satılmaya başlanması popülerliklerini artırmaya başladı. Birinci dünya savaşından sonra ise o yıllarda halka açık park ve bahçelerde saatlik sandalye kiralayan Vernaison’un aklına ilk kiralanabilecek stant/kabinlerini yapmak gelecek ve pazar yerleri sabit olmaya başlayacaktı. (Vernaison’ın yarattığı pazar bugün hala aktif ve Marché Vernaison olarak biliniyor.)
Bir başka teori ise; yine 18.yüzyılda New York, Manhattan, East River yakınlarındaki eski bir bataklık olan “Maiden Lane”de ki şehrin tek pazarı olan “Fly Market/Sinek Pazarı”ndan geldiği yönünde. (Felemenkçede “vlaie” veya “vlie” (vadi/bataklık) kelimelerinden türetildiği de bir başka teori)
İstanbul’daki bitpazarlarının tarihiyle ilgili çok fazla bilgi olmasa da fetih öncesine kadar dayandığı bilinmekte. En eski kayıtlar 16. Yüzyıldan kalmakta olup, Gelibolulu Mustafa Âli (1541- 1600), “Nasihâtü’s-Selâtin” adlı eserinde İstanbul’a göç edenlerin yaptıkları meslekler arasında “bitpazarı tellallığı”nı saymaktadır. Evliya Çelebi de “Seyahatname”sinde “Esnâf-ı Hilekâr-ı Bitpazarı” başlığı altında ve III. Selimin sırkâtibi Ahmed Efendi “Ruzname” adlı eserinde Kapalıçarşı ve yangından sonra Beyazıt meydanına taşan bitpazarlarından bahsetmektedir.[1]
Bitpazarlarında dolaşırken alıcıların satıcılara en çok sorduğu sorulardan bir tanesi “Bu nedir?” ya da “Bu ne işe yarıyor?” olsa gerek. Bu sorular bile bitpazarlarının neden bu kadar çekici olduğunun kanıtlarından bir tanesi. Her hangi bir dükkanda, pazarda, alışveriş merkezlerinde bulamayacağınız, ilk kez göreceğiniz bir çok nesneye rastlamak olası. Aslında bitpazarında dolaşmak bir nevi “Hazine Avı” oyunu gibi. Ne zaman, nerede, neye rastlayacağınızı bilemiyorsunuz. Bitpazarları dışında hiçbir yerde bulamayacağınız “biricik” ürünlere sahipler. Bu gizem de merak dürtüsünü uyararak çekiciliğini artırıyor.
Öte yandan gelişen teknoloji, “online alışveriş”, AVM’ler, “modern” kent yaşamına karşı hala bir şekilde ayakta kalabilen ender kamusal alanlardan biri bitpazarları. Modern kentlerin, günümüz çalışma, yaşama alışkanlıklarının hızına karşı zamanın yavaşladığı, dikey bir bantta geçmişle günümüzü buluşturuyor, yatay bir bantta ise çeşitliliğiyle göz kamaştırıyorlar. Bitpazarları bulundukları kentlerin yakın tarih müzeleri aynı zamanda…
Beni çeken nedenlerden bir tanesi de, bitpazarlarının günlük hayatın tekdüzeliği, zamansızlığın getirdiği “planlı olma, planlı yaşama” durumuna karşı durması. Diğer alışveriş deneyimlerinden farklı olarak bitpazarlarına spesifik bir şey aramak için değil, bakmak, orada olmak, hoşuna giden, ilgini çeken bir şey bulursan almak üzere gidiyor olmak. Üstelik kapitalizmin doğası gereği dayattığı, “at, yenisini al” mantığına da anarşist bir karşı durma hali sergiliyor. Nesneleri yine, yeniden kullanıma sokuyor.
Bitpazarları “hemzemin”dir… Çer çöpten ıvır zıvıra, başka hiçbir yerde bulamayacağınız, satışta olmayan emsalsiz, “biricik” arzu nesnesi ürünlerden antikalara geniş bir ürün yelpazesi sergilediğinden, her kesimden insanı tek bir düzlemde buluşturmayı becerebilirler. Alıcı ve satıcı tezgahın iki ayrı tarafında da olsalar, kimi zaman yer değiştirebilirler. Bitpazarları aynı zamanda elden çıkarmak istediğiniz şeyleri satabilmek için “satıcı” pozisyonuna geçebileceğiniz, veya elinizdekileri takas edebileceğiniz iç-içe geçmiş grift yapısıyla da alışageldik satış noktalarından ayrılırlar.
Bitpazarlarında fiyatı belirleyen arz edilen ürünün sadece niteliği değil kendisine olan taleptir. Satıcı ürünlerini çoğunlukla toptan, götürü usulü aldığı için alırken kazanır. Pahalı veya ucuz her ürün pazarlığa açıktır. Satıcı fiyatı en üst noktadan belirler, talep arttıkça pazarlık payı küçülür, talep azsa pazarlık payı yükselir. Alıcı ve satıcı ortak, adil bir noktada buluşurlar. Alıcı ve satıcı arasında organik bir iletişim kurulur.
Eşya/meta doğası gereği ruhsuzdur. Sahip olan kişinin onda gördüğü, ona atfettiği değer ile ruha sahip olur. Bu nedenle kişiye aidiyetiyle anlam kazanır. Kişiseldir. Kişiye bağımlıdır. Sahibi öldüğü zaman onla beraber ruhu yok olur. Değersizleşir. Piyasa koşullarında maddi bir değeri yoksa, mirasçılara bir “anı” değeri sunamıyorsa gözden düşer, anlamsızlaşır. Ruhunu kaybetmiş, değersizleşmiş nesne, tezgahta tıpkı eski sahibi gibi onda bir “şey” gören gözlerle ve ardından başka birinin –belki de eski sahibinin kültür yapısı, hayata bakış açışı, yaşam biçimiyle benzer özellikler taşıyan- nesnesi olmakla tekrar hayat bulur. Kimi zaman daha az değerli, kimi zaman eski hayatında olmadığı kadar “arzu nesnesi” olsalar da, hayat bulurlar. Bakmasını bilen gözler ondaki bu reenkarne olmuş hayatlardan kalan izleri görebilir. Çizik, kırık, dökük, yıpranmış denilen şeyler aslında bu yaşanmışlığın izleridir, tıpkı yaşlandıkça yüzde oluşan çizgiler gibi. Dolayısıyla sadece bir eşyaya değil, bir günah yiyen gibi farklı bir zamanın, farklı bir yaşamın anılarına da sahip oluyorsunuz.
Bitpazarları, büyük kentlerin karmaşası içerisinde, tezgah yapıları, çeşitlilikleri ile oluşturdukları kaotik görünüme rağmen, geçmişin sükunetini taşıyan geçici, kurtarılmış otonom alanlardır. Bitpazarları nesnelerin arafıdır.
[1] Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi