Ulvi Yaman – Halil Duranay: Bir bibliyoman mısınız yoksa iyi bir okur musunuz? Bu e-postayı aldıysanız zaten sizi iyi bir okur olarak kabul etmişiz demektir 🙂 Bu iki kavramı nasıl tanımlarsınız?
Elif Çongur: İkisi de değilim sanırım. “Bibliyoman” olmak için ruhumda yer yok, “iyi bir okur” olmak için yerimde ruh yok çünkü. Şöyle yani: bibliyomaninin bir yanı, sahip olma, elle tutma, gözle görme filan gibi somut bir tutkuya dayanıyor gibi geliyor bana. Ben barbun tava dışında somut bir şeye tutkusu olan biri olmadım hiç. Yanlış anlama olmasın, tutkusuz biri hiç değilim, tam tersine coşku, duygu, sevmek mevmek dendi mi mübalağa sanatı benimle şahlanır. Abartılı, hatta marazlı, büyük büyük sevgileri olan bir yanım var. “Tüm zamanların en iyi…”, “Gelmiş geçmiş en büyük…”, “Dünyanın en güzel…” filan diye başlayan cümleleri çok severim, çok kurarım, çok yazarım mesela. Bu tür cümlelerdeki aşkı severim çünkü. Kendi aşkını bir başka terazide tartma ihtiyacı duymayan bu tavrı severim. Bir yandan iddialı, ama bir yandan da gizli öznesi “bence/benim için/bana göre” olan bu cümleleri pek severim. Ama işte benim bu şekilde kurduğum cümlelerin karşılığında somut şeyler olmuyor pek. Bir şiir olabiliyor, bir yazar olabiliyor, Fenerbahçe olabiliyor, bir an, bir anı, bir sızı filan olabiliyor. Arkadaşlarımı tutkuyla seviyorum mesela, Ankara’yı öyle, futbolu, sporu öyle. Yani hem somut şeylerle pek işim yok hem de ruhumda bibliyomani için yerim yok, yeterince hastalıklı sevgilerim var çünkü. İyi bir okur olmak için de yerinizin ruhunun geniş olması gerekiyor. Yeniliklere daha açık, daha sakin, daha geniş perspektifli biri olmanız gerekiyor. Bende o da yok. Ben kene gibi yapıştığım için sevdiğim şeylere, dönüp dönüp onları okuyup, onları dinlediğim, onları anlattığım için iyi bir okur olduğumu düşünmüyorum. Ben sevdiğim şeylerin iyi bir okuruyum. Çehov, zamanında: “Edebi eserler benim için ikiye ayrılır,” demiş. “Sevdiklerim ve sevmediklerim. Benim için başka kıstas yoktur.” Şimdi ben de kerterizi buradan alıyorum, mümkün mü benim iyi bir okur olmam?
Ulvi Yaman – Halil Duranay: Sahip olduğunuz kitaplar sizin için bir kitaplık mı yoksa bir kütüphane mi? Ayrımı nerede koyuyorsunuz? Yaklaşık kaç adet kitabınız var?
Elif Çongur: Kitaplık. Kütüphane sözcüğü benim için mekân tarif ediyor galiba. Eniştem Türker Acaroğlu, memleketin en önemli kütüphanecilerinden biriydi. Seksenlerin başında, Milli Kütüphane’nin düzenlenmesiyle ilgili bir görevle, bir süre Ankara’da bulunması gerekmişti. Teyzemle birlikte bizde kalmışlardı o süreçte. Sömestr tatiline denk gelmişti o günler. On yaşında filandım, Türker Enişte’nin peşine takılıp on beş gün mesai yapmıştım uçsuz bucaksız kitaplarla dolu depolarda, loş koridorlarda, yüksek tavanlı odalarda, dev çalışma salonlarında. Ben kütüphane diye Milli Kütüphane’yi biliyorum yani. Sonra ortaokul yıllarımda, dönem ödevi denen meseleyle karşılaştığımda hem kitap bulma, hem çalışma alanı olarak kütüphaneye gitmek girdi hayatıma. Bütün eğitim hayatım boyunca ve sonrasında da öyle gitti. Öyle kaydolmuş bana. Kütüphaneyi bir kamusal mekân olarak kaydetmişim. O yüzden benimki kitaplık. Başkasınınkine karışmam. Kaç kitabım var bilemiyorum. Öyle çok yok. Kitaplarımın, fakültedeki odamdaki kitaplığımda olanlardan uzağım artık mesela. İhraç olduğumuz gün hızlıca koliledik, koliler ihracın sıcağında gözüme batmasın, kutulara bakıp bakıp üzülmeyeyim diye kaldırıldı bir depoya götürüldü kondu o gün. Hâlâ soğumadı herhalde, düşmedim peşlerine.
Ulvi Yaman – Halil Duranay: Okumaya ve kitaplara ilginizi gerçek anlamda etkileyen biri ya da birileri oldu mu?
Elif Çongur: Ailenin kadınlarından çok etkilendim diyebilirim. En çok annemden. Soğan kavururken bile bir elinde kitap olurdu hep. Hem memleket hem dünya edebiyatına çok hâkimdi. Nazım Hikmet’in uzun uzun şiirlerini ezberden okurdu. Ondan etkilenmemek mümkün değildi. Teyzem ve ablam da ellerinden kitap düşmeyen insanlardı hep. Torbalarda kitap değişimi yaptıklarını hatırlıyorum çok küçük yaşlarımdan beri. Ama benim ilgimi esas tetikleyen Bahçelievler Ortaokulu’ndaki Türkçe öğretmenim Recep Türkelli oldu. Sert, asık suratlı, hatta öğrenciye şiddete meyilli bir adamdı. Ama bendeki fitili o ateşledi. Muzaffer İzgü’yle başladığı zorunlu okuma listeleri Aziz Nesin’den, Fakir Baykurt’tan, Sabahattin Ali’den, Yaşar Kemal’den geçerek şiire kadar uzandı. Benim edebiyatla, kitapla bağımı o kurdu diyebilirim rahatlıkla.
Ulvi Yaman – Halil Duranay: Her kitabın yolculuğu ilginçtir. Kütüphanenize geliş hikâyesi sizin açınızdan ilginç, enteresan bir kitabınız var mı?
Elif Çongur: Öyle büyük bir yolculuk hikâyesi olan bir kitabım yok sanıyorum.
Ulvi Yaman – Halil Duranay: Kitap alırken hangi kriterlere göre hareket ediyorsunuz? Konu mu, yazar mı, yayınevi mi, baskı kalitesi mi, çeviriyse çevirmenin ismi mi sizi o kitabı edinmeye yöneltir?
Elif Çongur: Bazen hepsi, bazen bazısı, bazen hiçbiri. Akademik çalışmalar için konu elbette belirleyici olabiliyor. Yazar, zaten bir kitabın başlı başına alınma sebebidir. Yayınevinin titizliği çok önemli olabiliyor, hem baskı kalitesi hem çevirmen filan açısından. Çevirmen de bazen tek başına benim kitap alma sebebim olabiliyor. Üniversiten ihracımdan sonra yedi yıl editörlük yaparak hayatımı kazandım. Benim için bir tür lanet gibi. Zira tiyatro akademisyeniydim; günüm tiyatro metinleri okumak/anlatmak/çözümlemek, öğrencilerin çalıştıkları parçaları izlemek, tiyatro üzerine konuşmakla geçerdi. O zamanlar, kendim için koşa koşa tiyatroya gittiğim, sadece istediğim oyunları izlemeye vakit ayırdığım zamanlar kısıtlı olurdu hep. Editörlük yılları da kitap okumak/kitap almak ilişkimde benzer bir süreç tarif etti. Bütün gün editör olarak yüzlerce sayfa üzerine çalıştıktan sonra kendim için okumaya zaman ayırmak, kendim için yeni kitaplar almak, bir heyecanla okumaya başlamak gibi şeyler biraz sekteye uğradı. Şimdi yeniden düzene giriyor bu işler.
Ulvi Yaman – Halil Duranay: Kıskandığınız kütüphaneler var mı? Kimlerin? Kütüphanenizde olmayan ama bir gün mutlaka olsun istediğiniz kitaplar var mı?
Elif Çongur: Bu üzerine hiç düşünmediğim bir şey ama yok sanıyorum kıskandığım bir kitaplık. Allah isteyen herkese versin. Valla o da yok. Kitaplığımda olmaları şart değil, varlıkları yetiyor.
Ulvi Yaman – Halil Duranay: Görüp, duyup, ziyaret edip imrendiğiniz kütüphaneler var mı? En etkileyici bulduğunuz kütüphaneler kimlerin?
Elif Çongur: Bakınız yukarıdaki sorunun yukarıdaki cevabı 🙂
Ulvi Yaman – Halil Duranay: Henüz kütüphanenizde olmayan ve belki hiçbir zaman olamayacak ama bir gün mutlaka olsun diye hayalini kurduğunuz kitaplar var mı?
Elif Çongur: Yoooooook.
Ulvi Yaman – Halil Duranay: Elbette her kitap değerlidir ama kütüphanenizde “yangında ilk kurtarılacak kitaplar” hangileri? Neden?
Elif Çongur: Doktora tezimi yazarken hocam Nurhan Karadağ’ın evinden bir valizle getirdiği kitaplar. Tamamı Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında yazılmış, Halkevleri’nin, CHP’nin bastığı tiyatro metinlerini kurtarırım yangın çıksa. Nedeni çok açık bence.
Ulvi Yaman – Halil Duranay: Arzu nesnesi olarak baktığınız kitaplarınız hangileri?
Elif Çongur: Atilla Atalay kitapları.
Ulvi Yaman – Halil Duranay: Kitap verme konusunda cömert biri misiniz? Zaman zaman kütüphanenizi hafifletmek için ayıklama yapıyor musunuz? Kriterleriniz neler?
Elif Çongur: Kitap verme konusunda pek sıkıntılı biri değilim. Veririm ama isterim de geri. Kitaplığımı hafifletmeye pek ihtiyaç kalmıyor Serhat Köroğlu adlı bibliyomanın aşırdıklarıyla yeterince ayıklanıyor.
Ulvi Yaman – Halil Duranay: Hiç kitap çaldınız mı?
Elif Çongur: Yok, hayır çalmadım.
Ulvi Yaman – Halil Duranay: Kitaplarınızı hangi dizine göre yerleştiriyorsunuz? Yayınevi? Yazar? Konu vb.
Elif Çongur: Tematik dizilidir kitaplarım. Konu/bağlam gibi.
Ulvi Yaman – Halil Duranay: Siz göçtükten sonra kütüphaneniz için şimdiden hazırladığınız bir plan var mı?
Elif Çongur: Oğlum kitaplarımızın kıymetini bilir diye düşünüyorum. “Aşkım kuruyemişçiler bunlara iyi para verir, sayfaları yırtıp külah yapıyorlar, satalım noolur aşkım” diyen bir gelinim olmaz inşalla.
Ulvi Yaman – Halil Duranay: Kitap okuma ritüelleriniz var mıdır? Her yerde okurum, akşamları okurum, okurken müzik dinlerim vb.
Elif Çongur: Yok yok her yerde her saatte her koşulda okurum. Bunu da DTCF Tiyatro Bölümü’nde öğrendim. Turgut Özakman “Hiçbir zaman ceviz bir masada oturarak, derin bir sessizlikte kitap okuma, karlı bir dağ manzarasına karşı yazma şansınız olmayacak, bunu kafanıza böylece sokun” demişti. Bütün sınavlarımızı da sınıfın kapısı açık, yüzlerce öğrencinin gürültüsünün arasında, kendisini ziyaret etmeye gelenlerle yüksek sesle sohbet ederek yapardı. Sevda Şener de her zaman akşam yemeği masasını toplayıp, ailenin akşam gürültüsünün arasında çalıştığını anlatırdı. Ben de doktora tezimi fakültedeki odamda yazdım mesela. Eve tek gün, tek satır taşımadım. Odam sürekli olarak onlarca öğrencinin girip çıktığı, soru sorduğu, hocaların gelip sohbet ettiği kalabalık gürültülü trafikli bir yerdi. Yazılarımı da öyle yazıyorum. Editöryel çalışmalarımı da herhangi bir sessiz ortam aramadan yaptım.
Ulvi Yaman – Halil Duranay: Kitap okurken altını çizer veya sayfa kenarlarına not alır mısınız? Kartoteks kullanır veya bir deftere not alır mısınız?
Elif Çongur: Makale için filan okuyorsam, nadiren kurşun kalemle çizdiğim olur. Daha çok defterlere not alırım uzun uzun.
Ulvi Yaman – Halil Duranay: Kitap okurken kaldığınız yeri işaretlemek için ayraç mı kullanırsınız yoksa sayfa ucunu katlar mısınız?
Elif Çongur: Şiir kitaplarının ucunu katlarım. Yeniden bakmak istediğimde derhal bulabileyim diye. Kriz gibi gelir ya o şiiri yeniden okuma isteği. Diğer kitaplar için ayraç kullandığım olur ama genelde aklımda tutarım ya da aklımda kalır nerede kaldığım.
Ulvi Yaman – Halil Duranay: Kitabın size ait olduğunu gösteren özel işaretler, belirticiler kullanır mısınız? Size özel bir Exlibris’iniz var mı?
Elif Çongur: Tarih atarım muhakkak, kitabı aldığım şehri yazarım, imza atarım. Maradona mühürüm var.
Ulvi Yaman – Halil Duranay: Kütüphanenizde kitap dışında sizin için özel bir anlam taşıyan obje veya objeler var mı? Neler ve neden?
Elif Çongur: Fotoğraf çerçeveleri var. Oğlumun ve yeğenimin oyuncakları var. Fakülteden ayrılırken aldığım Toplantı Vardır Girilemez tabelası var. Neden mi? Seviyorum çünkü.