Bu hafta siz değerli okurlara bir rüyamı anlatacağım, affınıza mahsuben. “Ne yapalım yahu biz senin rüyanı!?” demeyin hemen ama, içinde siz de varsınız.
Hayırlara çıksın inşallah diyerek başlıyorum: Koskoca bir halk -ya da hadi koskoca bir halkın koskoca bir kısmı diyelim- birbirimizi görecek şekilde daire oluşturup oturmuşuz. Ortamda rahatsız edici bir sessizlik, söze ilk kimin başlayacağının belirsizliğinden doğan bir tedirginlik ve kaynağı belirsiz, kesif bir koku var. Kimsenin yüzünde maske olmadığı için önce küçük çaplı bir anksiyete krizi yaşıyorum, sonra bakıyorum ki kimse bu durumdan rahatsız değil; herhâlde salgın bitti diye düşünüp rahatlıyorum. Neden orada toplandığımızı, ne işimiz olduğunu, amacımızı vs. hiç bilmeden ebleh ebleh etrafıma bakınırken 50 yaşlarında, güzelce yüzlü, hafif toplu, gözlüklü bir hanımefendi bana dönerek, “Evet Ali, senin için de sorun değilse senden başlayalım. Lütfen anlat.” diyor. O an orada bulunma sebebim birden berraklaşıyor zihnimde ve sesimin doğru, gür ve anlaşılır olmasına da dikkat ederek söze giriyorum:
“Merhaba, benim adım Ali. Ben bir video bağımlısıyım…” Kocaman bir koro sesime ses veriyor: “Merhabaaa Aliii, aramıza hoş geldin.”
Sonra içimde ne varsa sayıp döküyorum. Her sabah gözümü açar açmaz o gün izlemem muhtemel olan videoları düşünmeye başladığımı, video kovalamaktan günlük hayatımı idame ettiremez duruma geldiğimi; partilerden derneklere, siyasilerden gazetecilere kadar abone olduğum binlerce Youtube kanalından gelecek yeni video bildirimleri için nasıl çılgınca beklediğimi, artık dayanamadığımı, gözümün de bu arada iyice bozulduğunu, geçen video izleyeyim derken ocakta bıraktığım tencerenin komple yandığını, bazen tuvalette bile video izlediğimi, hayatımın mütemadiyen yokuş aşağı gitmesine rağmen video batağından çıkamadığımı… Anlatıyorum, anlatıyorum, anlatıyorum… Gözyaşları içinde sözlerimi bitirdiğimde yanımda oturan ve daha önce hiç görmediğim biri sırtımı tıpışlarken bana söz veren hanımefendi “Seni anlıyor, her şeyinle kabul ediyor ve seviyoruz Ali. Bizimle bunları paylaştığın için teşekkür ederiz.” dedikten sonra bir başkasına söz veriyor. O da söze “Merhaba, benim adım Necla. Ben bir video bağımlısıyım…” diye başlıyor, derken kan ter içinde uyanmışım.
Rüya gördüm diye başladım söze; ama anlatınca fark ettim ki kâbusmuş ve şu satırları yazarken daha da büyük bir dehşetle fark ettim ki ne rüya ne kâbus, düpedüz gerçekmiş.
Muhalefetin yeterince insanın duymasını sağlayamadığı “128 milyar dolar nerede?” sorusunu bizzat iktidarın çizgi film olarak akıllara kazıdığı, sonra apar topar sildiği video kadar gerçekmiş.
Devletin bakanlığının yabancı turiste yönelik hazırladığı ve “Vatandaşlarımız aşılıdır, neredeyse hepsinin tuvalet eğitimi vardır ve geceleri sokaklarda asla gürültü yapmazlar; çünkü sokağa çıkmalarına izin vermiyoruz. Hadi, gelin ve Türkiye’nin tadını çıkarın!” dediği ve sonra yine apar topar sildiği video kadar gerçekmiş.
Bundan daha birkaç sene önce devletin resmi kolluk güçlerince korunarak seçim mitingleri düzenleyen, iktidara destek vermeyenleri alenen tehdit eden, “hainler”e karşı silahlanma çağrısı yapan, kendi ifadesiyle yurtiçi ve yurtdışı gezilerinde devlet büyüğü muamelesi gören; ama şu sıralar aynı devletin en yetkili ağızları tarafından “organize suç örgütü lideri, mafya, kanun kaçağı” gibi sıfatlarla anılan karanlığın da karanlığı bir adamın ortaya döktüğü akıl almaz ekonomik, toplumsal ve siyasi ilişkiler ağının üzerimize boca edildiği videolar kadar gerçekmiş.
Bir gün önce “Ben kimsenin arasında haberleşmeyi sağlamadım, böyle bir şey varsa namussuzum, alçağım, şerefsizim!” deyip bir gün sonra inkar ettiği her şeyi yaptığı, üstüne üstlük nargile içme meselesinde bile yalan söylediği ortaya çıkan ve büyük ihtimalle bunlardan hiç hicap duymadan hayatına devam edecek olan “duayen gazeteci” kadar gerçekmiş.
Geçinemediği için intihar eden insanların, para etmeyen ürününü yollara döken çiftçilerin, “Geriye tek seçeneğim kaldı.” diyerek çaresizliğini anlatan ya da sokak ortasında bazen tanıdığı, bazen tanımadığı bir adamdan şiddet gören kadının, çöpten çürük sebze meyve toplayan çocuğun; kendi hâlinde yaşayıp giderken işkenceye uğrayan, katledilen sokak hayvanlarının videoları kadar gerçekmiş.
Evet, benim adım Ali ve ben bir video bağımlısıyım. En azından videoya çekilebilen bazı durumlarda yoğun bir kamuoyu baskısı oluştuğundan adalet bir nebze de olsa sağlanabildiği için video bağımlısıyım. Özgür basının olmadığı yerde yurttaşların hâlini ahvalini anlatabildiği tek mecra videolar olduğu için video bağımlısıyım. Hep büyük bir utanç ve nefretle andığımız; kir dolu, pas dolu, daha fenası kan ve gözyaşı dolu 90’larda bile mafya-siyaset-devlet ilişkileri konusunda harekete geçebilen bir yargı düzeni, meclis yapısı, muhalefet imkânı varken bugün içine düştüğümüz büyük çukurun içinde dönenleri yalnızca dizi film izler gibi izlediğimiz videolardan takip edebildiğimiz için video bağımlısıyım.
Sigaraya da böyle başlamıştım: “Bir taneden bir şey olmaz, hadi bir tane daha…” derken 30 yıllık tiryaki oldum. Umuyorum video bağımlılığımda da sonuç öyle olmaz. Kınamayın dostlar, bağımlılık kolay dert değil, Allah başa vermesin.
Yazıyı podcast olarak dinlemek için buraya tıklayınız.