Bir Savaşın İçine Doğmak

0
355

Günlerdir Rusya’nın Ukrayna’ya başlattığı askeri saldırıyı izliyoruz; yorumlamaya ve anlamlandırmaya çalışıyoruz, bölge ve dünya sistemine olabilecek etkilerini kestirmeye çalışıyoruz, farklı ülkelerin tepkilerini ve tepkisizliklerini kavramaya çalışıyoruz. Ama tüm bunları sıcak evlerimizin içinde, ellerimizde telefon, kucağımızda tablet, masamızda kahve fincanı, mutfakta kaynayan tencerenin fokurtusu ve güzel bir yemeğin buğusu eşliğinde “konfor alanı”mızın içinden yapıyoruz.

Hayatında hiç savaş görmemiş, yanında yöresinde bir çatapat bile patlamamış kitleler Ukrayna’da yaşanan savaş dehşetini “Yaşasın! Ukraynalı kadınlar mülteci olarak buraya gelecekler, hahahaha!” şeklinde bir pespayelik, haysiyetsizlik, ahlaksızlık, alçaklık ve sığlıkta görüyorlar. Oysaki Ukrayna’da insanlar ölüyorlar, ülkeden çıkışları yasak olan babalar çocuklarını gözyaşları içinde otobüslere bindirip savaşmaya gidiyorlar. Ama hala bir kesimin derdi ölen insanlar yerine mülteci olabilecek Ukraynalı kadınlar olabiliyor! Çukurun dibi yok bu iklimde!

Fotoğraf: Jordy Meow/Unsplash

Hiç yakınınızda bir bomba patladı mı? Benim patladı. Tarihler 7 Haziran 2016 sabahını gösterdiğinde Vezneciler’den okulum İstanbul Üniversitesi’ne giderken patlayan ve 13 kişiyi hayattan koparıp 36 kişiyi yaralayan o bomba beni de yakalamıştı. O bombanın sesinin ve şok dalgasının kulaklarımdaki delirten çınlamasını hala hissedebiliyorum. İnsanların o sabah yaşadıkları şoku, çöküşü, korkuyu ve can havlini gözlerimle gördüm. Bundan dolayı da yanında torpil bile patlasa korkudan siper alacak kitlelerin şehirlerde patlayan bombalara ve savaşlara karşı hamasi, insanlık dışı ve çığırtkan tavırları midemi bulandırıyor.

Hiç aileniz bir savaşın ortasında kaldı mı, savaş uçakları tepelerine bomba yağdırdı mı? Benim ailem bunu yaşadı. Hani hep savaş anında doğan bebeklerin haberleri yapılır; işte ben savaşın içine doğmuş olan o bebeklerden biriyim! Tarih 22 Mart 1985’i gösterdiğinde İran ve Irak arasında doludizgin devam eden bir savaşın sabahında İran’ın Urumiye şehrinde doğdum ben! Henüz 20 yaşında olan, İstanbul’da el bebek gül bebek büyümüş olan annem kendisini İran’da bir hastanenin doğum odasında bulmuştu!

O esnada Irak savaş uçakları Urumiye şehrinin semalarında hava saldırısına başlamıştı ve tüm şehir sabaha karşı bombardıman altındaydı. Annemin anlattığına göre, yakınlara düşen her bombayla birlikte tüm hastane sarsılıyor ve yataklar sallanıyordu. Doktor ve hemşireler büyük bir özveriyle hem annemin hem de benim hayatımı kurtarmayı başarmışlardı. Bombaların altında böylesi şartlarda doğduğum için babam bana İran’da kullanılmamasına rağmen “Savaş” ismini verdi.

Doğduğum ilk günden geldiğim bu günlere kadar savaşın travmasını hep hayatımda hissettim. Ailemin nesilleri İran-Irak Savaşı’nın içinde yoğruldu, büyürken hep onların yaşadıkları savaş travmalarının etkilerini gözlemleyerek büyüdüm, hava saldırısı sirenleri çaldığında korkudan bebeğini düşüren, erken doğum yapan, kanama geçiren, kalp krizi geçiren, beyin kanaması geçiren, felç geçiren ve hatta altına kaçıran insanların hikayelerini dinledim. Bombalarla evleri veya işyerleri başlarına yakılanları söylemiyorum bile! Yani; savaş denilen olgu bir bilgisayar oyunu değildir, hayatın en dehşetli haliyle ta kendisidir! 

Devam eden savaşa dair sadece “Rusçu” veya “Ukraynacı” bir perspektifle bakmak eksik bir yaklaşım oluyor çünkü olup biteni anlayabilmek için her iki tarafın da donelerini birlikte incelemek gerekiyor. Savaşın yakıcı döneminde soğukkanlı analizler hayati bir öneme sahip. Aklı selim bir yaklaşım olmadığında konu ırkçılıktan cinsiyetçiliğe, savaş kışkırtmacılığından her nevi etik ihlaline kadar uzanabiliyor.

Post-Truth (Hakikat Ötesi) çağın içerisinde herhangi bir yayın kimliği, yayın politikası ve editoryal kaygı gözetmeyen, profesyonel gazetecilik eğitimi olmayan standart kullanıcı yığınlarının sosyal medya ağları üzerinden her nevi dezenformasyon, çarpıtma, misenformasyon, yalan veri ve savaş yanlısı iletiler paylaşması bir yere kadar anlaşılabilir. Ancak yazının sonunda medya profesyonellerine, gazetecilere, muhabirlere ve editörlere böylesi savaş günlerinde Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’ni ısrarla hatırlatmak gerekiyor:

-Gazeteci; şiddeti haklı gösterici, özendirici ve savaşı kışkırtıcı yayın yapamaz!

-Gazeteci; insanlar, uluslar ve topluluklar arasında nefreti, düşmanlığı körükleyici yayından kaçınır!