Kem Göz, Nazar, Muska: Bir Korkunun ve Savuşturmanın Tarihi 

0
201

2024 yılında yaşadığı talihsizlikler nedeniyle bir arkadaşıma nazar boncuğu aldım. Her yılbaşı öncesi birbirimize hediye alma geleneğimiz var ve bu sene nazar boncuğunu tercih ettim. İnternetten alışveriş yapma konusunda acemi olduğum için nazar boncuğunun kaç cm olduğuna bakmayı unuttum. Aldığım nazar boncuğu sadece arkadaşımı değil tüm İzmir’i koruyacak bir boyutta çıktı. Bu nazar boncuğunun gerçekten tılsımlı bir gücü olduğuna inanmıyorum. Arkadaşımın işine yaramayacağının farkındayım. Bu konuda birtakım güçlü inançlarım yok. Ama nazar geleneğinin güçlü olduğu bir coğrafyada yaşıyorum. Hâlâ hayatımızda önemli bir yer tuttuğunun farkındayım. Instagram’a bile yeni doğmuş çocukların yüzleri gizlenerek koyulan bir ülkede yaşıyoruz. Bazı köklü inançları hor görüp onlarla dövüşmek yerine kısmen kabullenen, işin ritüel kısmını bazen sırf gelenek böyle deyip uygulayan birisiyim. Arkadaşımın da bazen yaşadığı talihsizliklere nasıl üzüldüğünün farkında olduğum için, ona olan desteğimi ve duygularını içtenlikle paylaştığımı simgesel olarak nazar boncuğuyla göstermek istedim. 

Victor Hugo’nun Notre Dame’ın Kamburu romanında hamile kadınlar Quasimodo’ya bakmamak için gözlerini kapar. Göz temasının ardından karınlarında taşıdıkları bebeklerinin Quasimodo gibi bir ucubeye benzemesinden korkarlar. Fiziksel bozukluğu ve canavarımsı görünümüyle Quasimodo bir ötekidir. Dış görünüş önyargıları da beraberinde getirir, ona bir damga vurur. Gözler algıladıkları şeye dokunup, evrenle tehlikeli bir ilişkiye girer. Quasimodo’dan gözlerini kaçıran gebe kadınlar dolaylı olarak onunla temas etmekten kaçınırlar. Birçok gelenekte gözler ruhun penceresidir, ruh bir ışın demeti gibi etrafa yayılır. Quasimodo bedensel aykırılığıyla nazar vurmaya aday birisidir halkın gözünde. Sıra dışı bir beden, çirkinlik ve hatta aşırı güzel olmak bile nazar inancını temellendirir. 

Anadolu’da bir “öteki” olarak mavi gözlüler nazar konusunda zan altındadır. Sahil bölgesine gelen turistlerden çocuklarını saklayan halk bu mavi gözlerden çekinir. Yunanlar için de mavi gözlü olanlar nazar değdirmeye adayken, mavi gözün yaygın olduğu topraklarda bu rengin ayırt edici bir özelliği yoktur. Mavi göz bu coğrafyalarda farklı olma ve nazar değdirme özelliğini kaybeder.  Dünyadaki tüm gözler birbirine bakar ve karşılıklı nazar vurma riski vardır. Platon’a göre gözlerdeki ışık olarak bakışlar, ruhun dünyayla temasını sağlar. Göz ve bakış etkindir. Gözlerden yayılan bu ışık karşı tarafa zarar verebilen bir silaha dönüşebilir. Büyük ve etrafı çerçevelenmiş, örneğin sürme çekilmiş gözlerden korkulmamalıdır. Göz etrafına çekilen bu yapay sınırlar, kem bakışın dışarı kaçmasını engeller. Geleneğe göre dar ve küçük gözlerden ise korkulmalıdır. Küçük gözlerin niyeti anlaşılmaz. Gözler geniş olmadığında, dar bir hortumdan çıkan basınçlı su gibi, etrafa saçılan bakışlar da daha “yaralayıcı” olur. Tevrat’ta “dar gözlü olandan korkun” denir. İran’da nazar vuran gözler için, “dar gözlü” anlamına gelen chashm tang denir. Nazar, bazı İslam alimlerine göre “ruhun ısınması” sonucunda gözlerde meydana gelen haset ve korkudan ileri gelen bir etkidir. Nazarı değen kişi baktığında gözlerinde bir sıcaklık ve ateş çıkar. İmam Maturidi nazar vurmayı alt sınıfların bir yetisi, yoksulun gücü olarak görür; kıskanan kimse konum olarak daha alt sınıftaysa ona kötülük yapmaya gücü yetmez. Devreye ateş ve hınçla yanan gözler girer böylece. 

Kem gözlerdeki kavurucu ateş yaşamın devam etmesini sağlayan kaynaklardaki sıvıları çalar. Su, ıslaklık ve nem bereket demektir. Kem göz bunları emip kurutur. Bakışların yaşamı kuruttuğu, gözden çıkan ışınların karşı tarafa birer ok gibi saplandığı bu dünyada buna karşı çeşitli savunma kalkanları sahneye çıkar böylece.  Doğrudan bakışa karşı ışığı geri yansıtan parlak yüzeyler, kem göze adeta “Dur!” diyen bir el, bakışları kendi gücüyle geri yansıtan falluslar, içinde kutsal kitaplardan alınmış sözlerin olduğu muskalar… Birçok halk geleneğinde baykuş uğursuz bir kuş olarak kabul edilir, fakat köylüler bir önlem olarak çiftliklerine yine baykuş kemiklerini asar. Uğursuz güçlere karşı mücadelede en önemli savunma aracı yine uğursuz bir varlığın/cismin gücüne başvurmaktır. Böylece nazar vuran mavi göze karşı yine mavi gözü temsil eden boncuklar kullanılır. Kadınların çoğunlukla göz değdirmesinin nedeni sayıldığı toplumlarda kurşun dökme işini yine kadınlar yapar. Binlerce yıllık geçmişi vardır bu muskaların.  Yeni doğmuş bir bebeğe bakan birisinin gözün değeceği muhtemel yere tükürmesi bir ıslak-nazarlık yaratır. Böylece bakan kimse, kendisiyle beraber gelmesi muhtemel kem bakışlara anında önlem alır. Bir çocuğun güzelliğini övdükten sonra tükürmek, çekilen bu suyun telafisi içindir. Fakat nazar sadece kıskançlık veya başka kötü nedenlerden dolayı belirmez. Beni en çok sevenler, değer verenler de nazar değdirebilir. Fazla övgü alan bir insan bazen “nazar değdireceksin” diye uyarıda bulunur. Fazla övgü nazar mahzeninin kapısını açabilir. Kişi bu durumda onu övgüye boğanlara karşı savunmaya geçer hemen, kendinin yererek cisimsiz bir nazarlık yaratır. Aşırı övgüye karşı mütevazılık silahıdır bu. Yere çember çizen bir büyücü gibi, hemen metafizik bir kalkan oluşturur. Dolayısıyla sevgi gösterisinde bulunan insanın da birtakım sorumlulukları vardır. Ölçüsüz övgü nazar-demonlarının dikkatini çekip kıskanmalarına neden olabilir. Sevgi sözcüğü ve jestlerinin ardından önlem alması gerekir. Bakışların kurutan etkisini bir parça olsun azaltmalı, maşallah ya da İtalyanlar gibi “grazie a dio” diyerek, bakışını sözle, tükürükle, nefesle, serptiği tuzla dengelemelidir. Sevgi dolu olsa bile bakışlar karşı tarafın verimliliğine zarar verebilir. Yeni doğmuş çocuğun hayat doluluğu, kadının süt veren memelerini kurutabilir.  

Kişi ne kadar savunmasız, kırılgan ve henüz oturmamış bir bünyeye sahipse nazarın etkisine o kadar açıktır. Kem göz savunmasız bedeni güçten düşürebilir, tükürükle gelen ıslaklık ondan hayat gücünü yeniden kuvvetlendirir. Polonya ve Sırbistan’da övgü ve sevgi sözcüklerine maruz kalan çocuğun başı yalanır. Bazı Arap topluluklarında, göz değdirmiş sayılan kişi ağzını suyla çalkalar, ellerini ve yüzünü yıkar, nazara maruz kalan kimse de yıkanır. Hatta bazen yabancı gözlere de gerek yoktur, bebek kendisine nazar vurabilir. Bir Sırp inancına göre çocuk kendisine nazar değdirebilir. Bu korku sebebiyle kendisini görüp nazar değdirmesin diye evdeki aynalar kaldırılır. Claude Levi-Strauss, Güney Fransa’da bir lokantada, masada duran bazı şarap şişelerinin komşu masadakiler için olduğunu söyler. Yan masada da aynı şekilde karşı taraf için şişeler vardır. Diğer masadakilerin bardağını doldurarak, onun muhtemel imrentisinden ve nazardan korunur böylece. Olası bir kıskançlığın yaratabileceği kuruluk hemen sıvı-nazarlıkla telafi edilir. 

Arkeologlar çeşitli maddelerden yapılmış binlerce Eski Mısır muskası buldu. Bir büyücü sandığında çeşitli papirüsler, insan saçları, nazardan koruyan bıçaklar ve yılan şeklinde bir asa bulundu. Bu asalar yere veya havaya koruyucu çemberler çizmek gibi büyü işlerinde kullanılıyordu. Demir birçok toplumda nazarlık olarak kullanılmaktadır. Kimi araştırmacılara göre, demir tarihin daha geç bir evresinde insanların hayatına girdiği için kuşku ve antipatiyle karşılanmıştır. Şüpheyle bakılan demir bu nedenle uğursuzluğu savuşturmada bir araç olarak görülmüştür. Demir ruhlara ve çeşitli demonik varlıklara karşı bir silah gibi kullanılır. İskoçya yaylarında cinlerden korunmanın en iyi yolu demirdir. Kapılara asılan demir bir kalkan vazifesi görüp kötü niyetli metafizik varlıkların eve girmesini engeller. Cebe koyulan bir bıçak ya da çivi gece yarısı cinler tarafından uyandırılmanızı engeller. Yatağın ön tarafına çakılan çiviler lohusa kadınları ve bebekleri cinlerden korur. 

Avuç içinde bir gözün olduğu Fatma Ana’nın Eli kem gözlerden yayılan ışığı engeller, yönünü değiştirir ya da onu soğurur. Vampirlere nasıl sarımsak gösteriliyorsa nazara karşı da keskin bir koku ya da tadı olan şeyler kullanılır. Sicilya’da kem göze karşı tuzun ve sarımsağın etkili olduğuna inanılır. Nazara karşı kokulu tütsüler ya da duman yayan bitkiler kullanılabilir. Üzerlik otunu yakmak Anadolu’da yaygın bir gelenektir örneğin. Çıkan duman sayesinde, kem gözlerin saldırısına uğramış kişi arınır. Türk geleneğinde ardıç da bir başka tütsüleme yöntemidir. Kötü ruhların, şeytanların ve cinlerin ardıçtan uzak durduğuna inanılır. Ev, beşik, ahır ve hasta insanlar ardıç dumanıyla tütsülenir. Hırvatlar baharda bebeği cadılardan korumak için beşiğe porsuk ağacından yapılmış haçlar ve yaban mersinleri koyardı. Alıç, Balkan kültüründe büyülü ve koruyucu bir ağaç olarak görülür. Dikenli alıç ve diğer dikenli bitkiler bir kalkan gibi aileyi korur. Bulgar geleneğinde bahçede dolaşan dikenli kirpi evin koruyucusu kabul edilir. Kirpi yürüyen bir muskaya dönüşür adeta. 

 Nazar korkusunun nedeni bakış değil de sözler ise hemen başka tür nazarlıklar sahneye çıkar.  “Nefesi keskin” hocalara muskalar yazdırılır. Sözün gücü bakışın erişemediği yerlere girebilir. Dolayısıyla bu muskalar en görünmez yerlere, örneğin elbiselerin iç taraflarına tutturulur. Japon kültüründe kotodama “sözcük cini” demektir. Bu inanca göre sözcüklerde birtakım mistik ve sihirli bir etki vardır. Afrikalı büyücü-hekimler şifalı ot toplarken şarkılar söyler, söylenen şarkılar doğadaki birtakım güçleri uyandırır. Bu sözler söylenmezse ağaçların sadece ağaç olarak kalacağını ve ilaç yapımında bir etkilerinin olmayacağını söylerler. Yine Slav geleneğine göre tek başına bitkinin iyileştirici gücü yoktur. Asıl önemli nokta şifacının söylediği büyülü sözlerdir. Belarus geleneğinde bu sebeple şifacılara “fısıldayan” denilir. 

Bilinmeyen bir dil insanlara her zaman büyüleyici gelir. Bazı şamanlar ritüeller sırasında anlaşılmaz bir dil kullanır. Ritüeli izleyenler onun kadim bir ilahi dili konuştuğunu varsayar. Bilinmeze duyulan bu hayranlık muskaların içeriğini de etkiler. 16. yüzyılda İspanya’da bir kişi “demonlarla Arapça konuşmak ve ruh çağırmakla” suçlanıp mahkemeye çıkarılmıştı. Dini otoritelerin rahatsız olmasına karşı halkın geneli Kuran’dan ayetler içeren muskalar kullanmayı tercih ediyordu. Mahkemeye çıkarılan kişi, İspanya’dan sürgün edilmemek için sonradan Hıristiyan olmuş bir Müslüman aileden geliyordu. Din değişimine rağmen o hâlâ bir yabancı olarak görülüyordu. Yabancılara büyülü güçler atfetmek tüm toplumların paylaştığı ortak bir inançtır. Ondan hem korkulur hem de zor zamanlarda büyülü bir destek vermesi istenir. Kuran ayetlerinden yapılan muskaları takan İspanyollarda da bu kadim inancın izleri vardı. 

Halk geleneğinde Ortodoks ve Katolik ayinlerinde kullanılan şeyleri birer muskaya çevirmek çok yaygındı. Kutsal su, kutsanmış ekmek, tespih ve mum halk büyüsünün ayrılmaz parçalarıydı. Almanya’da, kilise ayini sırasında kullanılan kadehin yıkandığı suya ya da şaraba büyük bir değer atfedilirdi. Halkın gözünde bunların şifalandırma özelliği vardı. Fransa’da cadı mahkemeleri sırasında birçok çoban kiliseden kutsal ekmek çalmakla suçlanmıştı. Çobanların niyeti dine saygısızlık değildi, tek dertleri koyunlarını kurtlardan ve cadılardan korumaktı. Hatta bazı köylüler bunu canlarıyla ödediler. 18. yüzyılda koyunlarını iyileştirmek için gece vakti bir kilisenin kapısını kırıp kutsanmış ekmeği ve vaftiz kasesini çalan üç çoban ölüme mahkûm edildi. 

Ölümle burun buruna yaşayan askerler de kendilerini korumaya çalışıyordu. Özellikle Katolik ülkelerdeki askerlerin arasında muska takmak çok yaygındı. Fransa-Prusya savaşı ve Birinci Dünya Savaşı sırasında ölen birçok askerin üstünden çeşitli dini metinlerin yazılı olduğu muskalar çıkmıştı. Sadece erkekler değil cephede savaşan kocalarını bekleyen kadınlar da bu tür muskalardan alırdı. Bir büyülü Rus muskası “Türklerin, Tatarların, Çerkeslerin silahlarından koru bizi!” diyordu. 

Anadolu’nun bazı yerlerindeki geleneğe göre sabahın erken saatlerinde yapılacak ilk iş evin dış kapısını açmaktır. Bu saatler herkesin rızkının dağıtıldığı zamandır. Eğer o zaman kapı açılmazsa evin bereketi kaçar. Akşam vaktinden sonra ise dış kapı mutlaka kapatılmalıdır. Karanlığın çöktüğü bu vakit cinlerin ve şeytanların zamanıdır. Gece açık bırakılan kapıdan eve girip şanssızlık getirebilirler. Halk kültüründe “sınırlı fayda” ilkesi vardır. Her yerde kabul gören bu halk inancı, bir topluluk içerisinde her şeyin, malların, ekinlerin, sağlığın, bereketin ve doğurganlığın sınırlı olduğu fikrine dayanır. Bir kadının çok çocuğu oluyorsa, bu durum, başka bir kadının neden bir türlü gebe kalamadığını açıklar. Birisinin ineği çok süt verirken diğer inek hiç süt vermiyorsa hemen sınırlı fayda ilkesi ve ona bağlı inançlar kendini göstermektedir. Faydanın sınırlı olduğu bir dünyada ortaya çıkan bir dengesizlik her zaman suçlanacak biri ya da bir şeyi işaret etmektedir. Bu nedenle nazar inancı, muskalar, büyüler, şifalı hocalar ya da cadılar insanlık tarihinin sahnesinde kendilerine hep bir yer buldu. Bu öylesine köklü bir gelenek ki bugün hâlâ kültürümüzde yaşamaya devam ediyor. 

Kaynakça 

Özgür Taburoğlu, Nazar – Başkası Nasıl Görür, Doğu Batı Yayınları, 2017. 

Ulaş Tanrıkul, Ağaç Mitolojisi – Ritüeller, İnançlar, Mitler, Akademim Yayınları, 2024. 

Owen Davies, Cadılık ve Büyü Tarihi, çev. Gökçen İleri, Kronik Kitap, 2024. 

David Le Breton, Yüz Üzerine Antropolojik Bir İnceleme, çev. Orçun Türkay, Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, 2018. 

Richard Kearney, Yabancılar, Tanrılar ve Canavarlar, çev. Barış Özkul, Metis Yayınları, 2012. 

Ergün Veren, Anadolu Halk Takvimi, Doğan Kitap, 2019. 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz