Bazı otomobiller vardır, zamandan, teknolojiden bağımsız olarak, tasarımı, çizgisi, duruşu, kaslı ve güven veren yapısı ile minimalist çizgilerine rağmen “ben varım”, “otomobil denilince her yaş için ilk akla ben gelirim” der. Abartısız, hiçbir özelliği yokmuş gibi durmasına rağmen heybetiyle öne çıkar. Tek tek detaylarına baktığınızda gösterişsizdir ancak hepsi bir araya geldiğinde mütevazi, kendinden oldukça emin bir gösterişi vardır. Hani çocukken misafirliğe gidersiniz, babanızın bir arkadaşının model otomobil koleksiyonu vardır, o yaşta otomobilden anlamasanız bile, onlarca renkli, dikkat çekici, kimi spor, kimi üzeri açık, kimi modern otomobil modellerinden en çok o dikkatinizi çeker, eliniz ona uzanır. Hayatınız boyunca unutamazsınız…
1949, 1950 ve 1951 Model Mercury’ler (Özellikle Mercury Eight Coupe) ilk çıktıklarında oldukça popülerlerdi ve bugün bile ciddi koleksiyonerler için olmazsa olmazlar arasında yer almaya devam ediyor.
1930’lu yılların başlarında Ford tasarımcıları mevcut Ford modellerinden daha fazla özelliğe ve stile sahip olacak premium bir seri için çalışmaya başladılar. Otomobil 1938 yılında tamamlanmaya yaklaştığında Edsel Ford ve Ford’un o dönemki satış müdürü Jack Davis bu yeni aracı Ford’un ana akım “Ford Blue Oval” modellerinden ve Lincoln’ün lüks otomobillerinden ayırmak için yeni bir marka yaratmaya karar verdiler ve Mercury doğdu.
1930’larda Ford tasarımcıları, mevcut diğer Ford ürünlerinde sunulandan daha fazla özellik ve stile sahip olacak bir araç üzerinde çalışmaya başladılar. Araç 1938’de tamamlanmaya yaklaşırken, Edsel Ford ve Ford Satış Müdürü Jack Davis, onu ana akım Ford Blue Oval ürünlerinden ve Lincoln lüks otomobillerinden ayırmak için premium seri için yepyeni bir marka başlatmaya karar verdiler. Gm, Dodge ve Chrysler DeSoto’nun orta segment araçlarıyla rekabet ederek onların üzerine çıkabilecek, Cadillac serisinin alt segmentide yer alacaktı. Aynı zamanda Ve bununla birlikte Mercury doğdu. İsmi Henry Ford’un oğlu Edsel, Roma mitolojisinin kanatlı ticaret tanrısı ve hızın sembolü olan Mercury’den esinlenerek, güvenirliği, hızı, beceriyi ve belageti temsil ederek bizzat kendi seçti. Ford’un Mercury markasına yönelik vizyonunun başında geliştirilmiş güç, sürüş ve kullanım kolaylığı, durma mesafesi, dışarıdan gelen seslerin azaltılması ve stil gelmekteydi.
1939 yılında piyasaya sürülen ilk Mercury’nin satış fiyatı 8.916 dolardı ve 95 beygir gücünde bir V-8 motor vaat ediyordu. İlk yıl 65 binden fazla üretildi. İki ve dört kapılı sedan, spor üstü açık coupe ve “town car” alternatifleriyle geliyordu. Mercury’nin piyasaya sürülmesinden sadece iki yıl sonra, Amerika II. Dünya Savaşı’na girdi ve üretim durduruldu. Savaş 1945’te sona erdiğinde, Mercury Lincoln ile birleştirildi ve Lincoln-Mercury Bölümü doğdu. İlk modelden hemen hemen on yıl sonra Haziran 1948’de 1949 yılında piyasaya verilecek olan tamamen yeni model tanıtılana kadar savaşla geçen süre zarfında Ford’un baş tasarımcısı Bob Gregorie ve ekibi çalışmaya devam etmişlerdi. Savaş sırasında sektörde tüm sivil hayata yönelik otomobil tasarımları beklemedeydi, ancak tasarımcılar boş zamanlarında yeni stiller ve özellikler keşfediyor ve bunları modern otomobillere nasıl uygulayacaklarını araştırıyorlardı. Ford stratejik olarak savaş sonrasında sektördeki rakiplerinden birkaç adım ileride olmak için tüm modellerinde tasarım değişikliği konusunda çalışmaya devam ediyordu. İlk başlarda kullanıcılar tarafından bu yeni orta-lüks segmentteki otomobili süslü bir Ford’dan biraz daha fazlası olarak görse de aslında iki marka arasında çok az ortak nokta vardı. İlk tasarımlarda Mercury tam boyutlu bir aile otomobili olarak planlanmıştı. Ancak çizgiler ortaya çıkmaya başladığında bunun ekonomik tipli bir aile otomobili için uygun olmadığına karar verdiler ve tasarım üzerinde daha fazla çalışmaya başladılar. Ford yeni tasarımları 1948 model olarak 1947 yılının son aylarında üretime sokmayı planlamaktaydı ancak bu yeni tasarım arayışı lansmanı geciktirecekti.
Lansman tarihi geldiğinde Ford geleneksel olarak tüm yeni ürünlerini sergilediği New York’taki Waldorf-Astoria Oteli’nin balo salonunu kiralayarak Mercury’leri görücüye çıkardı. Lansman sonrasında tüm otomobil kritikleri Mercury’nin ayrı bir çizgiye sahip yeni bir marka olduğunu kabullenecekti. 1949 Mercury’nin en benzersiz tasarım özelliklerinden biri, ön çamurlukta başlayan ve arkaya doğru daha düşük bir alana inen, kıvrımlı alametifarikası olan çizgisiydi. Gregorie 2002’deki vefatında kısa bir süre önce yaptığı bir röportajda, “Güçlü bir yatın pruvasının bir gölün cam gibi pürüzsüz suyunu kestiğini hayal edin. Bu çizgi, yat ilerledikçe ortaya çıkan çalkantılı dalgayı temsil ediyor.” diyerek bu tasarımı en büyük tutkusu olan yat tasarımlarından esinlendiğini söyleyecekti.
Mercury, ortasında krom “Sekiz” yazan bir süslemeyle bölünmüş dikey dişleri olan, gösterişli bir ön ızgaraya sahipti. Izgaranın her iki yanında ve farlar ve sinyallerle kombine edilmiş krom blok harflerle markanın adı yer alıyordu. Arka tarafta benzersiz stop lambaları ve bagaj kapağı süslemesi dikkat çekiyordu. İçeride oldukça geniş metal gösterge panelleri tüm dashboard’u kaplıyordu.
1939 yılındaki ilk çıkışından bu yana Mercury’nin bir seri tanımlaması olmamıştı. Tüm modeller V-8 motoruna gönderme yapılarak “Mercury Eight” olarak adlandırılıyor ve satılıyordu. 1949 yılındaki lansmanda da bu politikada bir değişiklik olmamıştı. Serinin dört farklı modeli mevcuttu; dört kapılı sedan, iki kapılı sport coupe, cabrio ve ahşap/metal seçenekli station wagon. Fiyatlar Sport Coupe için 1.979 dolardan başlıyor ve Station Wagonlarda bu rakam 2.716 dolara kadar çıkıyordu. Ford’ların muadil modellerini 390 ila 450 dolar arasında daha ucuza almak mümkündü. Ford’ların büyük araçlarındaki standart, ünlü düz V8’inin daha büyük deplasmanlı bir versiyonu kullanılıyordu ve 255 kübik inçlik motor segmentindeki en yüksek beygir gücü olan 110 beygir değeri veriyordu. 1949 yılında toplam 301.302 adet Mercury üretildi. Bu önceki modelin üç yıllık toplamından yaklaşık 80.000 adet daha fazlaydı.
1950 yılına gelindiğinde Ford pazarlamacıları tarafından “Safe T-Vue” adı verilen hafif makyajlı Mercury piyasaya sürülecekti. Ön ızgarada sinyal bölmeleri büyümüş, kaput ve bagaj kapağında detaylar değişmiş, gösterge panelleri dikdörtgene dönerek o dönem için daha modern bir hava katılmıştı. Aksesuar olarak radyo, klima, arka cam sileceği, elektrikli koltuk ve camlar opsiyonel olarak sunuluyordu. (Bu özellikler convertible modelde standarttı.) İlkbaharda iki kapılı sedanın makyajlanmış hali lanse edildi. Daha iyi döşeme kumaşları, özel jant kapakları, altın eloksallı döşeme ve ilk vinil kaplama tavan dikkat çekiyordu. Tabi ki fiyata 270 dolar civarında bir ekleme yapılmıştı. Indianapolis 500 için resmi “pace” otoombili olarak bir Mercury Convertible seçildi.
51 yılında otomobil yine makyajlandı, krom ağırlığı ön ızgara ve arka tamponda artırıldı, far ve sinyalleri çerçevelemeye başladı. Motor 112 beygire yükseltildi. Kore savaşı çıkmasına rağmen 1951 model satışları rekor kırarak 310 bin rakamını geçecekti.
Mercury Eight’in efsane ve kült olması, James Dean’in “asi genç” imajını kazandığı ve Natalie Wood ile başrollerini paylaştığı 1955 yılı yapımı “Rebel Without Cause” filmiyle gerçekleşecekti. Dean’in bu filmdeki kıyafetlerinden mimiklerine her şeyi popüler kültür modası ve imajı olurken filmde kullandığı kromsuz, modifiyeli 1949 model 9CM Mercury Coupe’de bundan nasibini alacaktı. Otomobillere ve yarışlara düşkün olan Dean, her filminde başrolü bir otomobille paylaştığından Mercury de bu filmdeki rolüyle birlikte artık aile otomobili imajından sıyrılacaktı.
Sylvester Stallone, senaryosunu kendi yazdığı, 1986 yılı yapımı “Cobra” filminde, modifiyeli 1950 Model bir Mercury kullanarak yıllar sonra haklı bir saygı duruşunda bulunacaktı.
1950’lerin başında Kaliforniya’da başlayan iki kapılı bir Mercury’nin tavanını kesmek modası uzun yıllar devam etti. Hot Rod başta olmak üzeri savaş yıllarından sonra özellikle alçaltılarak en fazla modifiye edilen otomobillerin başında bu yıllara ait Mercury Eight’ler gelmekte. (Kurşun gibi ağırlığı ve sağlamlığı nedeniyle bu modelleri modifeyiciler “kurşun kızak” veya “ayakkabı kutusu” olarak adlandırmakta) Bu yüzden günümüzde orijinal bir Mercury bulmak oldukça zor. Özellikle orijinal Convertible olanlar ve ahşap station wagonlar sayıca az üretildikleri için çok daha nadirdir.
1957 yılına gelindiğinde Mercury’ler “Rüya Otomobil Tasarımı” olarak adlandırılan konseptle daha geniş, daha uzun, daha alçak ve daha güçlü hale gelecekti. Mercury, Montclair, Monterey ve Turnpike Cruiser gibi modellerle birinci sınıf bir marka olarak artık altın çağına girmişti.
60’lı yıllarda S-55 ve Marauder gibi modellerle hız konusunda performanslarını artırdılar. 67 yılında Ford Mustang versiyonu olan Cougar piyasaya sürülecekti. Grand Marquis ise en çok satan modellerin başında gelecekti.
2000’li yıllarda yeniden canlandırılmaya kalksa da 49,50 ve 51 yılı modellerinin popülerliğini hiçbir zaman yakalayamayacaktı ve Ford 2011 yılında markayı sonlandıracaktı.