Eğlence ve Ritüel 

0
91

90’ların sonu, 2000’lerin ilk yılları… İstanbul’da çiçeği burnunda bir üniversite öğrencisiyim. Heavy metal aşkıyla yanıp tutuştuğum, saçlarımı belimi kadar uzattığım için mutlu olduğum yıllar. Moda anlayışımı Akmar Pasajı’ndan aldığım baskılı metal tişörtleri belirliyor. İstiklâl Caddesi’ndeki Caravan Rock Bar ise müzikal ibadetimi gerçekleştirmek için düzenli olarak gittiğim tapınağım. Akşamları saatler ilerledikçe mekân dolmaya başlar ve biz heavy metal dininin üyeleri giderek esrik bir hale geçiş yapardık. Her şarkıya coşkuyla eşlik edilir, herkes senkronize bir şekilde kafa sallardı. Gece 12 gibi ise esrik durum doruğa çıkardı. Barmen barın üstündeki metal kısma ispirto döküp ateşe verirdi. Alev, müzik, çığlık ve sallanan saçların birleşimiyle kendimizden geçerdik. İbadethanemize bir keresinde genç bir kadın yanlışlıkla girmişti. Pembe elbisesi, kolundaki havalı çantası ve sarı saçlarıyla yürüyen bir antropolog edasıyla bizi inceleyip ortamı anlamaya çalışmıştı. Hepimizde kuru kafalı, ters haçlı ve pentagramlı siyah tişörtler vardı. O ise pembe elbisesiyle aramızda parıldıyordu. Dante’nin cehennemine yanlışlıkla düşmüş bir Barbie bebek gibiydi adeta. 

Tarihöncesinde ritüellerin düzenlendiği bir mağara benziyordu o bar; Durkheimcı anlamda bir grup birlikteliği sağlanıyordu. Belirli zamanlarda ve bir yerde yüksek ve ritmik müzikle içiyor, beraber dans ediyor (daha doğrusu kafa sallıyor), kostümler giyiyorduk (baskılı siyah tişörtlerimiz). Birbirini hiç tanımayan insanlar anında kaynaşıyordu. Blind Guardian, Megadeth ya da Slayer tişörtünüz, bu grupları seven başka bir insanla muhabbet açmanız için yeterliydi. Müşterilerin çoğu benim gibi müdavimiydi orası. Girişteki body guard çoğumuzun yüzünü bilirdi. Çok eğlenir, ismini bile bilmediğimiz insanlarla sohbet eder, kafa sallamaktan boyun ağrısıyla gecenin bir yarısı evlerimize dönerdik. Oraya gitmek bizim için bir ritüeldi. Ama zaten ritüelin başarısı ritüel gibi gözükmemesindedir. Biz o sırada kutsal mağaramızdaki eğlencemize ritüel demiyorduk. 

Cadılar Bayramı da zaman içinde devamlı değişen ritüele iyi bir örnek. Önce pagan, sonra Hıristiyan ve şimdi de seküler. Cadılar Bayramı paganlığın sonuna gelindiğini hemen anladı ve Hıristiyanlığa geçerek adını Azizler Günü Arifesi olarak değiştirdi. İnananların ölülerin ruhları için dualar ettiği Azizler Günü’nden önceki akşam kutlanmaya başladı. Ritüel zamanla ölüme odaklanmanın pek eğlenceli olmadığını (modern dünyada kimse, yılda bir günlüğüne bile ölüm hakkında bir şeyler düşünmek istemiyor) fark etti ve bugünkü “eğlenceli” haline kavuştu. Başka insanlarla senkronize olmak bizi mutlu ediyor. Beden bir ritim mucizesiyken beyin de bir ritim mucizesidir. Müzik sinirbilimi konusunda araştırmalar yapan Aniruddh Patel “Her kültürde düzenli bir vuruşa, icracılar arasında zamansal koordinasyonu sağlayan periyodik bir ritme sahip ve dinleyicilerinde senkronize motor tepkisi uyandıran bir müzik türü vardır” diyor. Patel’e göre, bu ritmik hissiyat çok uzun süre önce, dilin gelişiminden önce çıkmış olabilir. 

Modern öncesi dönemde görev ölümsüz ruhunuzu kurtarmaktı, modern çağda para kazanmaktı ve postmodern dünyada ise bu eğlenmek halini aldı. Politik protestolar bile artık eğlenceli olmayı amaçlıyor. Gösteride kullanılan pankartların en eğlenceli ve en komik olanları sosyal medyada övgüye boğuluyor. Evlenme teklifleri de gösteriye dönüştü artık. Âşıklar televizyonda, kamuya en açık alanlarda evlenme teklifi ediyorlar. İzmir’in bazı semtlerinde sırf bu iş için kiralayabileceğiniz tekneler var. Havai fişeklerin patladığı, konfetilerin havada uçuştuğu sırada sahilde size bakanlara nispet yaparcasına denizin ortasında evlenme teklifi edebilirsiniz. Günümüzde artık sahip olma arzusundan deneyimleme arzusuna bir kayış söz konusu. Yapmak artık sahip olmaktan daha tatmin edici kabul ediliyor. Bir klasik müzik konserini cep telefonu ışığına maruz kalmadan dinlemek imkânsız hale geldi. Herkesin cebinde kutsal totemler, yani cep telefonları var. Seyircilerin sessizce oturduğu klasik müzik dinletileri çoktan geride kaldı. Hemen önünüzdeki seyirci kutsal totemi havaya kaldırıp deneyim tanrılarına sunduktan sonra video çekmeye başlıyor. Bunu bir kez değil konser boyunca defalarca yapıyor. Video çekiminin bitmesiyle kurtulamıyorsunuz, hemen instagram’a yüklemeli onu çünkü. Telefon ekranının ışığı retinalarınızı kanatmaya devam ediyor. 1,5 saat daha dişini sıkıp konserin bitmesini bekleyemeyecek kadar sabırsız. Hemen sosyal medyaya yüklemek zorunda o videoyu çünkü. 

Bir zamanlar bir avuç ayrıcalıklının yaşayabildiği uzak yerlere tatile gitme sektöründe de bir deneyimleme yarışı var. Günümüzde yüz milyonlarca insan tatil çıkıyor. Eski dönemlerin kuzeyli burjuvaları için İtalya egzotik bir yerdi fakat şimdi orada bir turist seli var. Avrupa tanıdık hale gelince arayış pusulası yönünü daha uzaklara çevirdi. Zenginler en egzotik, en bilinmeyen diyarlara gitmek istiyor. Deneyimleme arzusunda en bakir olanı yaşayıp prestij kazanmak istiyorlar. Turizm de modaya benzer aslında; birkaç yenilikçinin yeni bir şey bulması, sonra kitlelerce kopyalanması, buna bağlı olarak da yenilikçilerin yeni bir şey bulmak zorunda kalmasıyla sonsuz bir döngüdür bu. Zaten en bilinmeyeni deneyimleme arzusu dünyadaki kotasını artık bitirmek üzere. Bilinmeyen yer kalmadı. Zenginlerin gözü artık uzay turizminde. Çağlar sonra uzay turizmi kolaylaşıp yaygınlaşınca başka galaksilere tatile gitmenin yolu açılacaktır mutlaka. 

Yazının başındaki gençlik anımı Michael Foley’nin Eğlenmek Ciddiyet İster kitabını okurken hatırladım. Okumak ve yazmak aynı zamanda hatırlamaktır. Mircea Eliade, bazı kadim ritüellerin ölmediğini, dini kimliklerinden sıyrılsalar bile modern çağda yaşamaya devam ettiklerini söyler. Benim de katıldığım bir görüştür bu. Michael Foley tipik bir İrlandalı Katolik ailede büyümüş. Çocukluğu dini ritüellerle iç içe geçmiş. Gençliğinde kendini danslara ve eğlenceye vurduğunda aile ortamındaki dini ritüellerden ilk başta kurtulduğunu düşünmüş. Fakat seküler eğlencenin de birtakım ritüellere sıkı sıkıya bağlı olduğunu çok sonra anlamış. Ona göre “ritüelden kaçış da bir ritüeldir” aslında. Michael Foley Eğlenmek Ciddiyet İster kitabında eğlencenin tarihinin peşinde düşüyor. Çağlar boyunca değişen eğlence kavramını anlatıyor. Turizm, maç, dans, seks, şaka, politika… Foley Batı Avrupa kültüründe yüceltilen bireycilik ve yalnızlığın eğlence ile telafi edilmeye çalışıldığını söylüyor. Ona göre günümüzde insanlar bu bireycilikten eğlence sayesinde kaçıyor, grup halinde eğlenmek artık revaçta. Eğlence kültürüne dair okuduğum en kapsamlı kitap oldu. Foley, eğlencenin bireyci değil sosyal olduğunu söylüyor; yalnız başına keyif almak mümkündür ama eğlenmek değil. Foley’nin samimi, eğlenceli ve biraz da huysuz bir üslubu var. Sadece bilgilerin verildiği didaktik bir çalışma değil, anılarını ve kendi dünyasını da anlatıyor. 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz