Tuzu kuru sanatçıları yangına atmalı! Yok yok, yakalım demiyorum. Öyle şey olur mu ayol yobaz mıyız biz! Ama bir yangın görmeli mutlaka! Yangın, evinin arka tarafına kadar gelmeli. Ormanların nasıl yakıldığını, yangının yayılmasına nasıl göz yumulduğunu gözüyle görmeli. Mesela Muğla’da evine doğru gelen alevlere karşı canlı yayın açıp feryat figan bağırmalı. Derler ki insana pratik öğretiyor birçok şeyi. Kimileri de der ki en iyi öğrenme biçimi yaşayarak öğrenmedir.
Şimdiye kadar 6 tane Recep İvedik filmi çekildi. Altı filmi de izledim. Altısından da nefret ettim. Öğretmenliğim hep kırsal alanlarda ya da kırsaldan gelen insanlarla geçti. Genel olarak kaba-küfürlerin hâkim olduğu, kabalığın, höt-zötün hayat felsefesi yapıldığı, karıların kocalardan dayak yediği, evde kadının ancak yalan dolanla ayakta durabildiği, yine kadının ekonomik olarak cüzdandan tırtıklayarak geçinebildiği, selamlaşmanın bile küfür üzre başladığı ailelerin çocuklarıydı öğrencilerim. Eğitimin gücünü kullanarak çocukları bu sefil kültürden korumaya çalıştım. Naif, nazende bir yetişkin olabilmeleri için elimden geleni yaptım. Biz öğretmenlerin bu çabaları deryada bir damla idi. Çünkü büyük medya organları, internet ve sinema gibi araçların bu çocuklara kitlesel olarak ulaşabildiğini biliyordum. Yine de güzel olanın yayılmasının kötüye oranla daha güçlü olduğuna inancımı hep korudum. Kötü olan çok para harcamak, çok kitlesel hareketler yapmak zorundayken biz “güzeller” güzelliğin insanı iyi hissettiren gücüne yaslanıyorduk.
Bizlerin çocuklarda yaratmak istediği “Anadolu irfanı” yeni kapitalist düzende tercih edilmeyen bir şeydi. Çünkü ne kadar kaba ne kadar aymaz ne kadar cahil o kadar kolay sömürülür halk demekti. Bu toplumun 80 öncesi nazik çocuklarının bir kısmını kabalıktan pirim yapan, kısa paçalı dar pantolonlu, çorapsız iskarpin giyen, saçları jöleli, elinde telefon sadece kadın peşinde koşan, kadına meta olarak bakan, dövmeye-öldürmeye meyilli, arabalarda yüksek sesle sokakları kilometreleyen kafasız şahıslara dönüştürdüler. Yazık!
Recep İvedik filmleri sinemaya ilk düştüğünde şehirlerin büyük kesimi bu güruhtan ancak haberdar oldu. Kaba konuşmaları, küfürbaz ağzı ile tuhaf sesler çıkaran, kalabalık içinde osuran, geğiren, bencil, aptal bir yaratığı bize “öyle dışlamayın, kaba maba ama altın gibi bir kalbi var” diye sundular. “Kötüyü kabul edin, dışlamayın, o da insan” dediler bize. “Tamam, ayının teki ama bizi güldürüyor” dediler. Bazılarına uzaylı gibi gelmiş olabilir Recep İvedik ama ben bu tipe yabancı değildim. Öğretmenliğim boyunca uğraştığım, değişmesi için nezaketin güzelliğini göstermeye çalıştığım gençlerden biriydi… Filmleri izlerken sık sık “ aaaa aynı şu, aaaa aynı bunun davranışı” dediğim çok oldu. Bu yüzden Recep İvedik’i ve onu hayata taşıyarak sorumsuzluk örneği olan Şahan Gökbakar’ı sevemedim.
Geçen yıl Muğla yangını sırasında ve sonrasında sosyal medyada canlı yayın açarak yangını duyuran ve orada doğa için savaşanlara fiilen destek olan Şahan Gökbakar’ı şaşkınlıkla izledim. Şaşkınlıkla ve şüphe ile demek daha doğru olacak. “Acaba kendi evi de risk altında diye mi bu kadar duyarlı davranıyor” dedim. Malum, ucu bize dokunmayınca başkalarının acılarını duymak çok rastladığımız bir durum değil. Yangın sonrasındaki süreçte de Gökbakar’ın tweetlerini merakla takip ettim. Bakalım çevreciliği devam ediyor mu diye… Hayret ki devam ediyordu. “Birden bire” muhalif bir sanatçıya dönüşmüştü Şahan Gökbakar. Umut verici bir gelişmeydi bu. Ama bir yanım çok da güvenme diyordu. Neticede tuzu kuru… Yeni bir film hazırlığında olduğunu öğrendiğimde “hah” dedim. Bak filmi ilgi görsün diye müşteri topluyor. Evet, size fena bir şüphecilik gelebilir bu. Ama bizler neler gördük şu dünyada. Para için taklalar, parendeler, eğilmeler, bükülmeler…
İki gün önce Recep İvedik 7’yi izledik kız kardeşimle. İzledim, çünkü değiştiğini düşündüğüm Şahan Gökbakar’dan çıkan son “ürünü” merak ediyordum. Şüpheyle izlemeye başladığım film alkışla ve mutlulukla bitti. Çok şaşırdım… İvedik aynı tipti ama kabalığı yönünü bulmuş, halktan insanlara değil halkı dolandırmaya çalışanlara dönmüştü. Köyünü işgal etmeye çalışan büyük bir inşaat firmasına savaş açmıştı Recep. Ve bunu tek başına yapmıyor kolektif bir direniş örgütlüyordu. Son süreçte olup biten yolsuzluklara dair o denli ince mesajlar vardı ki… Bir yandan direnişin zorluklarını, hayal kırıklıklarını anlatırken bir yandan zaman zaman yenilmenin kaybetmek olmadığını anlattı izleyiciye. Köyün siyasetle iş birliği yapan muhtarının kaypak tavırlarına karşı kadınların gücünü sarsılmaz bir inançla anlattı bize. Üstelik anlattığı doğa mücadelesi ütopik değildi. Hayatın içinde istenirse gayet yapılabilir, başarılabilir yöntemler gösterdi bize.
Yine kaba bir Recep İvedik vardı filmde ama küfürler azalmıştı. Elbet küfrün hayatımızdaki rahatlatıcı etkisini reddetmiyorum ama nerede, ne zaman ve kime küfredeceğimizin de bilincinde olmalı değil mi! Yine eski filmlerine bakarak kabalığının sınırları vardı İvedik’in. E öyle muhteşem büyük değişimleri hemen beklememek lazım insandan. Eğitim süreç işidir. Zamana yayılır. Bir sonraki filmde daha nazik daha tatlı şaşkın bir Recep İvedik görebiliriz bence. Yeter ki kahramana can veren sanatçı değişsin… Tuzu kuru sanatçılara bir yangın lazımdı, Şahan Gökbakar o yangında biraz pişmiş görünüyor. Umarım duyarlılığını devam ettirir ve kendisine saldıran trol ordusunun ve iktidar yandaşlarının karşısında geri adım atmak yerine, filmindeki gibi kolektif mücadeleye inanır ve bizleri yanına alarak güçlenir.