Şöyle bacaklarımı bir uzatayım, biraz kafa dağıtayım, belki izleyecek bir şeyler bulurum düşüncesiyle berjer koltuğa yayılıyorsun. Başlıyorsun kanal kanal gezmeye. Geziyorsun, geziyorsun, geziyorsun… Kadının biri tutturmuş burç yorumları yapıyor, sallıyor da sallıyor. Geçiniz diyorsun. Bu seferde isimlerdeki harflerin alametlerinden uyduran başka biri çıkıyor karşına. Neymiş harflerin ilahi bir nedeni varmış. Meleklerle ilgili mevzularmış filan. Kız istemeler, kahve falları, evlilikler, düğünler, boşanmalar, cinayetler canlı canlı yayınlanır olmuş. Her defasında bir diğerine bakayım diye devam ediyorsun ama daha beter. Ülke milli gelirinin yüzde 40’ını elinde tutan yüzde 1’lik mutlu azınlığın gece alemlerini, hovardalıklarını, aşüftelerin görgüsüzlüklerini renkli renkli sunan programlar… Şiddetin, nefretin ise sınırı yok. Spor programıymış, haber programıymış vız gelir. Hepsi öfke, hiddet, kin dolu. Hele o diziler yok mu diziler. Hani Türk aile yapısını çok önemseyen RTÜK gibi kuruluşların dikkatini bir türlü çekemeyen o diziler… Hepsi ama hepsi senin için hazırlanmış. Ne işçilik ama!
Üç beş dakika gezindiğin her kanalda “bu ne saçmalık” diye içinden geçiriyorsun. Kim izler bunları diye sormadan edemiyorsun. Ama izleniyor işte, yalan değilse rakamlar ortada. Düşünsene hele bir, memleketin her yanında milyonlar her gün ama her gün düzenli olarak izliyor o programları. Sonra her gün birbirinden iğrenç adli olaya tanık oluyor, neden bu ülkede yaşanıyor bunlar diye soruyorsun kendine? Ne anlamsız bir soru.
Milyonlar izliyor diyorum milyonlar. Sanma ki sadece benim için, senin için. Kitle iletişiminin işleyişinden, her Allah’ın günü milyonları alıklaştıran devasa bir düzenden bahsediyorum. Evet yanlış duymadın, “alıklaştıran” diyorum. Türkçe dil bilgisine göre anlamı “bir şey karşısında şaşırıp aptallaşmak, şaşkınlaşmak, salaklaşmak” olan o kavramdan bahsediyorum. Seni aptallaştıran, salaklaştıran koca bir düzen diyorum.
Nasıl mı oluyor bu işler?
Kitle iletişimi esasen düşünceleri, duyguları yönlendiren, tutum ve davranışlara şekil veren, teknolojisiyle, insan kaynağıyla, parası puluyla koca bir düzen. Bunu öncelikle aklımızda tutalım. Kitlesel iletişimin gerçekleştiği böyle bir düzende milyonlar bir akşam saatinde bir dizi filmin içeriğinde gördükleri bir sahne, bir söz, bir efekt ile etkilenir o güne kadar asla yapmayacağını düşündüğü şeyleri yapabilir, asla kabul etmeyeceğini düşündüğü fikirleri kabul edebilir. İçeriğin nasıl sunulduğuna, toplumsal koşullara, kişinin özelliklerine göre de değişir tabi bütün bunlar. Ancak kitlesel iletişim gerçekleştiren araçlar pazarladıkları içeriklerle etkisini mutlaka gösterir.
İletişim araştırmalarında özellikle etki çalışmalarında kitle iletişim araç ve içeriklerinin hangi koşullarda, ne tür yollarla daha güçlü etkide bulunduğu, hangi yöntem ve uygulamalarla etkinin daha iyi sonuç verdiğine ilişkin birçok çalışma yapılmış, bilimsel bulgular eşliğinde bugün içinde bulunduğumuz kitle iletişim piyasası gelişmiştir. Gazete, dergi, televizyon, radyo, sinema, açıkhava reklam panoları, dijital mecralar. Her yerde sana bana içerikler ulaştıran örgütlü iletişim yapıları, şirketler…
Bir iletişim içeriğine maruz kalıyorsun, etkileniyorsun ve bir davranış gerçekleşiyor. Mesela izlediğin bir reklam nedeniyle ürün satın alıyorsun, bir siyasi kampanya filmi nedeniyle oy veriyorsun, bir dizide, bir filmde geçen sahne etkisiyle bir yere seyahate gidiyorsun… Maruz kaldığın etkiye göre bir tutumun, tepkin ve davranışın gelişiyor.
Şimdi diyeceksin ki “abi ben televizyonda, gazetede, internet ortamında gördüğüm her şeyden etkilenerek mi karar veriyorum?”. Evet… Kitle iletişim araçları hayatının her noktasında ve mutlaka bir etkiye maruz kalıyorsun. Ve bu düşüncelerini, duygularını, davranışlarını yönlendiriyor. Yani tutumunu belirliyor. Sen kaçsan çevren seni mutlaka içine çekiyor. Hele bugünün dünyasında cebine kadar girmiş dijital araçlarla nereye kadar kaçmayı hayal ediyorsun, anlaşılır değil.
Kitle iletişimi senin için dünyadan haberdar olmak, gelişmeleri takip etmek, dışarıda kalmamak demek. Ama bu araçlarla içerik sunanlar bakımından bilincin yönetimi, algı yönetimi, tutum yönetimi demek. Sana ait düşüncelerin ne şekilde gelişeceği, değişeceği ve davranışa dönüşeceğine ilişkin üretim demek. İzlediğin tüm içerikler, diziler, filmler, haberler tamamen bu algı yönetimi işleri için çalışıyor.
Büyük bir endüstridir bu algı yönetimi endüstrisi. Milyar milyar dolarlar döner işin içinde, neyi nasıl yapacağını bilen on binlerce profesyonel çalışır. Reklam, marka iletişimi, halkla ilişkiler, kamuoyu veya pazar araştırma şirketleri, izleyici ya da dinleyici ölçüm şirketleri, medya kuruluşları, dijital ajanslar…. Geldiğimiz noktada öylesine büyük bir propaganda gücüyle karşı karşıyayız ki dünya tarihi sanırım bu nitelikte ustaca çalışabilecek bir güce hiçbir dönemde ulaşmamıştır.
Algı yönetimi ikna demektir. Senin ikna olman için yapılan çalışmalar demektir. Televizyonda bir program izlerken bir gün olsun “bunlar bana ne satmak istiyor” diye sor kendine. Öyle izle o diziyi, haberi, eğlence programını. Çapanoğlunu mutlaka göreceksin! İçeriği öyle güzel çözümleyecek, sana yapılanı öyle güzel anlayacaksın ki sen bile şaşacaksın.
Misal son zamanlarda televizyonlar sokak köpeklerinin toplatılıp uyutulacağı üzerine haberler yayınlayıp duruyor. Haber spikerinin metni okuyuşundan, kelimelere vurgu yapma biçiminden tut da metinde geçen ifadelerin nasıl özenle seçilmiş olduğuna kadar her şeyi dikkatle izle. Neymiş efendim, toplatılan sokak köpekleri bir ay içinde sahiplendirilmezse “uyutulacakmış”. Nasıl ama? Herkes uyutulmanın ne demek olduğunu anlıyor tabi. Ama ince zekaya bakar mısın? “Öldürülecek”, “katledilecek” dense kamuoyu sokak köpekleri için yapılacak caniliği kabul etmeyebilir. Ama “uyutmak” masum bir kelime. Politik olarak karar alınmış, mamayı kamuoyuna nasıl yedireceğiz düşüncesiyle hazırlıklar yapılmış, medya da bu algıyı servis ediyor. İşin özeti bu. Tabi algıyı güçlü kılmak için de sokak köpeklerinin nasıl zararlı olduklarına dair içerikler devamlı olarak tasarlanıp servis ediliyor.
Kitle iletişim araçları milyonların yaşam biçimlerine ilişkin kodları; ne giyecekleri ne yiyecekleri, hangi modayı takip edeceklerine ilişkin tutumlarını reklam verenlerin yönetimine; neyi ne kadar bileceği ne düşüneceği ve ne hissedeceklerine ilişkin tutum ölçeklerini ise egemen politik düzenin sahiplerine satarlar.
Tabii ki yaşananlar ekonomi politik düzenle ilgili.
Bir kere şunu anlamak gerekiyor. Kitle iletişimi büyük bir ekonomi politik düzenin parçasıdır. Bunun adı da şu an içinde yaşadığımız kapitalizm.
Tüketime dahil olman için tüketimi talep etmen gerekiyor. Talep etmen için de uyarılman. Devamlı olarak uyaran ajanlar etrafında. Reklam izlemekten kaçabilirsin ama dizi filmin içinde de seni yakalarlar. Hadi oradan da kaçtın yolda reklam tabelaları. Hadi oradan da kaçtın, cep telefonuna girmişler. Daha nereye kaçabilirsin? Gerçekte ihtiyacın olmayan neler neler almışsındır bugüne kadar, hiç düşündün mü?
Tüketim için seni yakalarlar da düşüncelerini, davranışlarını kontrol altında tutmak için yakalamazlar mı?
Kitle iletişim medyası kapitalist bir ekonomi politik düzende fakiri yatıştıracak avuntular sunar. İçinde yaşadığı sömürü düzeninin egemenleriyle uyumlu yaşamasını sağlamak adına, onun ruhunda mutabakat üretmek amacıyla yatıştırıcı içerikler verir. Bir tür psikiyatrik tedavi uygular. Feodal çağda böyle bir ihtiyaç yoktu. Ferman padişahındı, ceza her şeyi hallederdi.
Ama bugün öyle değil. Cezanın yerini başka yöntemler aldı. Fakiri korkuyla, inançla en zayıf yerinden yakalar, avutursun, orta sınıfı ise umut, hayal satan yöntemlerle, fallarla, burçlarla. Neticede biraz daha eğitimli bir sınıf, yöntemleri değiştirmeli. “Birgün zengin olacaksın, sabretmelisin” fikri, “zenginle aranda bir fark yok ki” sanrısı mutlaka pompalanmalıdır. Mutlaka sen de şu televizyonda izlediğin hayatlara erişeceksin. Ama egemen sınıfla, düzen içinde uyum içinde kal!
Bu alt sınıfların yatıştırılmaya, gelecek umutlarıyla avutulmaya ihtiyacı vardır. İçinde yaşadıkları sosyal olayları, yaşayamadıkları şeyleri, onca yıllık emeğe rağmen amaçlarına erişememiş, kandırıldığının farkına varmış ruhlarını yatıştırmak için avuntuya, teselli bulacakları sözlere ihtiyaç duyarlar. İşte egemen sınıfın kontrolündeki kitle iletişim araçları bu işe yarar.
Ancak bu araçlar bu işlevlerinden çok daha büyük bir iş daha görür. Kapitalist ekonomi düzeninin yarattığı en büyük sorunu gizler. Toplumsal sınıfları ve bu sınıflar arasındaki geçişkenliğin mümkün olamayacağı gerçeğini gizlerler.
Daha önce de buralarda yazdım, çizdim. Kapitalist ekonomi anlayışını liberal ekonomiden ayıran en temel nokta yarattığı sınıflı toplum sorunudur. Liberal görüşler “bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler” ilkesini savunarak bireysel hak ve özgürlüklerin sınırlanamayacağı düşüncesiyle ortaya çıkarken, sermaye birikimini ekonomik amaç olarak esas almaz. Özgürlüğün önündeki engel olarak görür. Piyasacı bir anlayışla kökenlerini liberal fikirlere dayandıran kapitalist ekonominin savunucuları ise sermaye birikimi ve toplumsal sınıfları yüceltmişlerdir.
Şimdi birçok kişi kapitalizmin toplumsal sınıfları yaratmadığı ya da böyle bir şeyin olmadığı teziyle ortaya çıkabilir. Ama nafile. Feodal düzenin yarattığı kast ve toplumsal sınıflar kapitalizmle birlikte üretim araçlarına ve dolayısıyla sermayeye sahiplik bakımından biçim değiştirerek yeniden biçim almıştır. Dünün kölesi işçi, derebeyi veya ağası ise patron olmuştur.
Batıda kapitalizm yıllar içinde endüstriyel üretimde yaşanan değişimlerle birlikte biçim değiştirmiş, üretimin kontrolü, yönetimi ve bugünün şartlarında tüketimin biçimlenmesine ilişkin olarak paydaş kapitalizmi evresine ulaşmıştır. Lakin bütün bu gelişmeler sermayeye ve üretim araçlarına sahiplik bakımından köke ilişkin sorunları ortadan kaldırmış değildir. Bugün gelinen aşamada daha geniş toplumsal kesimlerle mutabakat sağlamış, varlığını sürdürme şansına erişmiştir. Kitle iletişim medyası bu mutabakatın sağlanmasında önemli rol üstlenmiştir.
Kitle iletişim araçlarında sunulan tüm içerikler sınıflı toplum yapısını silikleştirir, yok eder. Sınıflar arası geçiş varmış gibi içerikler sunar, buna ilişkin bir dil ve söylem satar. Bilhassa dizi filmler ve eğlence adıyla sunulan programlar ekonomi-politik nitelikte toplumsal sınıflar arasındaki sınırları görünmez kılar. Alt sınıfların ruhlarını satın alır, sürece dahil olmasını, rıza göstermesini sağlar.
Oysa biliyoruz ki bu sınıfsal yapılar halen var ve bunlar üretim araçlarına sahiplik ve kontrol bakımından ortaya çıkmış yapılardır. Toplumun alt sosyo-ekonomik sınıfından gelenler için hayalini kurdukları geleceğin geçiş yolları kapalıdır. Lakin bunun üstünün örtülmesi, egemen sınıf çıkarlarının garanti edilmesi ve geniş alt sınıflarla mutabakat içinde ekonomi-politik düzenin devam ettirilmesi için kitlelerin yatıştırılması, avutulması gerekmektedir.
İşte kitle iletişim medyası tıpkı politik iktidar temsilleri gibi bu amaç için çalışır. Üzerine çullanılmış geniş kesimlerin yatıştırılması, düzene sadık kalması için bilinç üretimi gerçekleştirirler. Alıklaştırmadır bunun adıdır. Ne yaşadığını bilmeden yaşayanların üretimidir.