Ne çok ve ne güzel direniyorlar, değil mi? İşçiler tulumlarıyla, baretleriyle, önlükleriyle direnip umutsuzlara umut oluyorlar. CarrefourSA Depo İşçilerinin ara zam talepli direnişini duymayan kalmamıştır diye düşünüyorum. Röportajımızın başladığı gün itibariyle çeşitli eylem ve propaganda yöntemleriyle taleplerini dile getiriyorlardı ki 28 Ağustos 2024’te zafer haberlerini aldık. Direndiler, kazandılar. Seslerini Sabancı’nın duyduğunu da işçileri gözaltına alan polislerle gönderdikleri “selam”dan biliyor tüm kamuoyu.
Sohbetimizin ilerleyen aşamalarında buralara tekrar ve detaylı olarak geleceğim ancak öncelikle depo işçilerinin örgütlü gücü DGD-SEN’i tanımak ve tanıtmak istiyorum.
Sendikanın Başkanı Neslihan Acar ile direnişlerinin yoğun bir döneminde iletişim kurdum. Gecesi gündüzü mücadele alanlarında geçen bir sendikacı kendisi. Hem de öyle yaldızlı makamlardan mevkilerden gelenlerden, işçilerle fotoğraf çektirip bir iki kelam edip gidenlerden hiç değil. Bizzat mücadelenin merkezinde, üyeleriyle omuz omuza, yan yana olanlardan.
Ateşi ve İhaneti Gördük!
Alev Şahin; Sizi ve mücadelenizi yıllardır takip ediyorum. Ülkemizde işçi sınıfının mücadele tarihine önemli pratikler armağan ettiğinizi düşünüyorum. Hele ki işçi sınıfına önderlik etme gücü ve iradesini kaybetmiş, pek çoğunun sarıya büründüğü bir sendikal anlayışının varlığı bile sorgulanmazken. 2024 1 Mayıs’ına kitleleri davet edip sonra bırakıp gitmeleri sanırım hiç akıllardan çıkmayacak. Sevgili Neşe Özgen Hoca, Nazım Hikmet’in dizeleriyle yorumlamıştı o teslimiyeti; “ateşi ve ihaneti gördük” notuyla.
DGD-Sen ise Genel Başkanıyla, yöneticileriyle, üyeleriyle sokakta, direnişte. Hak gasplarının en yoğun yaşandığı dönemde, bence olması gereken yerde. Ne zaman, nasıl, hangi koşullarda kuruldu DGD-SEN?
Neslihan Acar: DGD-SEN, 2013 yılında depo işçileri tarafından kurulan ve yönetilen, kurulduğu günden beri de üç genel kurul geçiren bir sendikadır. Bizler, sendikamız kurulmadan önce de depo işçiliği yapan insanlardık. 2009 yılında Migros, Yöntem Kozmetik ve Hedef Gıda gibi çeşitli depolarda taşeron çalışmaya ve depolar içerisinde yaşanan hak ihlallerine karşı komiteler halinde yan yana gelmeye başladık. O dönem iş kolu daraltılmamıştı. Depo ile liman ayrı iş kolları olarak geçiyordu. Bizim iş kolumuzda olan Liman-iş Sendikası’na, Depo Komiteleri ile giderek sendikaya üye olmak istedik. Aldığımız cevap ‘Biz taşeron işçi örgütlemiyoruz.’ oldu. Depo işçilerinin ısrarı sonucunda da “%50+1’i sağlayın gelin.” cevabını aldık.
2000’lerin başında aslında tüm iş kollarında sendikalar, taşeron işçileri üye yapmamak ve taşeron sistemi ile kavga etmemek üzere konum almıştı. Liman-İş Sendikasının üyelikleri almamak üzere yaptığı tüm basınca rağmen depolarda örgütlenmemizi genişleterek taşeron sisteme karşı mücadele hattı örmeye başladık.
Migros Depoda çalışan 60’a yakın işçi işten atıldı. Migros’ta o dönem 3 farklı taşeron vardı. Liman-İş, üyelikleri yapmadığı gibi işten atılmalara neden oldu. İçeride MBM adında taşeron şirket vardı. Hala Migros depolarında var. Patronu Mehmet Emin Meriç, Tezkoop-İş Genel Merkez yöneticiliği yapmıştır. Yine o dönem Tezkoop-İş Genel Başkanı Gürsel Doğru ’dur ve kendisi bugün CarrefourSA direnişinde karşımıza çıkan DGR taşeron şirketinin sahibidir. Yine o dönem Liman-İş Sendikası Genel Başkanı Muzeffer Akpınar, bizim üyeliklerimizi kabul etmeyen, işten atılmamıza neden olan kişidir.
Liman-İş Sendikası Türk-İş’e bağlıydı. Tezkoop-İş’le aynı konfederasyona bağlı olması dolayısıyla Gürsel Doğru’nun basıncı ile üyelikler yapılmamış oldu. Gürsel Doğru’nun “Taşeronlarla uğraşılmaz, boş ver.” dediğini Liman-İş Başkanı doğruladı ve akabinde işten atıldık. Davalar açıldı. İşe iade davasını kazandık. O günden sonra depo işçileri ile görüşmelerimiz hızlandı. Çok fazla işçi bizi aramaya başladı. Komiteler, sendika organları gibi çalışmaya başlamıştı. Yan yana geldiğimiz ve sorumluluk alan işçilerle, sendikal hareketin geldiği durum ve taşeron işçilerin güvenceli çalışmasını tartıştığımız seri toplantılar yapmaya başladık. Bağımsız sendika kurma fikri bu toplantılarda gelişerek olgunlaştı.
DGD-SEN, sarı sendikacılık pratiklerinin eleştirisi ve sınıf ihanetine karşı fiili, meşru ve depo işçilerinin patronlar ve saldırılar karşısında militan mücadelesini örgütleyen bir çizginin altını her gün kalınlaştırarak mücadele eden bir sendika haline geldi. 16 No’lu iş kolunda kurulmamıza rağmen DGD-SEN olduğu havzalarda tüm iş kollarının örgütlenmesi, komite konsey ve işçi meclislerinin kurulmasını önemseyerek iş kolu sendikacılığını reddetmektedir. Yine bulunduğumuz havzalarda mahallerdeki ve iş yerlerindeki hak gasplarına karşı fiili mücadeleler örgütlemektedir. DGD-SEN tüm örgütlenmelerini komiteler üzerinden kurmaktadır. DGD-SEN sarı, uzlaşmacı sendikacılığa, uluslararası tekellere, patron örgütlerine ve havzalardaki oligarşik yapılara tam entegre olmuş sendikal pratiklerin karşında konum alarak kurulmuş bir sendikadır.
Bugün güvencesiz, örgütsüz, yoğun yoksullaştırma ve proleterleştirme saldırıları altındayız. 400’e yakın OSB özel şirketlere ayrılmış. Hatırladığım kadarıyla 38 endüstri bölgesi, devasa lojistik üslerinin kurulduğu ve şehrin en uç noktalarında her gün mantar gibi biten lojistik havzaları, yine memleketin her karış toprağının maden sahası ilan edildiği Anadolu’da bir küresel fabrika inşa edildi. Tüm Anadolu işçileşirken, ücretler 17-18-19 bin bandına çekildi. Milyonlarca işçi için asgari ücret medyan ücret haline getirildi. Bugün 4 asgari ücret olan MESS sözleşmesi imzalayan metal işçilerinin ücretleri bir buçuk ücret düzeyine indirilmiştir. Tüm bunlar yaşanırken devlet de kendi konumunu ve yasaları buradaki dönüşümü destekleyecek şekilde konumlandırdı. Sendikal hakları güvenceye alan 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmeleri Kanunu, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu gibi mücadele edenleri doğrudan ilgilendiren yasalar, bizleri mücadelenin dışına itecek şekilde kadükleştirildi. Sendikal hareket de bu dönüşümle yasalcılığa hapsedildi. Bizler Sendikalar Yasası’na uyarak örgütlenmeye çalıştığımızda, olduğumuz pozisyonu dahi koruyamayacak geriliklere itilir hale geldik.
“İtirazımız Var!”
Bugün çoğu iş kolunda kurulan bağımsız sendikalara baktığımızda fiili meşru mücadeleyi politik olarak tercih etmesinin nedenleri var. Bu memlekete dair derdimiz ve konfederasyonların, sendikaların hapsedildiği uzlaşmacı çizgiye olan itirazımız var. Sendikalar işçilerin kavga örgütüdür ve kendilerini temsil ettiği, organize ettiği örgütlerdir. İşçileri sermaye ile uzlaştırmak için kurulmamıştır. İşçi sınıfının mücadelesi içerisinden çıkmış örgütlerdir. Bugün geldiği noktada salt ekonomik örgüt halini almış olsa da işçilerin bugün en geri haklara sahip olduğu hatta her gün saldırıya uğradığı koşullarda bir kavga örgütü olarak tasarlanmaya daha fazla ihtiyaç duymaktadır. Bugün konfederasyonlar ve bağlı sendikaları (birkaç sendika dışında) sermaye örgütleri ile iş birliği içerisinde işçileri denetlemek, yönetmek ve tüm bu saldırılara karşı sınıfın zihnini bulandırarak biçimlendirmek üzere varlık göstermektedir. 1 Mayıs’ta yaşadığımız tablo da bu organizasyonun dışında değildir. CHP güdümünde, sosyalistlerden ve işçilerden yalıtık bir 1 Mayıs organize ediliyor yıllardır. Bizim gibi mücadele eden, sendikaların yozlaşmış, sınıf ihaneti ile yıllar önce yüzleşmiş sendikalar açısından bir hayal kırıklığı yaratmamıştır bu durum. Zira geldiği öz itibariyle DİSK böyle konum almak zorundadır. Bu anlamıyla şaşkınlığa, hayal kırıklığına uğrayanları bizler de şaşkınlıkla izlemekteyiz.
“Yenilgi Döneminden Geçiyoruz.”
Dünya üç milyar işçi kitlesi ile baş başa. Bu tablo sadece Türkiye’ye özgü değil. Yenilgi döneminden geçiyoruz ve ne yaşıyorsak küresel çapta yaşıyoruz. Bu anlamıyla da dünyanın her yerinde bugünün mücadele ve örgütlenme pratiklerine dair zengin birikimler oluşuyor. Anlık takip etme imkânı ve işçi sınıfının enternasyonal mücadele hattının kurulması olanaklarını artıran pozitif durumlar da var. Bizim kendi özelimizde de Amazon, Trendyol, Migros ve CarreefourSA gibi uluslararası tekellerin ya da tekelleşen şirketlerin karşısında uluslararası örgütlenme çabası ile hareket ediyoruz. Bugün birbirimizden öğrendiğimiz, sıfırdan deneyimlemek zorunda kalmadığımız şu an cılız da olsa güçlü, birleşik mücadelenin zeminlerini konuşabiliyoruz. Yine dünyanın her yerindeki liman sendikaları ile dayanışma içerisinde, diğer ülkelerde yaşanan özgül sorunlara birlikte müdahale etme olanaklarını yakalama şansımız var. Biz bunları deneyimleyip olanaklarımız dahilinde geliştirmeye çalışıyoruz.
“Koşulsuz Direnme Sözümüz Bakidir.”
DGD-SEN kuruluşunda memleketin hangi köşesinde olursa olsun direnmek isteyen ve hak gaspına uğrayan bir işçi dahi varsa yanında koşulsuz direneceğinin sözü ile yola çıkmıştır, bu söz bakidir ve bu söze sadık konum alıyoruz. Çünkü işçilerin hangi bölüğüne denk gelsek sendikaların itibarsız olduğu, sendika karşıtı propagandanın yaygın içselleştirildiği ve işçilerin kendisinin, ailesinin veya yakınlarının sarı sendikalar tarafından satıldığı, işçilerin ortada bırakıldığı anlatılıyor. Sendikalar bir holding gibi tarifleniyor.
Aslında iç içe geçmiş çok fazla sorunla da mücadele etmek zorunda kalıyoruz. Bugün DGD-SEN’in yürüttüğü örgütlenme ve işgallerin güven ilişkisi de yıllarca işçilerle yürüdüğümüz yolun getirdiği güven ilişkisi ile mümkün oluyor. Benim tüm deneyimlerimden öğrendiğim; işçileri öncüsü satmaz, öncü eğilip bükülmezse -özellikle son dönemlerde- işçilerin bir adım dahi geri durmadan direneceği yönünde. Bu sebeple de sağından soluna olduğumuz tüm havzalarda devletin çok ciddi, direnişi söküp atmaya dönük saldırılarına uğruyoruz. Çoğu zaman çizgimiz ve örgütlenme tarzımız takdir edilse de yalnız bırakılıyoruz.
Sorunuza dönecek olursam tekrar DGD-SEN’in başkanı ile sokakta kavgada olması, salt başkanının mücadeleci olması ile ilgili değil yukarıda bahsettiğimiz ilişki ağlarına karşı ilkelerinden milim sapmadan, işçilerin gerçek denetiminde olan sendika olması dolayısıyladır.
CarrefourSA Direnişi
Alev Şahin: Mücadele pratiğinizin fiili-meşru bir hat üzerinde ilerlediğini ve hakkını alana kadar da tabiri caizse vites yükselten eylemliliklerle sürdüğünü, en son CerreforSA Depo Direnişinizde bir kez daha görmüş oldum. Bir kez daha diyorum çünkü Migros ve Trendyol Direnişlerinizi de yakın geçmişten hatırlıyorum. Sadece direnme gücünüz ve azminiz değil yaşatılan zulüm de hafızamdan silinmiyor.
Depo işçileri kazandı ama ben Sabancı’dan geldiğini söylenen “selam” meselesinde kaldım mesela. İşçilere yapılan o gözaltı görüntülerindeki şiddette kaldım. Sizden bir kez de okuyucularımız için direnişinizi anlatmanızı isteyeceğim. Sadece benim hafızama güvenerek değil birinci ağızdan yani sizin direniş hafızanızdan devam edelim sohbetimize. CarrefourSA Direnişi nasıl başladı, neler yaşandı o süreçte?
Neslihan Acar; CarrefourSA Depo İşçileri ile pandemide tanışmıştık. Tüm sendikalar, pandemi önlemlerini gerekçe göstererek evlere kapandığında işçiler depolarda, fabrikalardaki iş yerlerinde patronlarla ve virüsle baş başa kalmıştı. Bizim yürüttüğümüz Migros Direnişi ile depo işçilerinin dikkati de bizim üzerimizde yoğunlaşmıştı. Bu koşullarda işçilerle tanışıklığımız başlamış oldu.
O dönemde CarrefourSA’da işyeri temsilcisi olan Murat Polat, pandemi önlemleri ve işten atma yasağı biter bitmez Tezkoop-İş Sendikası tarafından temsilcilikten alındı ve işten atıldı. Sonrasında hem CarrefourSA hem de Tezkoop-İş Sendikası’na karşı depo önünde 32 gün süren bir direnişimiz oldu. Depo içerisinde iki adet taşeron şirket vardı ve iki yüz elliye yakın işçi bu taşeronlarda çalışıyordu. Direnişe başladığımızda dört ayrı işkolu olduğu için DGD-SEN’e doğrudan üyelikleri yapamasak da sorunların ve yaşanan hak ihlallerinin giderilmesine dair somut hamleler yapabilmek ve işçileri bu bölünmüşlükten kurtarabilmek için hızlıca depo komitesini ve meclisini oluşturduk. Biz kapıda, işçiler içeride iken örgütlenme bir ay gibi kısa zamanda tamamlanmış oldu. Sonrasında onuru kırılan, aşağılanan ve çokça ırkçı saldırıya uğrayan depo işçilerinin hak mücadelesine başladık. Bu greve gelene kadarki süreçte beş defa, değişik zamanlarda iş bırakma eylemi yaptık ve hepsini de kazandık. CarrefourSA Depo İşçileri Birliği ile mücadele etme ve kazanma bilinci böyle oluşmuş oldu.
“Kazanmak için işçilerle yoldaşlık şarttır.”
En son yaptığımız 17 gün süren grev, ücret zammı talebinin yanı sıra depo yönetiminin işçilerin psikolojisini bozan mobbingine, aşağılama ve işten atma tehditlerine karşı gelişmiş oldu. Yaklaşık bir ay Depo Komitesi bu sorunların çözümüne dair görüşmeler yürüttü. İçeride uyarıcı eylemlerde bulundu. Depo yönetiminin bu taleplere en son cevabı 6 işçiyi işten atmak oldu. Sonrasında 17 gün boyunca öncüsüne ve taleplerine sahip çıkan, kazanmadan dönmeyen, kesintisiz ve tavizsiz bir direniş örgütlenmiş oldu. Taşeronlar depolardan gönderildi ve yaklaşık dokuz bin işçiye zam yapıldı. CarrefourSA’nın tüm depolarında işçilerin iradesi tanınmış oldu.
Biz yürüttüğümüz tüm örgütlenme çalışmalarında komite ve meclis örgütlenmesini önemseriz ve bunu gerçek anlamıyla işçilerden oluşacak şekilde kurar, eğitimlere başlarız. Yürüttüğümüz sendikal pratiğe uygun eğitimler ile mücadele tarzının içselleştirilmesi direnişe çıkmadan önce önceliğimizdir. Çünkü DGD-SEN gibi bağımsız, mücadeleci ve militan sendikaların olanakları dar ve daha da önemlisi dışarıdan (devlet, yerel oligarşi ve sermaye) gelecek saldırıların çok yoğun olacağını öngörmemizdir.
İşçilerle bu saldırıları göğüsleyerek mücadeleyi kesintisiz olarak sürdürmemiz Migros ve CarrefourSA‘daki kazanımı getiriyor. Kazanmak için işçilerle yoldaşlık şarttır. Çokça direniş yaptık ama kamuoyunun bildiği Migros ve CarrefourSA direnişleri bu yoldaşlaşmanın ürünüdür. Aksi halde 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmeleri Kanunu gibi işçiyi sendikasızlaştıran, toplu iş sözleşmesi yapmak isteyen sendikaları da patronlarla yakınlaştırmak zorunda bırakan bir kanununa uygunluk beklemek, depo işçilerine bu rezil şartlara on yıl katlanın demektir. Yasa, tamamıyla mücadeleci sendikaları süreç dışına atmak için kurgulanmıştır. Bu anlamıyla da iş kolu ve TİS sendikacılığı dışında hareket etmek zorundayız.
Tüm örgütlenmemizi ve eylemlerimizi de dışında kalmak üzere planladık. Elli yıldır sistematik olarak kaybeden işçilerin kazanımla dönmesi ve toplamda işçilere seslenerek direnişe taraf yapması bizim önceliğimizdir. Direnişe çıkar çıkmaz tüm propaganda ve eylem tarzımızı emekçi milyonları direnişin tarafı kılmak, direnmenin meşru, olağan hayatın bir parçası olduğunu anlatmak üzere inşa ediyoruz. Herkes samimiyetle inanmalıdır ki tüm süreçleri de direnişe taraf olan her kesimle açık şekilde paylaşıyoruz. Çünkü direnişlerin öğretici tarafları olduğunu düşünüyorum. Bu meram ve sorumlulukla hareket edince direniş, salt o iş yeri özelinde olmaktan çıkıyor ve kamuoyunca sahiplenilip birçok direnişe göre daha güçlü bir dayanışması örülüyor. Kazanımı getiren ve bizim tavizsiz direnmemizi sağlayan da budur. Açıkçası bizim CarrefourSA Direnişine başlarken kasamızda yedi yüz lira, kapıda da üç yüz işçi vardı. Yine Migros Direnişine de sırtımızı halka dönerek çıktık. Sağ olsunlar şimdiye kadar da olanaksızlıklar yüzünden tek bir direnişimiz kırılmamıştır. Herkese bu vesileyle de teşekkür ediyorum.
“Bizim sizden başka kimsemiz yok!”
Alev Şahin; Direnişiniz sürecinde beni sarsan bir cümleniz vardı ki hala kulaklarımla çınlar durur. 6 işçi arkadaşınız gözaltında iken sizin dayanışma çağrısı videonuza denk gelmiştim. Diyordunuz ki; “Bizim sizden başka kimsemiz yok!” Bu cümleyi size kurduran duyguyu o kadar iyi tanıyorum ki. İşimi Geri İstiyorum talebiyle direnirken iktidarın saldırıları sonrası halkın beni şefkatle sarıp sarmalaması, evini, ocağını, sofrasını paylaşması bana da böyle hissettiriyordu. Ancak belirtmem gerekir ki, onların da benden başka kimsesi yok gibiydi. Biraz açarsam; dertlerini dinleyen, sorunlarını çözmek için didinen, hayatlarına kardeşçe dokunan ve onların yapamadığını yaparak iktidara kafa tutan birinden başka kimseleri yok gibiydi. Yani karşılıklı bir duygudaşlıktı bizimkisi. Direnen sendika üyeleriniz için de aynı yakınlığı hissediyorum; bizim de sizden yani direnen işçilerden başka kimsemiz yok. Siz nasıl görüyorsunuz bu ilişkiyi? Direnenin en güçlü motivasyonlarından biri de bu dayanışma duygusu değil mi?
Neslihan Acar; Aslında röportajın başından beridir anlattığım nedenler ve ilişkiler kurduruyor bu cümleleri ve hayatın içinde karşılığı olan çağrıların hepsini. Ben yaklaşık 28 yıllık işçiyim, çokça direniş gördüm, örgütledim. Binlerce işçiyi dinledim. Anlatılarımızın ve taleplerimizin hepsi ortak. Aynı şeye kızıyoruz, aynı şeyle umutlanıp gülüyoruz.
CarrefourSA Direnişinde de talep “geçinemiyoruz” idi. Milyonlarca emekçi de geçinemiyor. İnsanların bazen sabah işe gidecek parası, eve bırakacağı harçlığı yok. Kirası, faturası gibi daha önce ucu ucuna ödeyebildiği şeyleri dahi ödeyemez hale geldiği bir ortamda her gün televizyonlarda, billboardlarda, radyolarda oy verdiği-vermediği partinin bakanından, vekilinden hakaret üstüne hakaret yiyor, aşağılanıyor. Ben, bu durumu herkesin gördüğünü, bildiğini ve altında ezildiğini düşünüyorum. Ama karşılarındaki ağlar, sermaye-devlet birliği, yerellerde karşısında konumlanan partiler, sendikalar o kadar güçlü durumda ki bireysel olarak bırakın baş kaldırmayı ancak içinden söylenebiliyor. Yanında-yöresinde tutunabileceği bir güç göremediğinde kafasını kaldıramıyor. Ama her şeyi, herkesi iyi izliyor. Bu ağlar, bir anda yoksul bir köylüden müteahhit ya da işçiden taşeron şirket sahibi çıkartabiliyor. Yıllardır bunu deneyimliyor Anadolu insanı. Kendi iç dayanışma ağları yok edilmiş, hafızasızlaştırılmak için çok ciddi saldırılar altında, birbirleri ile güven ilişkileri kırılmış bir yalnızlık içerisinde debeleniyor.
Partisinden, muhtarlıktan, belediyeden, köy derneğinden, sendikalarından vb. tüm temsiliyetlerden hatta yurttaşlıktan dahi atılmış durumda ama aynı halk gördüğü ufak bir umuda tutunarak kendini ayakta tutmaya çalışabiliyor. Bir işçi, köylü ya da herhangi bir hak mücadelesi olduğunda umutla oraya tutunduğuna çokça şahit oldum. Örneğin şu an Soma’da Fernas Madencilik önünde direnen maden işçileri etrafında, yine Çatalca’da direnen Polonez işçilerinin yanında aynı duygudaşlıkla duruyorlar. Gitmese de fiziken orada olamasa da işçilerin kazanması yönünde yoğun bir duygu hissettiğini biliyorum. Çünkü başka çıkar yolu yok.
“Biz ne selamlar gördük!”
Sermaye kendi çıkarını ne kadar kollarsa işçi de o kadar kollar. Biz tüm direnişlerimizde bu sebeple işçilere sesleniriz. Sesimizin yoksul milyonlar tarafından duyulduğunu, duyulmuyorsa da tüm eylemi duyuracak şekilde planlarız. Bu nedenledir ki tüm direnişlerimiz geniş kesimler tarafından sahiplenilmektedir. Bizim bizden başka kimsemiz olmadığı hakikati bu topraklarda vardır ve her gün bu halk bu hakikatle yaşar. Gerçeği en yalın hali ile anlattığınızda, sorunun özneleri tarafından anlatıldığında o duygudaşlığın hızlıca kurulabildiğini çok kez deneyimledim. Bizim halkımız sahici olanı bilir, sever. Emeğini ve olanağını da buraya akıtmaktan çekinmez. Ben her direnişte koca bir halkla birlikte direndiğimi bilmenin ferahlığı ve özgüveni ile direniyorum. Bizim özelimizde de DGD-SEN temsil edilmeyenlerin temsil edildiği bir sendika. Kadın, genç ve işçilerin yönetip eyleyebildiği bir sendika. Bu anlamda da bir karşılığı olduğunu düşünüyorum.
Alev Şahin; Bahsettiğiniz dayanışmanın bir diğer yanı ise direnişlerle başlayıp bitmemesinde saklı bence ya da sırrı bitmemesinde saklı sanki. Belki de inceliği de tam olarak burada. Örneğin;Trendyol uygulamasını o gün bana sildiren sizin boykot talebinizdi. Hala da kullanmıyorum. CarrefourSa Direnişiniz ise bir daha asla alışveriş yapmayacaklarım listeme bir yenisini daha ekledi. Polisin “Sabancı’nın selamını getirdik.” diyerek orantısız güç kullandığı, ters kelepçe işkencesi ile direnen işçileri gözaltına aldığı görüntülerden sonra başka türlüsü de benim için mümkün değil.
O selamla birlikte gelen şiddete karşı kamuoyunun tepkisi, sizlerin arkadaşlarınızı sahiplenmeniz ile gözaltılar o akşam geç saatlerde serbest bırakıldı. Kısa bir süre sonra ise ara zam talebinizin kabul edildiğini ve işçilerin kadro hakkını da kazandığını sizin açıklamanızdan öğrenmiş olduk. Sizler kazanınca hepimiz kazanmış gibi olduk. Tarifi kolay kolay yapılamayacak bir birliktelik bu. Sermayenin selamına karşı bir adım geri atmadan direnmeye devam etmeniz ve halkın yükselen dayanışması ile verdiği cevap hepimize bu zaferi armağan etti sanırım. Direnen işçilerin dost selamını bizler böylece almış olduk. Röportajımızın sonuna gelirken DGD-SEN’in başkanı olarak Neslihan Acar’a sormak isterim; sizin de bir selamınız var mı?
Neslihan Acar; Biz bu selamlara alışığız. Daha önce de çok aldık. Mafyası ile gönderen de oldu. Biz her direniş öncesi işçilerle her şeyi açık açık konuşuruz. Biz kime karşı direniyoruz? Direnirken ne türden şiddetler yaşayacağız? Hatta bizim dışımızdaki işçilere karşı sorumluluğumuza kadar her şeyi konuşuruz. Şimdi çekinen, korkan ve geri çekilmek isteyen var mı diye sorarız. Olursa da durumunu anlarız. Sonrasında da birbirimize söz vererek kalkarız o toplantıdan. Sonrasını da birlikte planlarız.
Direnişlerde sosyal medya ekibinden, lojistiğe kadar işçi arkadaşlarla birlikte yapıyoruz. Bu sebeple de direnişin her bir öznesi direnişin gerçek anlamda sahibi oluyor. Aksi halde direnişlerin bu yoğun şiddet ve saldırılar altında kırılmadan devam edebilmesi çok zor oluyor. Zeytinburnu‘nda AVM çıkışı aldığımız selam da daha önceki selamlardan çok farklı değildi bizim için. Bir işçi arkadaşımız dahi geri durmadan hem emniyet hem de depo önüne geldiler. Yine sosyal medyadan on binlerce insan şiddetin karşısında bizim yanımızda tavır aldı, dayanışmada bulundu, güçlendirici oldu. Çok kıymetliydi. Bu güçlü ve kararlı dayanışma kazanımı getirdi. Sabancı o gün bize örgütlü gücü ile selam gönderdi, biz de bu selamı karşılıksız bırakmayarak örgütlü birliğimizle işçi temsilcilerinin iradesini tanıtıp birlikte kazanarak geri göndermiş olduk.
Ben hayatım boyunca kendi sınıfımın selamını alıp verdim. Gönderirlerse de birbirlerine ilettim. Bizimle birlikte direnen, maaşını alır almaz arayıp soran, sosyal medyada paylaşan, AVM’lerde ve meydanlarda sesimizi duyuran tüm dostlara selam olsun. Gerçekten de birlikte direndik, birlikte kazandık.