Arkaik Ateş

1
542

Yavaşça değişen her şey hayatla açıklanırsa, hızla değişen her şey de ateşle açıklanır. Ateş üstün-canlıdır. Ateş mahremdir ve evrenseldir. Kalbimizde yaşar. Gökyüzünde yaşar. Tözün derinliklerinden çıkıp kendini aşk gibi sunar. 

Gaston Bachelard – Ateşin Psikanalizi 

Çocukluğumda babaannemi ziyaret etmenin en keyifli anı bize gözleme pişirmesiydi. Tandırın altında yakılan ateşi izlemek bana büyük bir keyif verirdi. Babaannem asistanı olmama izin verir ve çalı çırpı toplama işini bana bırakırdı. Bir tapınakta asla sönmemesi gereken kutsal ateşle ilgilenen rahip gibi ciddiyet ve şevkle ateşe bakardım. Bazen ilahi bir çılgınlığa kapılıp ateşi fazla besler ve onu yıkıcı bir boyuta yükseltirdim. Başrahibe konumundaki babaannem hemen beni uyarır ve kutsal ateşe daha fazla odun atmama engel olurdu. Ateş büyüleyicidir. Ayin sırasında ellerini yukarıya kaldırıp tanrıyla konuşan bir ritüel dansçısı gibidir. Çıkardığı dumanlar göğe doğru yükselir. Franz Boas, dünyaya yatay bakmak ile dik bakmak arasında fark olduğunu söyler. Yatay bakışta birbirine benzer cisimler görürüz, ama kafamızı yukarıya kaldırdığımızda manzara keskin bir şekilde değişir. Güneşi, bulutları, yıldızları ya da Ay’ı görürüz. Yanan ateşin dikey hareketi de imgelemimizin ayaklarını yerden keser. Gölge oyunları yapar, uyanık insan zihninde yanılsamalar yaratır. Sabit bir ışık yayan modern ampul değildir, sanki ruhu olan canlı bir karakterdir. Yanan odundan gelen çıtırtılarla dile gelir. Ritüel sırasında kimselerin anlayamadığı arkaik bir dili konuşan rahibin dilidir bu. Bir Yakut inancına göre ateş ruhu, henüz konuşmayı sökmemiş çocukların anlayabildiği, ak sakallı ve fısıldayarak konuşan bir ruhtur (Çoruhlu 2019). 

 Ocağa kapatılmış ateş insanlığın ilk hayal ve felsefe merkezi oldu. Ateş karşısında hayal kurmak alevin en insanca yönüdür. Ateşi izleyen çocuk, Auguste Rodin’in Düşünen Adam heykelinin canlı bir versiyonuna dönüşür. Çocuk ateş karşısında düşüncelere dalar. Dış dünyanın diğer uyaranları gözünden ve zihninden silinir. Bedeni uykuya dalar, ruhu yüzeye çıkar. Antikçağda insanın uyanıkken ruhunun uyuduğunu, uykuda ise ruhun uyandığına inanılırdı. Ruhun bu uyanık durumda tanrılarla iletişim halinde olduğu kabul edilirdi. Ateş başındaki çocuk da aşkın bir düzeye yükselir. Zihni düş okyanusunda yolculuğa çıkar. Odysseus gibi sihirli adalar arasında dolaşır. Umberto Eco çocuklarının şömine karşısında yaşadığı masalsı deneyimi şöyle anlatır: 

Ayrıcalıklı kişilerin şöminesi vardır ve ben de söze buradan başlamak istiyorum. Yetmişli yıllarda güzel bir şöminesi olan bir kır evi satın almıştım. O zamanlar on ve on iki yaşlarında olan çocuklarım için ateş; yanan odun, alev mutlak olarak yeni birer olguydu. Şömine yandığında ise çocukların gözünün televizyon aramadığını fark ettim. Alev herhangi programdan daha güzel ve değişkendi, bitmek bilmeyen masallar anlatıyor, her an yenileniyor, televizyon gösterisi gibi sabit bir çizelge izlemiyordu. 

O çocukların yaşadığı büyülenmeyi ben de babaannemin yanında yaşıyordum. Kiralık bir apartman dairesinde yaşıyordum ve modern ısıtma teknolojisiyle donatılmış bu evde bana masallar anlatan ilkel ateş yoktu. Demir yığını kalorifer petekleri benden ateşi gizliyordu. Ocağımızdaki tüp ateşinin ise büyülü bir yanı yoktu. Dans etmeden sabit bir şekilde yanıyordu. Bizi ilkel yöntemlerden kurtaran bir mühendislik harikasıydı o. Fakat bu uğurda şair ve hikâye anlatıcısı rolünü bırakmıştı. Yine Eco’nun dediği gibi, biz ateşle yaşadığımız o kadim deneyimi unuttuk: 

Havayı her gün soluyor, suyu gündelik yaşantımızda kullanıyor, toprağı daimi olarak çiğniyoruz ama ateşle yaşadığımız deneyim giderek daha fazla azalma riski taşıyor. Ateşin işlevlerinin yerinin aşamalı olarak gözle görülmeyen enerji kaynakları aldı, ışık kavramını alevinkinden ayırdık ve ateşle tek deneyimimiz –neredeyse gözle görünmeyen- ocakta, kibritte, çakmakta ve mum alevlerinde (sadece kiliseye gidenler için) kaldı. 

Ateş bir fenomen olarak modern çağda gözümüzün önünden büyük ölçüde silindi. Ona çok daha az şahit oluyoruz. Bizler on binlerce yıl önce İspanya ve Fransa’daki mağara duvarlarına çizilmiş resimlere modern aydınlatma teknolojisinin gözüyle bakıyoruz. Kadim zamanlarda oradaki atmosfer böyle değildi; insanlar o resimlere meşale ateşiyle bakıyorlardı. Dans eden ateş gölgeler yaratıyordu, hayvanlar sanki hareket ediyordu. Joseph Campbell Paleolitik Çağ’ın bu resimli mağaralarına “taştan tapınak” der. Kilisedeki Komünyon ayininde nasıl ekmek ve şarap İsa’nın bedenine ve kanına dönüşüyorsa, o mağaralarda da büyülü anlar yaşanıyordu. Araştırmacılar ve ziyaretçilerin daha iyi görebilmesi için mağaralara konulan ampuller bu deneyimi yaşatma gücünden yoksundur. İlkel insanın yaşadığı duygulanımı bize yaşatamazlar. Titrek alev bizi hayallere sürükler, mitik bir seviyeye yükseltir, duvarlar ve resimler canlanır. 

Ateş bizim ilk evrensel tabularımızdan bir tanesiydi. Arkeolojik buluntular sayesinde Homo erectus’un ateşi kontrollü bir şekilde kullanmaya başladığını biliyoruz. Ateşe fazla yaklaşıp elini yaktığı için annesinden dayak yiyen bir Homo erectus çocuğu bu evrensel yasağın cezasını çeken ilk insan türü oldu belki de. Ateşle başladı bütün hikâyemiz. Kontrol altına aldığımız ateşle yiyecekleri pişirmeyi öğrendik. Bu sayede bir tür “ön sindirim” yapmaya başladık. Diğer birçok canlı türünde yemek sindirimi saatlerce sürüyor. Biz ateş sayesinde bu süreci kısalttık. Bağırsaklarımız küçüldü, çiğ yiyecekleri parçalamak için gerekli olan büyük yüz kasları ve dişlerimiz ufaldı. Bu ufalma sonucunda yüzümüzde daha büyük bir kafatası için yer açıldı. Beynimiz büyüdü, daha fazla boş vaktimiz oldu. Bu vakitlerde mitleri, masalları, sembolleri yarattık. Ateş kültürel tarihimizin lokomotifi oldu. Ateş doğal bir fenomen olduğu kadar toplumsal bir varlıktır aynı zamanda. Afrika’nın avcı toplayıcı halklarından Ju/’hoan’larda günün farklı saatlerindeki sohbet konuları arasındaki fark dikkat çekicidir: Gündüz sohbetlerinin %34’ü yakınmalar, %31’i ekonomik meseleler, %16’sı şakalaşma ilişkileri, %9’u arazi hakları, %6’sı hikâye anlatıcılığı, %4’ü gruplar arası ilişkilerden oluşurken, gece sohbetlerinin %81’i hikâye anlatıcılığından oluşmaktadır (Barnard 2019). Gündüzün dünyevi dertleri akşam ateş başında silinip gidiyor. Gece sohbetlerinde mitler, masallar, fantastik yaratıklar öne çıkıyor. Gündüz güneş tanrısı Helios dünyayı aydınlatırken tüm çizgiler nettir. Gece ateş başında formlar birbirine karışır, yaratıcı hayal gücü devreye girer. Avcı sabahleyin vahşi hayvanla yaşadığı deneyimi gece ateş başında süsleyerek anlatır. Dinleyiciler merak içinde kulak kabartır. Gecenin büyüsü vardır; dans eden alevler nice tanrının, canavarın, ruhun, perinin mitlerdeki doğuşuna şahitlik etti. Yırtıcı hayvanların aktif olduğu gecede ateş, insanları bir ağaç tepesinde saklanma kaderinden kurtardı. Ateş başındaki toplantılar insanın entelektüel birikimini yükseltti. Fikir alışverişlerinde bulunuldu, yaratıcı mitlerle dünyaya bir anlam kazandırıldı, ilk felsefi kuramların temeli atıldı. 

Bu nedenle atalarımız ateşe olan vefa borçlarını unutmadılar. Yaratılış mitlerinin çoğu insanın ateşten önceki halini anlatan hikâyelerle başlar. İnsanlar vahşi hayvanlar gibi çiğ besleniyordu. Üşüyor ve yırtıcı hayvanlara karşı savunmasızdılar. Sonra bir tanrı ya da kültürel kahraman onlara ateşi getirir. Homo sapiens’in asıl tarihi o zaman başlar. Antik Yunan medeniyetinin kültürel baskınlığı sebebiyle biz en çok Ateş Hırsızı Prometheus figürine aşinayız. Fakat ateşi çalıp getiren kültürel kahraman motifi evrenseldir. Özellikle “ilkel” veya yaban denilen halkların mitolojilerinde ateşi insanlara bir hayvan getirir ve bu kahraman hayvan genellikle bir kuştur. 

Bütün ilkel dinlerde ateş kültü vardır ve mitlerin gösterdiği gibi ateşin aynı zamanda gökyüzüyle bir ilişkisi bulunmaktadır. Gökte parlayan ve yeryüzüne hayat veren güneş, ateşi göksel bir konuma oturtmaktadır. Sümer dilinde utu kelimesi hem güneşi hem de ona içkin olan güneş tanrısını belirtir. Güneşin ardından yıldırım/şimşek en önemli ateş sembolüdür. Ağaca düşen yıldırımın ardından başlayan orman yangınlarını gördü atalarımız. Kimi araştırmacılara göre bu yangınlarda yanan hayvanların etinin tadına bakan insansı atalarımız ilk defa pişmiş etin tadına vardılar. Teknolojimizle doğaya hükmetmeye çalıştığımız günümüzde yıldırım karşısında hâlâ ilkel korkularımız yüzeye çıkar. Korkarız ondan. Gökten gelen yıldırımla hayat bulan ateşin hep tanrısal bir yönü oldu bu sebeple. Bir gök tanrısı olan Zeus’tan ateşi çalan Prometheus mitinde bu doğa fenomeninin izleri vardır. Ateş göğün hâkim tanrısının elindedir. Gökteki parlak yıldızlar da atalarımızın dikkatinden kaçmadı: Bir Aborijin kabilesi olan Maraların hikayesine göre bir zamanlar göğün içine kadar uzanan bir ağaç varmış. İnsanlar bu ağaç sayesinde göğe ulaşıp yeniden yere inerlermiş. Bir gün Kakan isimli yaşlı bir şahin bu ağaçta yangın çıkarmış ve ağaç yanmış. O sırada gökyüzünde olan insanlar orada mahsur kalmışlar. Bu insanlar zamanla kristalleşip yıldızlara dönüşmüşler. Birçok halkın inancında yıldızlar gökte yaşayan ata ruhlarının ocak ateşlerine benzetilir. Yeryüzündeki faniler gibi onlar da ateşin etrafında otururlar. Jean M. Auel’in Mağara Ayısı Klanı romanında bu kadim ve evrensel inanca gönderme vardır: 

İnce dumanlar yıldızlı gökyüzüne doğru süzülüyordu. 

Ayla yukarıyı işaret etti. “Bunlar ne, Creb?” 

“Gökyüzündeki ateşler. Öbür dünyaya göçenlerin ocakları.” 

“Orası çok kalabalık mı?” 

“Elbette. Şu gördüklerin hem ruhlar dünyasına gidenlerin hem de henüz doğmayanların ateşleri. Totem ruhlarının da ateşleri var…” 

 Arkaik mantıkta ateşin canlı olduğu, bir ata ruhu ya da ilahın ateşin içinde yaşadığına inanılır. Üstüne işemek, çöp atmak, önünde küfür etmek yasaktır. Cengiz Han’ın yasa metni yasak’ta ateşe bıçak değdirmek, ocak üstüne su dökmek yasaktır. Tanrıların, ruhların mekânı ateşe bıçak doğrultmak büyüklere saygısızlıktır. Bazı kabilelerde pipo sönükken cansız kabul edilir, ateşe kavuşup dumanlar çıkarmaya başladığında bir cana kavuştuğuna inanılır. Slavlarda bayram zamanı ateş yemek atılarak beslenirdi. Gece ateşi söndürdüklerinde ona “uyu babacık” derlerdi. Sibirya halkları ise ateşi bir ana tanrıça gibi görürlerdi; Ketler ona “Ateş Ana” derlerdi. Soğuğun bir kırbaç gibi şakladığı kuzey coğrafyasında ateş koruyucu bir anne/nine olarak kabul ediliyordu. Ateşin bu kutsal yönü ocak bacasını da etkiledi; baca öbür dünyayla, tanrılarla iletişim kurulan bir yer olarak görüldü. Kutsal ateşin uzantısı baca uzamda bir boyut kapısı açar ve gök tanrılarıyla duman vasıtasıyla haberleşir. Amerikan yerlilerinin kutsal çubuk töreninde piponun içindeki tütün yakıldığında çubuk “uyanır” ve göğe yükselen dumanlar yeryüzü ile ilahi gökyüzü arasında kutsal bir telgraf hattı çeker. Uçan geyikleriyle gökte süzülen Noel Baba’nın evlere kapıdan değil de bacadan girmesi tesadüf olmasa gerek. İnsanlara hediyeler getiren fantastik bir karakterde hâlâ kadim ateş inançlarının izleri var.  

Ateşi kullanarak maddeyi bir halden diğerine dönüştürebiliriz. Geleneksel toplumlarda demircilere hem saygı duyulur hem de onlardan korkulurdu. Ateşin gücüyle maddenin şeklini ve yapısını değiştiren demirci, insanın gözüne bir büyücü gibi görünür. Şekilsiz bir demir parçasını öldürücü bir kılıca ateş sayesinde dönüştürür. Şamanlar gibi demirciler de “ateşin efendileri” olarak nam salmıştır. Bir Yakut atasözü “demircilerle şamanlar aynı yuvadandır” der. Yunan mitolojisinin demirci tanrısı Hephaistos “ateşin efendisi”dir ve büyücülükte ustadır. Sadakatsiz eşi Aphrodite’yi Ares’le aynı yataktayken sihirli ve görünmez bir ağla bağlamış, diğer tanrıları çağırıp bu utanç dolu sahneyi onlara izletmiştir. Arkaik kültürde ateşin büyüsel ve dinsel bir yanı vardır. Büyücü-hekimler kızgın korları ve demirleri ellerine alarak halkın önünde gösteri yapar. Maddeyi dönüştüren ateş ilahi bir güçle donatılmıştır. Onu kullanabilenler tanrısal kata yükselir. Demeter Hades tarafından kaçırılan kızı Persephone’yi ararken Eleusis’e gelir, bir kral ile eşinin evine konuk olur. Yeni doğan oğulları Demorphon’u bakması için Demeter’e teslim ederler. Tanrıça Demeter bu konuksever ailenin oğlunu ateşe tutmaya başlar. Tam o sırada çocuğun annesi bu ana şahit olur ve çığlık atar. Demeter işlemi tamamlayamaz ve çocuk ölümsüz olma fırsatını kaçırır. Hindistan’ın Himayalar bölgesindeki köylüler yılda bir kez düzenlenen bayramda tanrı Airi için büyük bir ateş yakarlar. Davulların ritmik temposuyla kendinden geçen insanlar esrik bir hale geçer ve vücutlarına kızgın demirler basıp ateşin içine otururlar. Ateş karşısındaki bu dayanıklılık gösterisi tanrı tarafından ele geçirilmeyi, ölümlü bedenden geçici olarak kurtulmayı simgeler. Dönüştürücü ve yok edici ateş cenaze törenlerinde de sahneye çıkar. Ölünün bedenini yakar, ruhu bu vücuttan özgürleştirip öteki aleme gitmesine yardımcı olur. Fani bedenden kurtulan ruh ontolojik seviyede yükselir. 

Ateşten çok uzaklaşmak hayatı söndürür, ama yakınlaşmak da öldürür. Ateşin bu öldürücü yönü ona aynı zamanda arındırıcı bir nitelik kazandırmıştır. Büyücüler kötü ruhları kovmak için yapılan ritüellerde ateşten ve dumandan yararlanır. Yok edici ateş ilkel bir dezenfektandır; metafizik varlıkları da kovup insanları ve çiftlik hayvanlarını arındırır. Anadolu’da hâlâ ruhları kovmak için odalar tutuşturulmuş ardıç ağacı dallarıyla tütsülenir. Ya da hasta insanlar iki ateş arasından geçirilmekte ve zayıf bünyeli çocuklar ateşin çevresinde dolandırılır. Endonezya’daki Minahasa halkı salgın hastalık patladığında kovulması gereken kötü ruhları arar. Halk önce köyü terk eder. Çeşitli hazırlık ritüellerinden sonra maskeli ve silahlı erkekler köye girer.  Etrafta delice koşup gürültü çıkarırlar. Ardından büyücü ve halk kutsal ateşle köye geri döner.  Ritüel ateşiyle evlerin etrafında dokuz kez dönerler. Kutsal ateşle ev ocaklarındaki ateş yeniden yakılır. Artık hastalık ruhları kovulmuştur. Geleneksel toplumlarda yabancı diyarlardan gelen insanlara genellikle şüpheyle ve saygıyla karışık korkuyla bakılır. “Tanrı misafiri” ifadesinde bu korkunun izleri vardır. Kim olduğu bilinmeyen bu yabancı bir tanrının himayesinde olabilir. Ya da başka topraklardan geldiği için yanında yabancı ve kötü ruhları da taşıyor olabilir. 19. Yüzyılda Afganistan’da dolaşan bazı yabancı yetkililer köylerden geçerken ateş ve tütsüyle karşılanmıştır. Bizans tarihçisi Menandros, Türklerin Bizans elçisi Zemarkhos’u bir ateş etrafında nasıl döndürdüklerini anlatır. Moğollar Avrupalı seyyahları ve hediyelerini iki ateş arasından geçiriyorlardı. İtalyan seyyah ve Fransisken rahip Plan Carpin (d. 1185- ö. 1252) Moğollar için şöyle diyordu: 

Her şeyin ateşle arındırıldığına inanıyorlar. Dolayısıyla elçilerin veya prenslerin veya diğer herhangi bir yabancı kişinin gelmesi halinde, bu kişilerin ve getirdikleri hediyelerin tehlikeli olması, büyü yapmaları veya zehir getirmeleri veya herhangi bir kötülük yapmaları olasılığına karşı arınmalarını sağlamak için iki ateş arasından geçmeleri gerekmektedir. 

Bu korku yabancılar için de geçerlidir; Aborijinler başka bir kabilenin toprağına girerken meşaleleri sallayarak havayı kötü ruhlardan temizler. Arkaik mantıkta doğa ruhlarla, tanrılarla, perilerle doludur. Adımlarınıza dikkat etmeniz gerekir. Yakıcı ateş de yerlilerin savunma silahıdır. Bugün bayramlarda hâlâ ateşin üstünden atlama geleneği vardır. Aynı şekilde yeni evliler de ateşin üstünden atlar. Salt bir eğlence şekli değildir bu, simgesel olarak kökeninde derin anlamlar vardır. Üstünden atlanan ateş arındırıcı gücüyle insanlardan kötülükleri kovup bolluk bereket getirir. 

 Halk tıbbında ve büyücülükte hâlâ yıldırım düşmüş bir ağacın parçaları kullanılır. O ağaç kutsanmış bir birey gibi şanslı görülür. Ona tanrının kudretli gücü sinmiştir. Eskiden salgın hastalık ya da kıtlık sırasında düzenlenen ritüelde ateş modern teknoloji kullanılmadan yakılırdı. En ilkel yöntem, yani iki odun parçası birbirine sürtülerek ateş elde edilirdi. Slav köylüler bu yöntemle yakılan ateşe “hayat ateşi” derdi. Modern aletleri reddeden bu arkaizmde başlangıca, mitolojik “Big Bang”e dönme arzusu vardır. Tanrı başlangıçta ilahi ve yaşam veren gücüyle kozmosu yarattı, zor zamanlarda insanlar en ilkel yöntemle ateş yakarak ilk zamana geri döner. Tanrının gücünü taklit ederler. Çakmakla yakılan ateşin değil, arkaik ateşin arındırıcı ve yenileyici gücü vardır. Arkaik terimi Yunanca Arkhe sözcüğünden gelir. İki anlamı vardır: “köken” ve “hükmetmek”. Fin halkbilimci Lauri Honko’nun dediği gibi, başlangıçtaki tanrısal zamana dönebilen bir topluluk kıtlığı ve hastalığı yenebilir: 

Şifacı bir miti anlattıkça ve seyredenler onu dinledikçe, hastalığın, dünya düzenini bozmak için ilk kez ortaya çıktığı, zamanın başlangıcındaki o özel an bir anlamda zihinlerinde canlanır. Belirli bir tanrının hastalığa nasıl karşı çıktığını ve hastalığı yok ettiğini anımsarlar. Böylece mit, kadim ve kutsal şifa ritüeline can verir… 

Almanya’nın Frankonya eyaletinde şifacının Anfangende, yani “başlangıç” konusunda yetenekli olduğuna inanılırdı. Şarkılar eşliğinde söylenen yaratılış miti uzam ve zamanda bir kırılma yaratır, şarkının ezgileri bir ambulans gibi hastayı kadim zamana götürür. Tanrıya edilen bir yardım teklifidir bu. Sağlığını kaybetmiş insanı yeniden yaratması istenir. 

Fabrikada üretilen çakmak böylesi önemli bir anda kullanılamaz. İlahi atmosfere saygısızlık olur. Geçmişin canlandırılabilmesi için yeni teknikler unutulmalı, Taş Devri insanı gibi iki odun birbirine sürtülerek ateş yakılmalıdır. Bu bildiğimiz anlamda bir zaman yolculuğu değildir; geçmiş ile şimdi arasında bir zaman köprüsü kurulur. Geçmiş bugüne davet edilir. Mitik zamandaki eylem bir arketiptir. Tanrılar ya da kültürel kahramanlar ilk kez bunu icra etmişlerdir. Bu eylem kültürün temelini oluşturur. Hastalığın ya da kıtlığın kovulabilmesi için başlangıç edimi tekrar edilir. Hastalık ancak başlangıca dönerek iyileştirilebilir. Eliade’nin dediği gibi, köken bilgisi sağaltıcı bir güç sağlar: 

Bu sağaltma ritüellerinin altında yatan anlayış şudur: Hayat tamir edilemez, kozmogoninin simgesel tekrarı yoluyla yeniden yaratılabilir, çünkü her türlü yaratının kusursuz modeli kozmogonidir (…) İlkel ve geleneksel tedavilerde, bir ilaç ancak kökeni bir hastanın karşısında ritüel biçiminde hatırlatıldıktan sonra, etkili hale gelir. Yakındoğu ve Avrupa’daki pek çok büyü, hastalığın veya ona yol açan demonun öyküsünü içerir ve bir tanrının veya bir azizin hastalığa boyun eğdirmeyi başardığı mitsel ânı hatırlatırlar. Büyünün şifalı etkisi, ritüel biçiminde söylenirken “köken”in mitsel zamanını yeniden güncellemesinden kaynaklanır. Hem dünyanın hem de hastalığın ve tedavisinin kökeni söz konusudur. 

Ateş ilahları artık hayatımızdan çıktı. Teknolojinin getirdiği nimetler sayesinde daha kolay ve zahmetsiz ısınıyoruz. Şehirlerimiz otomatik olarak aydınlanıyor. Ama romantik bir atmosfer yaratmak istediğimizde mum yakıyoruz. Modern teknolojinin nimetlerini geçici olarak söndürüyoruz. Ruhumuzun derinliklerinden elinde meşaleyle mağarada dolaşan ilkel insan çıkıyor. Floresanın beyaz ışığı soğuk ve itici olduğu gerekçesiyle birçok insan tarafından tercih edilmiyor. Sarı renkli ışık yayan ampulleri tercih ediyorlar. Son model televizyonların ve bilgisayarların ekranına şömine ateşini canlandıran görüntüler konuluyor. Sahte imgelerle eski ateşi canlandırmaya çalışıyoruz. Aslında arkaik ateşi bazen özlüyoruz. Binlerce yıl boyunca bize yoldaşlık etmiş o ateşi kolay kolay unutamıyoruz. Babaannesi gözleme yaparken ateşe hayran hayran bakan o çocuğun ruhuna bazen hepimiz ihtiyaç duyuyoruz. 

KAYNAKÇA 

Auel, J. M. (2021). Mağara Ayısı Klanı. Çev. Beril Tüccarbaşıoğlu Uğur. İstanbul: Alfa Yayıncılık. 

Bachelard, G. (1995). Ateşin Psikanalizi. Çev. Aytaç Yiğit. Ankara: Bağlam Yayıncılık.  

Barnard, A. (2019). Tarihöncesinde Dil. Çev. Mehmet Doğan. İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınları. 

Bonnefoy, Y. (2018). Antik Dünya ve Geleneksel Toplumlarda Dinler ve Mitolojiler Sözlüğü. Çev. Levent Yılmaz. İstanbul: Alfa Yayıncılık.  

Buck-Morss, S. (2023). Yıl Bir. Çev. Bülent O. Doğan. İstanbul: Metis Yayınları. 

Buhner, S. H. (2022). Yeryüzü ile Konuşma Sanatı. Çev. Tanya Çelebi. İstanbul: Okuyan Us Yayınevi. 

Çoruhlu, Y. (2019). Türk Mitolojisinin Kısa Tarihi. İstanbul: Alfa Yayınları. 

Eco, U. (2019). Devlerin Omuzlarında. Çev. Eren Yücesay Cendey. İstanbul: Doğan Kitap 

Eliade, M. (2017). Kutsal ve Kutsal-Dışı. Çev. Ali Berktay. İstanbul: Alfa Yayıncılık. 

Frazer, J. G. (2018). Adonis, Attis, Osiris. Çev. İsmail Hakkı Yılmaz. İstanbul: Pinhan Yayıncılık 

Frazer, J. G. (2018). Ateşin Kökenine Dair Mitler. Çev. Deniz Uludağ. Ankara: Doğu Batı Yayınları 

Frazer, J. G. (2004). Altın Dal – Dinin ve Folklorun Kökleri. Çev. Mehmet H. Doğan. İstanbul: Payel Yayınevi. 

Nenonen M. (1993). Fin Cadıları ve 17. Yüzyıl Cadılık Davaları. Ed. Ceren Sungur. Sibirya’dan Balkanlara Şamanlar ve Cadılar Cilt 1. İstanbul: Pinhan Yayıncılık. 

Öksüz, G. (2014). Rus Mitolojisi. İstanbul: Çeviribilim Yayınları. 

Roux, J. P. (2011). Türklerin ve Moğolların Eski Dini. Çev. Aykut Kazancıgil. İstanbul: Kabalcı Yayınevi. 

1 Yorum

  1. Çok beğendim ateşi ve steşle oynamayı çocukluğumdan beri hep severim demekki bir nedeni varmış
    Yaklaşık iki sene önce Tuzlada düzenlenen kitap fuarına gelmiştim sizi göremeden ayrılmıştım içimde bir uhde kalmıştı
    Araştırma hayatınızda size sonsuz başarılar dilerim
    Saygılarımla

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz