İnsan kendisini tanımlarken bazen olduğundan daha farklı, olduğundan daha iyi, daha mükemmel tarif edebilir. Olmak istediği biçimde de tarifleyebilir kişiliğini. Ama biz davranışlarına pratiğine bakarak kişinin kendisini tanımlamasının gerçekçi olup olmadığını görebiliriz. Bizde bir söz vardır “ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz.”
Benim ayinem de direnişim oldu sürece uygun olarak. Büyük hukuksuzlukların iktidar tarafından pervasızca, aleni, gözümüzün içine baka baka yapıldığı bir süreçte gayet açık, şeffaf, halkın gözleri önünde, sokakta, medyada sergilenecek bir direnişten başka seçeneğim olmadı. Özellikle şeffaf olmasına özen gösterdim ki iktidar direnişime iftira atamasın. Uydurma deliller bile gösteremesin. Halkı haksız olduğuma inandırmaya çalışmasın.
10 yıl önce 1 aylık direnişle alacağımız sonucu ne yazık ki demokrasinin izini silmeye çalışan bu iktidar döneminde alamıyoruz. Haklılığımız açıkken haksız gözaltılara tutuklamalara maruz kalıyoruz. Hiç çekinmeden mahkemeler üzerinde baskı kurup davaların sonuçlarını değiştirebiliyorlar. Baskı tehdit ya da avantalarla buldukları tanıklara ne isterlerse söyletebiliyorlar. Bu hafta devam eden Çağdaş Hukukçular Derneği Davası, Gezi Davası, Selahattin Demirtaş Davası, birçok siyasi tutsağın davası, cemaat davaları, askeri öğrenciler davası, kadın cinayetleri davaları söylediklerimi kanıtlar örnek davalardır ve hukuk garabeti olarak kamuoyu vicdanında sorgulanmaktadır. Herkes iktidarın ne yapmaya çalıştığını biliyor ama sosyal medya yasası çıkarılarak gerçeklerin söylenmesi engellenmek isteniyor. Bu atraksiyonların hepsi birbirine bağlıdır ve iktidarı kurtarma operasyonunun bir parçasıdır. Biliyoruz!
Günden güne daha fazla baskıya maruz kalacağımız da aşikardır. Suçları arttıkça pervasızlaşıyorlar. Önümüzdeki seçimi kaybetmekten çok korkuyorlar. Hem servetlerini kaybetmekten hem de yaptıklarından dolayı yargılanmaktan korkuyorlar. Dünyanın başka başka yerlerinde benzer süreçler yaşandı. Ve biz dünya halklarının çektiklerine şahit olduk. Benzerlerini bize yapamazlar mı? Elbet yapabilirler. Ama ne zaman dayanışmayı yok edebilirlerse, ne zaman kişisel çıkarları toplumsal çıkarların yerine koyarlarsa, ne zaman bizleri bilgiden, aydınlanmaktan, ilerici değerlerden koparırlarsa, ne zaman aptallaştırırlarsa işte o zaman…
Ben ülkemizin aydınlık insanlarının sayısının karanlık insanından çok olduğuna inanıyorum. Bir mumun zifiri karanlığa bedel olduğuna inanıyorum. Yeter ki birbirimizle değil iktidar ve avaneleriyle savaşalım. Bugün aynıların birbirini eleştirip bir köşeye atmasının zamanı değildir. Bize az da olsa benzeyenin yanında durup hiç benzemeyen kötünün karşısında birlikte durmak zamanıdır. Armudun sapı, üzümün çöpü bu karanlığı yardığımız dönemde gündem olabilir ancak. Şimdi sapı-çöpü görmezden geleceğiz, ana halkayı görecek tali olanı bir tarafa bırakacağız! Birbirimize tutunacağız! Ben sizlere tutunuyorum! Kimin derdi varsa şimdiye kadar orada olmaya çalıştım. Yanında durmaya çalıştım. Bugün de benim derdim var. Ve istiyorum ki dostlarım, sevdiklerim, aydınlarımız, sanatçılarımız, gazetecilerimiz, milletvekillerimiz yine yanımda olsun. İstiyorum ki birlikte yargılandığım direniş arkadaşlarımın yanında olunsun. Haklı direnişimizde bizi yalnız bırakmayan binlerce insana bir çağrımız var. Birazdan çağrımızı okuyacaksınız. Bu çağrı dostlarımıza; mahkeme günü söyleyeceklerimiz bizi mahkum etmeye çalışan iktidara karşı olacaktır!
Yüksel Direnişi Yargılaması: Mahkemeye Çağrı
Çalıştığı Eskişehir Osman Gazi Üniversitesi’ndeki görevinden açığa alınan akademisyen Nuriye Gülmen “İşimi Geri İstiyorum” talebiyle 9 Kasım 2016’da Yüksel Caddesi İnsan Hakları Anıtı önünde ilk oturma eylemini yaptı. Altındağ’da bir okulda öğretmenlik yaparken, 29 Ekim 2016’da 675 sayılı KHK ile ihraç edilen Acun Karadağ 14 Kasım 2016’da okulunun önünde “İşimi Öğrencilerimi Geri İstiyorum” talebiyle eyleme başladı. 675 sayılı KHK ile ihraç edilen öğretmen Semih Özakça ve eşi Esra Özakça ile yine KHK ile ihraç edilen sosyolog Veli Saçılık Yüksel Caddesi’ndeki eyleme dahil oldu. Polis saldırıları sonrası rahatsızlanıp kalbine pil takılan Acun Karadağ Ocak 2017 itibariyle eylemine Yüksel direnişinde devam etti. Adana’da Teknik Lise öğretmeni olarak çalışan öğretmen Mehmet Dersulu da KHK ile ihraç edilmesinin ardından Yüksel direnişine katıldı.
Aynı dönemlerde, çalıştığı Düzce Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’ndeki görevinden 6 Ocak 2017 tarih ve 679 sayılı KHK ile ihraç edilen mimar Alev Şahin 30 Ocak 2017’de Düzce meydanında “İşimi Geri İstiyorum” eylemine başladı. Haftasonları Ankara’ya annesinin yanına geldiğinde de Yüksel direnişine omuz verdi.
Sağlık Bakanlığı’na bağlı Çankaya İlçe Sağlık Merkezi’nde çalışan Mahmut Konuk KHK ile ihraç edildikten sonra iş yerinin önünde “İşimi Geri İstiyorum” eylemine başladı ve zaman zaman Yüksel direnişine destek verdi.
Çankaya Nüfus Müdürlüğü’nde memur olarak çalışan Nazan Bozkurt, KHK ile ihraç edildikten sonra Yüksel direnişine omuz verdi. Bir süre sonra da “İşimi Geri istiyorum” talebiyle Yüksel direnişinde yer aldı.
Ulus Vergi Dairesi’ndeki görevinden ihraç edilen Cemal Yıldırım Yüksel Direnişinde bir süre eylemlere katıldıktan sonra iş yeri önünde eylem başlattı.
Malatya ve Aydın’da öğretmenler, Bodrum’da ise öğretmen Engin Karataş da KHK ile işlerinden atılınca “İşimi Geri İstiyorum” talebiyle eylemler düzenlediler.
İstanbul’da Bakırköy Meydanı’nda Nursel Tanrıverdi ve Selvi Polat öğretmenler de “İşimi Geri İstiyorum” eylemleri yaptılar. Selvi Polat polis saldırıları sonucu belinde rahatsızlıklar oluştuğundan sokakta olmasa da Nursel Tanrıverdi hala eyleme devam ediyor.
Bu eylemlerden kamuoyunun en fazla katılımının olduğu direniş Yüksel direnişi oldu. Çünkü iki eğitmen açlık grevine başlayarak eylemlerine ivme kazandırdılar. Açlık grevinin 60’lı günlerinde Sezen Aksu’nun attığı bir tweet gözlerin Yüksel direnişine dönmesini sağladı. Bundan sonra gazeteciler, yabancı basın, milletvekilleri, parti genel başkanları, meslek örgütleri, odalar, barolar, sağlık örgütleri Yüksel direnişine müdahil oldular. Açlık grevi 324 gün sürdü. Eylemcilerin kendi inisiyatifleriyle sonlandırıldı. Bunları zaten basından okuyabilirsiniz.
DİRENİŞLER NASIL KRİMİNALİZE EDİLDİ?
Asıl vurgulamak istediğimiz; tüm direnenlerin inatla, ısrarla mücadeleye devam etmesi ve kamuoyunun geniş tabanlı desteğini alması karşısında iktidarın direnenleri ve haklı taleplerini kriminalize etmeye, direnişçiler üzerinde baskı oluşturmaya, direnişlerini itibarsızlaştırmaya çalışmasıdır.
Nuriye ve Semih açlık grevi sürecinde tutuklanmış, açlık grevi yapmayan ve alanda direnişe devam eden direnişçiler de aylarca plastik mermi, kimyasal gaz, gözaltı, kaba dayak vb. birçok işkence ile karşı karşıya kalmıştır.
2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Kanunu’na muhalefet etmek iddiasıyla direnenler hakkında onlarca dava açılmıştır. Davalardan beraat kararları gelmeye, eylemlerin anayasal hak olduğu mahkemelerce vurgulanmaya başlayınca, emniyet direnişçileri gözaltına alıp karakola götürmekten vazgeçmiştir. Yerine alandan uzaklaştırmak için gözaltı arabasına zorla bindirip gözaltı işlemi yapmadan hastane muayenesinden sonra para cezası kesip bırakmaya başlamıştır. İdari para cezalarına itiraz sürecinin uzun süreceğine güvenerek bu yasa dışı uygulamaya aylarca devam edilmiştir. Sulh Ceza Hakimliklerinde cezalar iptal edilmeye başlayınca da para cezasından vazgeçip direnişçileri İnsan Hakları Anıtı önünden sürükleyerek başka bir sokağa bırakmak yöntemine başvurulmuştur. Bu cezalara kesin cevap ancak 2021 yılında Anayasa Mahkemesi tarafından verilmiş ve “Anayasal eylemliliğe para cezası kesilemez” denilerek hak ihlali hukuken kabul edilmiştir.
DİRENİŞÇİLERE TUTUKLAMA KARARI:
2016’da oturma eylemi olarak başlayan Yüksel direnişi 2020 yılına kadar açlık grevi, gözaltılar, fiziksel saldırılar, TOMA ile su sıkma, kimyasal gazlarla müdahale, kadınların saçlarını kökünden koparma, elmacık kemiği dahil kırıklara yol açacak şiddette darp, yerde sürükleme, para cezaları dahil birçok süreçten geçti. Direnişçiler her şeye rağmen direnişten vazgeçmediler. İktidar medyası başından itibaren sürekli terör örgütü üyeleri şeklinde yalan haberler servis etmeleri için yönlendirildi. Aynı medyanın hedef göstermesiyle birkaç kez örgüt propagandası üzerinden siyasi şube tarafından gözaltına alınan direnişçiler ya takipsizlik kararlarıyla ya da beraat kararlarıyla suçlamalardan aklandılar. KHK ile ihraç edilmeden önce adli sicil kayıtları temiz olan direnişçilerin hala adli sicil kayıtları temizdir.
Bu baskılardan sonuç alamayan iktidar ve İçişleri Bakanı, 2020 yılında yönlendirdiği bir savcı marifetiyle tüm direnişçileri ev baskınları ve medyası tarafından servis edilen haberlerle DHKP-C operasyonu denilerek 13 Ağustos 2020 tarihinde gözaltına aldırdı. Gerekçe olarak “ısrarla ve yoğun eylem yapmak” gösterildi. 22 Ağustos 2020 günü de tüm direnişçiler tutuklandı. Gözaltı ve tutuklanma aşamaları muhalif basın tarafından da takip edildi ve haberleştirildi.
Gözaltı ve savcılık aşaması açık bir talimata işaret ediyordu. Kaçma ya da delil karartma şüphesi olmayan direnişçiler, tutuklamaya sevk edildiğinde mahkeme salonunu silahlı siyasi şube polisleri doldurdu, avukatların itirazlarıyla çıkartıldılar. Kapının önünde yığılıp hakimle göz göze gelmeye, ne dediğimizi duymaya çalışıyorlardı. Tutuklama kararı çıktığında kollukta bir rahatlama olduğu açıkça görülüyordu.
Mahmut Konuk, Acun Karadağ, Alev Şahin, Nazan Bozkurt, Mehmet Dersulu ve direnişe zaman zaman destek veren bir işçi Armağan Özbaş tutuklandı. Sincan Hapishanesi geçici koğuşlarındaki 1 aylık Covid karantina sürecinden sonra, Sincan Hapishanesine gideceklerini zanneden direnişçiler haber verilmeden farklı hapishanelere gönderildiler. Mahmut Konuk Adana Kürkçüler, Mehmet Dersulu Bolu, Nazan Bozkurt Gebze, Armağan Özbaş Kırıkkale, ihtimal ki Acun Karadağ kronik hastalıklarından dolayı Alev Şahin’le birlikte Kayseri Bünyan Hapishanesi’ne sevk edildiler. 1 yıla yakın tutsaklıktan sonra yani -halkın hafızasından KHK direnişlerini sildiklerine kanaat getirdikten sonra- tahliye edildiler.
Tahliye sonrası Mahmut Konuk iş yeri önü direnişine her hafta devam ediyor. Mehmet Dersulu Yüksel Caddesindeki direnişe halen devam ediyor. Acun Karadağ kronik hastalıklarına tutsaklıkta yenileri eklenince fiili direnişi bıraktı. Nazan Bozkurt da direnişe fiilen devam etmiyor. Alev Şahin tahliye sonrası verilen il dışı çıkış yasağı nedeniyle Düzce’ye gidemedi. Sonrasında yasak kalkmış olsa da annesinin yaşadığı hastalıklarla ilgilendiği için direnişe devam edemiyor.
MAHKEME SÜRECİ DEVAM EDİYOR!
KHK’lara karşı direnen Acun Karadağ, Alev Şahin, Nazan Bozkurt, Mehmet Dersulu, Mahmut Konuk, Cemal Yıldırım ve Selvi Polat’ın yargılandığı dava devam ediyor. Direnişçiler gözaltına alınma ve tutuklanma gerekçelerini boşa düşürdükten sonra kolluk mahkeme dosyasına direnişle alakası olmayan başka insanları da dahil etmiş uydurma deliller yaratarak, davayı “KHK’lara karşı işini ekmeğini isteyen, bunun için direnen emekçileri tutukladıkları” gerçeğinden “örgüt üyeliği” davasına dönüştürme çabasına girmiştir. Bu çabayı somutlamak adına da hazırlanmış isim listelerine imza attırılan sözde itirafçıları ve kaynağı belli olmayan sahte dijital materyalleri dosyaya eklemektedir. Örnek vermek gerekirse, delil olarak sunulan dijital ilk açıldığında “suç unsuru bulunmadığı” belirtilerek tutanak tutulmuş olsa da birkaç gün sonra tekrar açıldığında yüzlerce sayfa iddiaya dönüşüvermiştir. Direnenler işte böylesi sahte deliller yaratılarak yıllar sürecek cezalar ile yargılanıyor.
Mahkeme süreci devam ederken, tahliyesinden kısa bir süre sonra Alev Şahin’in polis olduklarını söyleyen kişilerce “sohbet edelim” adı altında kaçırılma girişimine uğramasına dair haberler basında yer aldı. Bu olay da gösteriyor ki çaresizlik içinde olanlar tutuklama ile yetinmeyip direnenler üzerinden topluma baskı ve korku yaymaya devam etmek istiyor.
Sizler de bilirsiniz ki gerekçeler ve deliller uydurma olabilir ancak farklı birçok davada gördüğümüz gibi talimat verilen davalarda sonuç hukuktan ve mahkeme heyetinin vicdanından çok iktidarın baskısına göre şekillenir. İktidarın baskısı da kamuoyu duyarlılığına göre…
MAHKEMEYE ÇAĞRI:
Bizler zorluklarla okuyarak mesleğini eline almış, sol ve sosyalist değerlere sahip, insan hak ve özgürlüklerini savunan, her koşulda tereddütsüz emekçiden yana tavır almış, adalet ve ekmek mücadelesi vermiş emekçileriz. Haliyle KHK ile kendimize ve beraberinde binlerce insana yapılmış hukuksuzluğa da sessiz kalamazdık, kalmadık. Direnmeyi seçtik. Ülkemiz ve dünya mücadele tarihinden öğrendiğimiz gibi sokakta halkla buluşarak direnmenin doğruluğuna inandık. Yaptığımız “işimizi ekmeğimizi istiyoruz” demekten başka bir şey değildi. Herhangi bir örgütten değil vicdanımızdan ve onurumuzdan aldığımız talimatla direnişe başladık ve devam ettik. İktidar bizleri kararlı ve yılmadan direndiğimiz, vazgeçmediğimiz, tüm korkutma ve sindirme hamlelerine boyun eğmediğimiz için cezalandırmak istiyor. Buna da izin vermemeye kararlıyız. Utanacak, gizleyecek hiçbir eylemimiz yoktur. Şeffafça direndik. Yerimiz yurdumuz bellidir. Direnişimizi her zaman videolarla kayıt altına aldık. Sosyal medyada yayınladık. Gazetelerle paylaştık. Onurlu basın mensuplarına, halka, emekçilere, halden anlayan politikacılara, aydın ve sanatçılara her zaman güvendik, güvenmeye devam edeceğiz.
Yargılanan emekçiler olarak sizlerden talebimiz 22 Kasım 2022 Salı günü saat 10:00’da Ankara 28 ACM’de görülecek davamıza katılmanız, müdahil olmanız, süreci takip etmeniz, sesimizi duyurmanız ve bizleri yalnız bırakmamanızdır. Dayanışmaya inancımız ve saygılarımızla…