Bazı yönlerden hep kurak olmuştur içim. Ya hep böyle denk getirdi hayat ya ben böyle istedim ya da ben öyle hissettim, bilemiyorum. Hep bir nadasa bırakma hissi yani. Ama son birkaç aydır içimde damlaya damlaya biriken bir göl vardı, iklimimi yeşillendiren. Geçenlerde bir gecede kurudu o göl ve canına afet düştü. İçimde kuruyan gölün kuraklığına alışmaya çalışırken bana iyi gelmeyen bir şey daha oldu, doğduğum şehrin kıyısındaki gölün de artık ebediyen kuruduğunu öğrendim geçtiğimiz gün…
Ben İran’ın Urumiye şehrinde doğdum. Tam da Ortadoğu’nun en büyük gölü olan (artık yok), İran’ın Batı ve Doğu Azerbaycan illerini göbekten ayıran Urumiye Gölü’nün kıyısında. Bir zamanlar dünyanın en büyük ikinci tuz gölü olan Urumiye Gölü’nün tuzlu sert rüzgarlarını, yakıcı suyunu ve ciğerleri yakan o kendine münhasır kokusunu hala anımsıyorum. Ortadoğu’nun en büyük gölüydü ama yaşama çırpınışı hiç bitmedi; tıpkı Ortadoğu halkları gibi sürekli buhranlı, yalnız, sahipsiz ve sömürü altında darmadağın bir yok oluşa varış…
İran’ı 43 yılda lime lime eden İslam Devrimi’nin teo-faşist sistemi sonrasında Urumiye Gölü’nün üstüne dikilen katil barajlar 200’ü buldu ve gölün ölü bedeni üzerine hala yenilerini de dikmeyi planlıyorlar. Kurulan her bir baraj Urumiye Gölü’nün tabutuna çakılan bir çiviydi ve yıllarca yapılan tüm uyarılara rağmen balık hafızalı kifayetsiz muhteris yönetici takımı buna karşı ölü taklidi yapmayı tercih ettiler.
Kuraklığın vurmasıyla birlikte yağışın azalması bölgedeki tarım arazilerinin sulanması için yeraltı su kaynaklarının kullanımını misliyle artırdı. Urumiye Gölü havzasında açılan yüzlerce kaçak su kuyusu gölün canını emen başka bir etkendi ve devlet eliyle yürütülen yanlış su politikası, yanlış tarım politikası ve sözüm ona gölü “kurtarma” çalışmaları göl için mutlak sonun bir nevi habercisiydi.
Urumiye Gölü göçmen kuşların cennetiydi; 200 türü aşkın kuşun bölgede yaşadığı biliniyordu, pek çok sürüngen türüne ev sahipliği yapıyordu ama hepsi neredeyse artık yoklar. Bölgedeki martıları, ibişleri, pelikanları ve leylekleri katlettiler. Flamingolara gölü dar ettiler, tek tek avlayıp kutulara doldurup pazarlarda sattılar. Hangi “insan” canlı bir flamingoya kıyıp da kutu içinde satar? 5 bin 200 kilometrekare yüzölçümü olan, 140 kilometre uzunlukta ve 55 kilometre genişliğinde olan, 102 irili ufaklı adayı barındıran Urumiye Gölü’nde hayvanlar kendilerine yaşayacak bir avuç alan bulamadılar!
Çok değil, daha birkaç yıl önce üzerinde turistik geziler düzenlenen, feribotların seferler düzenlediği ve 1976 yılında UNESCO tarafından biosfer rezervi listesine alınan Urumiye Gölü artık şiddetli tuz ve kum fırtınalarının beşiği oldu. 13 bin yaşında olduğu tahmin edilen Urumiye Gölü’nün kurumasının 10 milyon kişiyi direkt olarak, 20 milyon kişiyi de dolaylı olarak etkileyeceği tahmin ediliyor. Muhteşem manzarası yok oldu ve gölün yatağı artık ölü kuşların ve karaya oturan terk edilmiş teknelerin mezarlığına dönüştü. Kısa ve orta vadede Türkiye dahil bölgedeki ülkeleri etkisi altına alacak önemli iklim değişiklikleri kapıda ve elden gelen hiçbir şey yok artık.
İçimizdeki göllerin kurumasının kuraklığını kendimizi dışarıdaki göllere vurarak telafi etmek isterdik hep ama unuttuğumuz bir şey var. Burası Ortadoğu; yeşile düşman, ağaca düşman, kuşa düşman, börtü böceğe düşman, suya düşman, insana düşman despotlar hem içimizdeki hem de dışımızdaki tüm göllere çöküp kuruttular ve haritadan sildiler. Kurtuluşumuz çok zor artık…
Kapak Fotoğrafı: Omid HZ/ Unsplash