Şeytanın Oğlu Isidore

0
272

Hasıraltı Bir Mektuptan Hareketle İktidar İlişkileri Üzerine Bir Monografi

“… bir gün annem, donuk gözlerle bakarak, bana şöyle demişti. Yatağında yatarken, kırlarda köpek havlamaları duyarsan yorganın altına gizlen, yaptıklarını alaya alma; sonsuzluğun o tutkusu yatışmaz hasretini çekmektedirler onlar, tıpkı senin gibi, benim gibi, tıpkı soluk zayıf yüzlü öteki insanlar gibi.”

Lautreamont  (Maldoror’un Şarkıları’ndan)

Romantizm akımıyla beraber, Fransa’da sanat ve edebiyatın teorik biçimi üzerine radikal tartışmalar başladı. 1818 yılında Cousin’in Sorbonne derslerinde ortaya attığı “din din içindir, politika politika içindir, sanat sanat içindir” tartışmaları, batı sanatının yapısını köklü değiştirecek o uzun savaşın ilk fitilini ateşledi. Modernizasyon sürecinde batıyı tesiri altına alan başka bir anlayışta; Monet ve Baudelaire gibi şair ve ressamların ortaya koyduğu flâneur kavramıdır. Benjamin’e göre “flâneur bir tür kendini izole eden kent gezginidir, kalabalıkların arasında yaşar, kalabalığı gözler ama kalabalık onu göremez”. Flâneur’lerin ürettiği resim ve şiir bu haliyle ilk yabancılaşma örnekleridir. Bu yabancılaşmış sanatçı bireyin ürettiği eser bir taraftan da toplum içinde bir özerklik talebidir ve dekadans çağı isminin içeriği gibi bir çöküş dönemidir. Flâneur, bu dekadans devrinde, çöküşle sanat için sanat üreten öznenin kendisidir artık ve hiç bir geleneksel, ahlaki ve sosyal sınırlandırmaya ve yasalara bağlı kalmaz.

Isidore Ducase namı diğer Lautréamont dekandans çağının doğurduğu değeri çok sonraları anlaşılmış nadir isimlerinden biri. Vahayı kendi iradesiyle erken terk eden bu gariban Uruguay doğumlu Fransız gencin ilginç hikayesi aslında şimdinin kültür endüstrisi içindeki iktidar ilişkilerinin en eski örneklerinden bir tanesi. Entelektüel sorumluluğun bıçak sırtı olduğu içinde boğulduğumuz bu yeni dekadans çağında; Lautréamont’nun hikayesini anlatmamın sebebi, güne dair palyatif birçok politik çözümlemeden çok daha önemli olduğuna inanmamdan geliyor. Belki de Enis Batur’un dediği gibi rüküş duruma düşmek pahasına herkesin konuştuğundan alakasız bir tarafa bakmak ki tüm bu palyatif süreç bittiğinde, elimizde konuşabilecek başka ciddi meseleler kalabilsin.

Isidore Ducase, 24’ünde intihar ettiğinde hala otel odalarında yaşıyordu. Dadacılar 1919’de Littérature dergilerinde Isidore Ducasse adıyla yazdığı iki şiirini basana kadar da ne Fransa ne de dünya onun varlığından haberdardı. Sonra sürrealistler onun Lautréamont mahlasıyla yazdığı Maldoror’unu keşfettiklerinde ise çocuk tanrı statüsüne yükseltildi. 20. Yüzyıl karşı geleneğini de en çok etkileyen kutsal insanlardan biri olarak tekrar tekrar basıldı, taklit edildi, yorumlandı.

Isidore Maldoror’un ilk kısmını, dönemin ağır toplarının (Goncourt Biraderler, Zola, Hugo) yayıncısı Albert Lacroix’e gönderir. Albert Lacroix yoğunluğu bahane edip, metni inceleyip, yayınlayıp yayınlamayacağına karar verme işini sürekli öteler. Isidore’un kafasında yer etmiş olan, Lacroix’nin yayınevindeki heybetli Victor Hugo büstüdür. Isidore buroşür halinde hazırladığı Maldoror’un ilk nüshalarını sağa sola postalar, belki birileri görüp, hakkında birkaç satır yazar ve kitabının basılması daha olanaklı olur diye. (Kaldı ki o dönem La Jeunesse’teki ufak bir yazı dışında Isidore’dan bahseden kimse yoktur). Isidore yine broşür postalamaya gittiği bir sırada, genç bir çocuğun elindeki l’Avenir National dergilerini görür, çocuk dergileri Hugo’ya postalayacaktır. Isidore’un aklına Lacroix’nin yayınevindeki heybetli Victor Hugo büstü gelir ve çocuğun elindeki adresi alır, Maldoror’un birinci kısmının iki nüshasını Victor Hugo’ya postalar, pek tabi paketin ilişiğine bir mektup iliştirir. Isidore mektubunda Hugo’ya şunları yazar:

Onu (Lacroix’i) diğer yayıncılara yeğliyorum çünkü kitap dükkanında sizin büstünüzü gördüm ve biliyorum ki burası sizin kitapçınız. Ancak bu zamana kadar gönderdiğim el yazılarına bakamadı çünkü kendisi bana çok yoğun olduğunu söyledi, eğer bana bir mektup yazarsanız ve bu mektubu ona gösterirsem, eminim ki Kanto’ları basmak üzere onları mümkün olduğunca hızlı okuyacaktır.

Eğer bana bir kaç kelimelik bir cevap yazabilirseniz, şu kulu ne kadar mutlu edeceğinizi tahmin bile edemezsiniz.

[1]

Mektubun Hugo’ya gidiş tarihi 1868, Isidore’un intihar tarihi ise 1870. Yani aradaki bu iki yılda Isidore yayınlanmadığı halde Maldoror’un diğer kısımlarını da tamamlar. Hugo’nun ona cevap verip vermediği de net değil ama Lacroix’in Maldoror’u bastığı ancak dine karşı kısımlarından dolayı asla dağıtıma sokmadığı rivayet ediliyor. Ancak o dönem, yeraltından Maldoror’un nüshalarının dolaşımda olması kuvvetle muhtemel, her şeye rağmen Isidore hayattayken lisanslı bir baskı olarak Maldoror’un yayınlandığını asla göremedi.

Isidore’un Hugo’ya yazmasının muhtemel net iki sebebi vardı. İlki Lacroix’in büstünü dikecek kadar Hugo’ya tapması ki Isidore’un aklındaki Hugo’dan gelecek bir cevapla Lacroix’e kitabın basılması için masum bir baskı kurmak. Diğer olasılık da Hugo’nun eserlerinde ezilen sınıfın ve dönemin ötekilerinin hikayesini anlatan biri olarak, Isidore gibi beş parasız, genç bir adamın bu nazik isteğine cevap verecek potansiyele sahip olduğunu düşünmesi.   

Bilinen o ki; Isidore’un masum komplosu asla gerçekleşmedi ve Maldoror’un baskısı onun intiharı ertesine, öneminin anlaşılması da onlarca yıl sonra gerçekleşti. Isidore’un planı tutsa ve Lacroix, Maldoror’u onun arzuladığı dönemde bassaydı, Maldoror’un etkisi bugünkü kadar derin olacak mıydı, orası  müphem?

Bugün avangardın İncil’lerinden biri olan ‘Maldoror’un İlahileri’ belki de Zola ve Hugo gibilerin gölgesinde modernist romantizmin arada bir anılan ama döneminin posalarından kurtulamayacak sıradan bir kitabı olarak raflara tıkanacaktı. Oysa avangardın altın çağında evvelce Dadacılar sonra Gerçeküstücülerce Maldoror’un keşfi ve etrafında toplanılan bir külte dönüştürülmesi; bugün Maldoror’u paha biçilmez kılıyor. Hugo Ball, Cabaret Voltaire’in sahnesinde sıkça Maldoror’dan pasajlar okuyordu. Tzara’dan Picabia’ya kadar birçok Dadacı’nın metinlerinde Maldoror’un hortlağı kendini gösterir.

Kaldı ki yıllar sonra Breton, Dada’dan kopup Gerçeküstücülüğe yelken açtığında, Isidore ve Maldoror üzerine şu güzellemeyi yazacaktı:

(…)

Daha da yaklaşın ve bu kirin zonklamasının sesini duyun ve dünyanın atardamarı olan kanlı leşi, damarlar ilahi kanla şişmiş. Bu lağım tamamen semanın rengi  ile yoğrulmuş. Biri olağanüstü-edebi atmosferin içindeki (bu en azından dile getirilsin) yerlerini belirlemek için bu renkleri kendine getirmeli,  kara ışığın göz kamaştırıcı renkleri, Comte de Lautréamont.

Bugünün hakiki şairlerinin gözünde, Maldoror’un İlahileri ve Şiirler eşsiz bir görkemle parıldamıştır. Maldoror’un İlahileri, insanın olanaklarını aşabilecek nihai vahiylerdir. Bu bütün olarak modern hayatın kendisidir, kendisi olan tek bir darbeyle yüceltilmiştir. Perde arkasında, safir zeminleri aydınlatan antik güneşlerin sallanan kapıları üzerinde döner, gümüş gagasıyla bir lamba, kanatlanmış ve güler, Seine üzerinde ilerler, boşluğun yeşil membranları ve Vivienne bulvarındaki dükkanlar, dünyanın merkezinden geçen berrak ışınlara dua eder.

Mutlak bakire bir göz, dünyanın bilimsel mükemmelliği adına kendini ikaz ediyor, bu mükemmeliyetin bilinçli çıkarcı karakterini hiçe sayın, kıyametin ışığıyla geri topunun yerlerini tayin edin. Koşulsuz kıyamet: bu çalışmada doğuştan varolan nabız atışları kaybolur ve amyant bir kafese kapatılmış akkor kalbe ulaşmak için yücelir. Yüzyıllardır düşünülmüş ve keşfedilmiş her şey küstahça burada bulunabilir, ustaca formülize edilmiş, sihirli kanunu.

Kelime, artık olmayan biçim  Lautréamont’ta acı çeker, temel bir bunalım olarak yeniden başlar. Böylece kelimelerle ilişkiye girmiş kelimelerle ve şeylerle ilişkiye girmiş şeylerle sınır çizilir. Bir sürekli mutasyon ilkesi, birbiriyle aynı obje ve şeyleri sollayıp, insanı da kapsayan nihai kurtuluşa doğru yönelir. Bu bağlamda Loutréamont’un dili ilk elde, dengi olmayan, ahlak bozucu ve üreyip çoğalan bir plazmadır. Delilik suçlaması, absürt kanıtlar, cehennemsel bir makine sürekli dile getirildi ve bir vazifeymiş gibi tekrarlandı,  ama öyle güzel kanıtlandı ki, bu eleştiriler er ya da geç kendi başarısızlığı olarak hiç bir zaman gayesine ulaşmadı. Bunun en büyük nedeni, tüm insan ölçülerini alaşağı eden bir çalışma var karşımızda,  bu çalışma, bütün zihinsel müdahaleler için gayet iyi düzenlemedir.[2]

Romantizm ve 1789 Devrimi ertesi Fransa’da baskınlaşan milliyetçi edebiyat üretiminin “dekadans” ile birlikte çökmeye başlaması, avangardı doğuran tıkanıklıkların en üst noktalarından biri, eğer avangard olmasaydı şimdi minör de olsa bağımsız bir sanat, edebiyat ve düşünce üretiminden bahsetmek belki de mümkün olmayacaktı. Bugün, Maldoror’un sonsuz büyüsü ile bizi hala kuşatıp, üretim için yeniden doğurmasını; Hugo gibi döneminin kültür endüstrisine yön veren hatta kültür endüstrisi içindeki iktidar ilişkilerini kontrol eden, burnu havada kabız bir romantiğin körlüğüne borçluyuz. İçinde olduğumuz yeni dekadans çağında da tekerrür eden bu iktidar ilişkisinde “entelektüel”lerin taraf ve “şimdi” bulundukları konumlarını iyi görmek gerek ki Lautréamont gibi çağdaşları aynı ideoloji hayvanına kurban vermeyip, savunup, kıymetlerini bilelim.


[1] Duranay, H. (2014). Dada Bakire Bir Mikroptur. Kült: İstanbul.

[2] [2] Duranay, H. (2014). Dada Bakire Bir Mikroptur. Kült: İstanbul.