Doktor köpeklerin pisliğinden, havlama ve topluca ulumaları nedeniyle asude
bir uyku tutturulmamasından dem vurur,
gelişmiş ülkelerin düzeyine nasıl erişebileceğimizi merak eder…[1]
Modernizmi, keskin bir başlama noktasına tarihlemek mümkün değil. Modern, bir sınırda kurgulanır, modernin öncesi “eski”, modernden sonrası ise artık eski olmayana işaret eden “yeni” olandır. Roger Bacon “nos modernos”[2] tanımını kullanırken; kendisinin içinde bulunduğu zamanı ve sonrasını, artık eski olmayan “biz modernlerin” “yenilerin” çağını vurguluyordu. Modernizm, teorisi gereği ritmik bir ilerlemeyi idealize eder. Bu teleolojik (hedefe dönük/ereksel) ilerleme tavrı, her ne kadar önceden tasarlanmış modeller üzerinden bir akışı – bir telosa ulaşmayı “modernizasyona girmiş toplumlara” kanıksatsa da, bir hedefe ulaşmadan, yinelgen (recurrent) bir çıkmaza saplanır. Modernizmin ilerlemesi bir bakıma yinelgen bir devamlılık içinde durağandır.
19. Yüzyıldan beri devinen ama sürekli aynı duvara çarpan ereksel bir akıl, kendini iki asır boyunca gerileterek nasıl bir toplumu hala şaşırtıyor, ben de buna şaşırıyorum.
1910’da sokaklardan toplanarak Sivriada’ya sürülen, dönemin batılılaşma tartışmalarına hedef olmuş İstanbul’un Köpekleri, II. Meşrutiyet’in romantik Batılılaşma fantazyalarının ilk kurbanlarından biri olmuştu. Namı diğer Hayırsızada Sürgünü bildiğimiz, Sivriada operasyonu sistematik bir itlaf projesiydi. Ne iş ha; Abdullah Cevdet’in hınçla Islahatçı Sultan 2. Mahmud’a saldırmasının kayıp öznelerinden biri oldu bu köpekler.
114 yıl önce Jön Türkler’in öfkesine maruz kalmış Hayırsızada’nın masumları, bugün yine aynı korkunç katliamla yüzleşebilir, hem de medeniyet bu kadar almış başını gitmişken. Bu eski karanlık katliam, 80.000 köpeğin ölümüne neden oldu. Bu katliam, 1910’da insanları çok ciddi bir kutuplaştırmaya sürükledi. Bakın, 1910’da İstanbul’da ikamet eden Pierre Loti durumu nasıl aktarıyor[3]:
“Köpekleri ortadan kaldırma işi rahat yürümemiş; sabah çevremde oturanlar Hilal’e uğursuzluk getirecek bu küçültücü işi hiçbir Türk’ün üstlenmek istemediğini söylediler; bu iş için serserileri, haydutları toplamak zorunda kalmışlar. Bu adamlar kıskaçlı büyük demir maşalarla iş görüyorlarmış; zavallı kurbanlarını boyunlarından, ayaklarından ya da kuyruklarından yakalıyor, yara bere ve kanlar içinde onları Hayırsızada’ya götürecek kayıklara üst üste atıyorlarmış. İstanbul’da günlerce çığlıklar, ağlamalar, şiddetli tartışmalar duyulmuş. Türkler kızıyor, bunu istemiyorlarmış. Zavallı köpekler! Olabildiğince çoğunu evlerde gizlemişler.”
Bu korkunç katliamdan sonra Marmara Denizi’nde büyük bir deprem meydana geliyor. Pekala dönem İstanbul’un bağnazları felaketin müsebbibi olarak katledilen köpeklerin hayaletlerini görüyorlar. Yani zavallıların çilesi ölümlerinden sonra da dinmiyor.
Jön Türk efendiler köpekleri memleket sokaklarına yakıştıramıyorlar ama Osmanlı’ya gelen birçok kartpostal editörü ve fotoğrafçı İstanbul’un köpeklerini çekmiş ve kartpostal serilerine dahil etmişlerdi. İstanbul’un sokak köpeklerini, İstanbul’un ruhunun bir parçası olarak görmüşlerdi. Dahası Pardoe’dan Nerval’e, Gautier’den Loti’ye İstanbul’u ziyaret etmiş birçok seyyah ve yazar; İstanbul kitaplarının bir yerinde mutlaka İstanbul’un köpeklerini anarlar. Uzun lafın kısası bu bir sahiplenme antroposentrizmine teslim edilemeyecek kadar sert bir vicdan meselesi. Vicdan tazelemek için size üç naçizane öneri; Enis Batur’un muhteşem çalışması Mumya Köpek (Norgunk, 2011), Avedikian’ın 15 dakikalık kısa filmi Hayırsız Ada / İstanbul’un Köpekleri (Chienne d’histoire / Barking Island, 2010) ve Catherine Pinguet’nin sağlam incelemesi İstanbul’un Köpekleri (YKY, 2009).
[1] Enis Batur’un Mumya Köpek kitabının XXV nolu parçası, Abdullah Cevdet’in İstanbul’da Sokak Köpekleri isimli pozitivist risalesine atfen…
[2] Nos Modernos: Biz modernler/yeniler.
[3] Dört Ayaklı Belediye, İstanbul’un Sokak Köpekleri. İstanbul Araştırmaları Enstitüsü. Küratör: Ekrem Işın. https://www.iae.org.tr/Sergi/Dort-Ayakli-Belediye/195
[1] Enis Batur, (2011). Mumya Köpek. S.51. Norgunk: İstanbul.