13.000 yıl önce Trois-Freres Mağarası’nın (Fransa) duvarında geyik boynuzlu bir adam insanların gözlerine bakıyor. Yarı insan yarı geyik, sanki dönüşüm geçirmiş metafizik bir varlık. Siyah göz bebekleri dosdoğru ileriye bakıyor. Bir geyiğin kulaklarına sahip. İki kulağı da dik. Zıplıyor ya da dans ediyor gibi duruyor. Geyik-adam resmi zeminden dört buçuk metre yükseklikten aşağıya bakıyor. Katedral kubbelerindeki İsa tasvirlerine benzer, aşkın bir havası var. Mağarada toplanan klan üyeleri huşuyla onu izliyor, meşalenin ateşi mağara duvarlarında gölgeler ve illüzyonlar yaratıyor. Geyik-adam hareket ediyor. Kim bu varlık? Yardımcı hayvan ruhları sayesinde dönüşüm geçiren bir şaman mı? Bir büyücü mü? Ya da klanın atası olarak kabul edilen fantastik bir yaratık mı? Yoksa bir tanrı mı? Neden erişilmesi güç bir yere yapılmış? Burası bir çeşit ilkel tapınak mı? Bilmiyoruz! Hiçbir zaman da kesin bir cevap veremeyeceğiz. Zamanın kara deliği tarafından yutulmuş, hafızalardan silinmiş bir tarihöncesi mitinin simgesi o. Ama bir şeyden eminiz; daha on binlerce yıl önce boynuzlu geyik, insan imgeleminde ve inançlarında önemli bir yer tutuyordu. O geyik-adam resmine yerden ulaşmanın imkânı yok. Yapılırken ya bir merdiven kullanıldı ya da mağara çıkıntılarına tırmanarak ulaştılar. Alelade bir yere yapılmamıştı, onun için büyük bir zahmete girmişlerdi. Yüksek bir yerden aşağıdaki ölümlü fanilere bakan geyik-adam insanüstü bir varlıktı. Boynuzları belki de ilahi yönünü temsil ediyordu.
Son Buzul Çağı’nda Avrasya’nın orta ve kuzey bölgelerinde tundra manzarası hakimdi. Mağara duvarına geyik-adam resminin yapıldığı Fransa’da rengeyikleri sürüler halinde dolaşıyordu. O dönemin insanları için önemli bir canlıydı, en fazla avlanan hayvanlardan biriydi rengeyiği. Atalarımız onları mevsimlik göçlerinde takip etti. Derken Buzul Çağı bitti ve dünya ısınmaya başladı. Avrupa uçsuz bucaksız ormanlarla kaplandı. Rengeyikleri kuzeydeki soğuk ovalara çekildi. Avcı-toplayıcılar da onları kuzeye doğru takip etti. Bugün kutup altındaki bölgede yaşayan ve hâlâ büyük oranda avcılıkla ve göçebelikle geçinen çoğu yerli halk da bu tarihöncesi insanların torunlarıdır.
Kuzeyin buzlarla kaplı olduğu o çağda rengeyiği çok değerli bir canlıydı atalarımız için. Soğuğa ve dona karşı dayanaklı olan rengeyikleri hem ekonomik hem de kültürel açıdan insanların dünyasında önemli bir yer tuttu. Tarihin en eski inançlarından biri olan Şamanizm’in geyik sembolizmine olan tutkusu tarihöncesinde çoktan başlamıştı. Şamanizm’de sonradan at imgesi baskın bir hale gelse de arkaik geyik simgesi hatıralarda yaşamaya devam etti. Sibiryalı Tunguz şamanları geyik boynuzları takmaya devam etti. Ritüel sırasında giydikleri elbisenin mağara resmindeki o geyik-adama ne kadar çok benzediği araştırmacıların dikkatinden kaçmadı. İskitler atlarına geyik boynuzu takma geleneğine sahipti. 9000 yıl önce bugünkü Almanya topraklarında 30’lu yaşlarında bir kadın, geyik boynuzlu özel bir elbiseyle mezara gömülmüştü. Araştırmacılar ona “Dürrenberg Şamanı” diyor:
Diğer canlılarla kıyaslandığımızda fiziksel açıdan güçsüz bir türüz biz. Hayvanlardaki güçlü içgüdülerden mahrumuz. Sürekli tereddüt eden ve kafası karışık bir türüz. Ayıdaki pençeler, kuşlardaki kanatlar, aslanlardaki dişler, geyiklerdeki boynuzlar yok bizde. Bir geyiğin ormanda zarifçe sıçrayıp saniyeler içerisinde gözden kaybolması bizi büyüler. Geyik bize adeta zarif bir güç gösterisi düzenler. Yerçekimine meydan okuyan zıplayışı sırasında sanki bize “İşte sen bunu yapamazsın! Görüyor musun yerden havalanan bedenimi?” der. Fiziği güçsüz insan da hayvanların gücüne öykünür. Gücüne hayran kaldığı hayvanlara geçici olarak dönüştüğüne dair düşler kurar. Başımıza geyik boynuzları taktık, mağara duvarlarına resimlerini çizdik. Topluluğu refahı için şaman diye bir karakter yarattık. Hayvanların Efendisi’yle iletişim kurmaya başladı bu şaman. Karnını doyurmak için öldürmek zorundaydı atalarımız. Bizzat göz göze gelip öldürdüğü hayvanlar nedeniyle vicdan azabı duyuyorlardı. Şamanlar geyik boynuzları takıp ruhlar alemiyle iletişime geçti, ilahların gönüllerini aldılar. Bir geyiği öldüren Moğol avcı, boynuzların önünde defalarca eğilerek, hayvanı öldürmesine izin veren orman ruhuna teşekkür eder. Hem zaten geyik çoğu zaman orman ruhunun tezahürlerinden biri olarak kabul edilir. Haşmetli boynuzlarıyla ormanda bir görünüp bir kaybolan geyikte ilahi bir gizem vardır. Bir Hıristiyan efsanesinde geyik avı sırasında boynuzları arasında bir haç taşıyan geyiği gören Aziz Eustakios Hıristiyanlığa geçer. Kendisini pınarda yıkanırken çırılçıplak gördüğü için Artemis, Aktaion’u geyiğe çevirip köpeklere parçalatır. Ne de olsa Artemis vahşi hayvanların sahibesidir. Arkaik resim ve oymalarda Artemis iki yanında elleriyle tutup kaldırdığı vahşi hayvanlarla gösterilir.
Şamanizm’de hayvan karakterler baskındır. Şamanist halkların yaratılış mitlerinde kuzgunlar, geyikler, ayılar, kurtlar başroldedir. Tüm canlılar arasında sürekli metamorfozlar yaşanır. Maskesini kaldıran bir hayvan geçici olarak insana dönüşür, dünyaya bugünkü şeklini veren yaratılışı başlatır. Şamanlar da bu kadim geleneği ritüellerinde yaşatır. Geyik boynuzlu, kuş tüylü, ayı pençeli elbisesi sayesinde çeşitli kılıklara girer. Geyik yaşamın, yeniden doğuşun, döngüsel zamanın sembolüdür. Geyiğin her yıl boynuzları düşer ve yenisi çıkar. Asla yaşlanmayan, kendini hep yenileyen bir ilahtır sanki o. Atalarımız iyi birer doğa gözlemcisiydi, geyiğin bu boynuz yenilemesini fark etmişlerdi. Onun boynuzlarına kutsal bir hâle yüklediler. Yaşamı simgeleyen geyik boynuzları bu sebeple Sibirya halklarının düş gücünü etkiledi.
Orta ve Kuzey Asya’nın tarihöncesi kaya resimlerinde boynuzları stilize bir şekilde çizilmiş geyik resimleri vardır. Bir ağacın dallarına benzer bu boynuzlar. Eski boynuzunu düşürüp yenisi çıkaran geyik aynı zamanda bir Hayat Ağacı sembolüdür. Baharda yeniden yeşillenip çiçeklenen bir ağaç gibi, geyik de baharın gelişiyle boynuzlarını yeniler. Boynuzları kaplayan kadife tabakayı ağaçlara sürter ve mart-nisan aylarında eski boynuzlar düşer. Büyük bir hızla (günde 1 ila 2 cm) yeniden büyür. Bir anda yeşillenen bir ağaç gibi yeniler boynuzlarını. Hayat Ağacının bitmek bilmeyen yaşam enerjisi vardır onda. Ölümsüzlüğün simgesidir geyik. Anadolu halk edebiyatında onun ağaçla olan benzerliği bilmecelere konu olur:
Boynuzları (ağaç) dallarına benzer
Cevap: Geyik
Dal verir yaprak vermez
Cevap: Geyik
İskandinav mitolojisinde de Dünya ağacı Yggdrasil’in dalları arasında güneşin hareketini düzenleyen ve yeniden gençleşmesini sağlayan dört geyik durur. Kendini yenileyen kozmik döngünün simgesi geyik ve boynuzları kutsal kabul edilir birçok toplumda.
Avusturya İmparatoru I. Ferdinand’ı temsilen İstanbul’a gelen Busbecq, 1560 yılında yazdığı mektupta, yanında bir geyikle gezip dilenen bir dilenciden bahseder. Adam Allah’ın adını sık sık tekrarladığı bir dua okumakta ve duanın sonunda adam ve geyik başlarını öne eğerek insanları selamlamaktadır. Başka bir Avrupalı elçi de yine geyikli dervişlerden söz eder. İstanbul’da yanlarında ayı ve geyik gibi vahşi hayvanlarla dolaşıp dilenen çok sayıda derviş olduğunu söyler. Tarihöncesinden beri kutsal kabul edilen geyik boynuzları Alevi-Bektaşi türbelerini de süsler. Velinin itibarı ne kadar yüksekse boynuzların sayısı da o kadar çok olur. Bursa’daki Geyikli Baba türbesi farklı biçim ve büyüklükteki boynuzlarla doludur. Anadolu’nun dört bir yanında isminde “boynuz”, “geyik” olan veliler vardır. Buralar halkın gözünde hac merkezleridir. Geyik boynuzlarının varlığı bu mezarlara kutsallık atfeder. Araştırmacılar türbelerdeki geyik boynuzlarına gösterilen bu saygının ilkel ayinlerinden geldiğine dikkat çeker. Türbeleri ziyaret edenler bu boynuzlara saygıyla yaklaşır, huşuyla boynuzları okşarlar. Kim bilir belki de 13.000 yıl mağara duvarına çizilen o geyik-adam da bir tür “ilkel eren”di.
Ortaçağ’da Hıristiyan halk aziz kemiklerine dokunup hastalıklarına derman bulabilmek için kiliseler ve manastırlara koşuyordu. Çoğu yerde aziz kültü İsa’nın popülerliğini bile sollamıştı. Türbelere konulan geyik boynuzları da halkın inancına göre hacıyı kutsal hayvanla ve burada gömülü veliyle irtibata sokar. Ziyaretçilerin asıl aradıkları, geyik boynuzunun şifalı gücüdür. Hayat Ağacının eşlikçisi geyik ve her yıl kendini yenileyen boynuzlar halkın gözünde bir şifa kaynağıdır. Geleneksel inançlarda boynuzlar, hayvan pençeleri, dikenli bitkiler nazarlık olarak kabul edilir. Bunlar bizim ilk “güvenlik sistemlerimizdi”. Örneğin Bulgar folklorunda evin bahçesinde dolaşan dikenli kirpiye asla zarar verilmez. Evin koruyucu ruhu olduğu kabul edilir. Anadolu’da evlere konulan geyik boynuzları nazarlık işlevi görür. Köy evlerinin dışındaki geyik boynuzları bir nöbetçi asker edasıyla hane halkını kötü ruhlardan korur. Tahtacılar geyik boynuzlarına nazardan koruma gücü atfeder. Bebeklerin beşiklerine, korumak istedikleri eşyaların üzerine boynuz koyarlar. Ayrıca Tahtacılara göre bir geyik boynuzu bulmak olağanüstü şans getirir. Bulunan bu boynuzu kırmamaya çok özen gösterirler.
Kelt geleneğinde Merlin’in binek hayvanlarından biri geyiktir. Binlerce yıldır kutsal kabul edilen geyik aynı zamanda başka alemler ile bağlantı kuran büyülü bir hayvandır. Cermen ve Galyalı Keltlerin efsanelerinde ölüleri öteki aleme götüren rehber bir hayvandır. İnanca göre ölüler bazen geyik suretinde görünürler. Davulunu geyik derisinden yapan şaman, ritüel sırasında geyik ruhuna binip üst ve orta dünyada dolaşarak ruhlarla iletişime geçer. Sıradan insanların gidemediği alemlere şaman bir geyik aracılığıyla gider. Moğol şamanı geyiğe şöyle dua eder: “Benim genç ve yeni binek geyiğim ol. Hayat ve mutluluk yolunda rehberlik ederek.” Geleneğe göre geyik aynı zamanda uçabilir. Mançurya Tunguzlarında boynuz dalları Şamanın yardımcısı olan geyik-ruhu simgeler. Bu boynuz simgesi şamanın o bölgede yaşayan kızıl geyik kadar hızlı hareket edebilme beceresine sahip olduğunu gösterir. Yeni şamanlarda üç boynuz dalı, daha tecrübeli bir şamanda altı, büyük şamanlarda ise dokuz dal olur. Şamanı göğe çıkaran geyik aynı zamanda yeraltı dünyasına da girişi sağlar. Ruhlar alemiyle bağlantısı vardır. Hastanın kayıp ruhunu ölüler aleminde bulup getirebilmek için şaman geyik-ruhuna binip tehlikeli bir yolculuğa çıkar. İngiltere’deki bir efsaneye göre, Caudel ormanında yaşayan geyiklerin yeraltı dünyasından geldiği söylenir. Kimi araştırmacılara göre geyiklerin aşağı dünyayla ilişkisi daha Üst Paleolitik Çağ’da başlamıştı. Yerin derinliklerinden yeryüzüne çıkmışa benzeyen çok sayıda geyik tasviri mağara duvarlarını süslemektedir.
Dünya nüfusunun büyük bir kısmı artık betonarme kentlerde itiş kakış yaşıyor. Vahşi doğada bir geyikle göz göze gelme şansımız çoğumuz için imkânsız. Duvarlara geyik resimleri yapmayı da bıraktık. Uçan geyiklere inanmıyoruz. Fakat her yıl milyonlarca insan hediye olarak Noel Babalı kartpostallar alıyor. Noel Baba geçmişi binlerce yıl öncesine dayanan eski bir figür değil fakat onun arabasını da uçan rengeyikleri çekiyor. Şaman nasıl geyik-ruh sayesinde üst aleme uçuyorsa o da gökyüzünde geyikleriyle süzülüyor. Kim bilir belki de zihnimizin derinliklerinde ve hayal gücümüzün bodrumunda rengeyiği peşinde koşan Buzul Çağı atalarımızın anıları yaşamaya, uçan geyikler gökyüzüne süzülmeye devam ediyordur.
Kaynakça
Jean-Pierre Laurant & Thierry Zarcone, Geyik – Bir Hıristiyan ve Müslüman Simgesi, çev. Goncagül Artam, Kırmızı Kedi Yayınevi, 2023.
Peter Watson, Büyük Bölünme, çev. Şükrü Alpagut, Say Yayınları, 2023.
Ergun Kocabıyık, Dolaylı Hayvan, Akademim Yayınları, 2024.
Gregory Curtis, Mağara Ressamları, çev. Hilal Dikmen, Redingot Kitap, 2017.