Okura Eğlenme Vaat Eden Roman: Şevrole Belayir

0
200

Sanem Gonzalez’in ilk romanı “Şevrole Belayir” geçtiğimiz günlerde Nemesis Kitap tarafından yayımlandı. Belgrad Ormanı’nda bulunan klasik bir arabayla başlayıp, 1960’ların İstanbul’una uzanan ve günümüze de gelen olaylar, okuru polisiyenin gizemli dünyasına çekerken birbirinden ilginç karakterlerin ilişkileri, aşkları, dostlukları, düşmanlıkları, çaresizlikleri ve kendilerince buldukları çareleri de insanlık hâllerinin en bilinenlerinden ikisine, hüzne ve neşeye kapı aralıyor.

Temposu yüksek, akıcı, eğlenceli bu ilk romanı yazarıyla konuşalım istedik.

Ali Gül: Merhaba Sanem. Romanın hakkında konuşmaya başlamadan önce bize kendinden kısaca bahseder misin? 

Sanem Gonzalez: Merhaba, İstanbul’da doğdum, büyüdüm, okudum. Hayalim önce beyin cerrahı sonra savaş muhabiri olmaktı; ama hayat beni buralara getirdi işte☺. Gazetecilik bölümünde lisans, halkla ilişkiler bölümünde yüksek lisans yaptım. Gazetecilik ve tv programcılığı yaptıktan sonra ülke değiştirip sinema sektörüne geçtim. Uzun yıllar Amerika’da yaşadıktan sonra Türkiye’ye dönüp bir prodüksiyon şirketi kurdum. Bu arada da hep yazdım, ama oturup da adam akıllı bir roman çalışması yapmadım. Kısa kısa yazdım, kendime sakladım. Oğlum doğduktan sonra bana bir itici güç geldi. Bir yazı atölyesine katıldım, atölyeye devam etmedim ve oturdum pandemide Şevrole Belayir’i bitirdim. 

AG: Roman yazma fikri ya da isteği diyeyim, nereden geldi?  Hikâye anlatıcılığı küçük yaşlardan itibaren bir karakter özelliği gibi belirir bazı insanlarda, sende de böyle mi oldu? 

SG: Aynen öyle oldu, hayal gücü müthiş geniş bir çocuktum; hatta beş-altı yaşlarımda kendimce onu bunu vampir olarak düşler, ona göre kaçış planları yapardım. İlkokulda skeçler yazmaya başladım. Anlattığım hikâyelerle insanları güldürmeyi oldum olası çok severdim. Hatta bir gün halam okuldan arkadaşlarını çağırmış, onlara halamla ilgili saçma sapan macera dolu bir hikâye uydurmuştum, tabii azarı işittik. Diyeceğim o ki bu kendimi bildim bileli hep içimde olan bir şeydi. Hep bir şeyler yazardım. 

AG: Şevrole Belayir senin ilk romanın, peki bu roman okura ne vadediyor? Yazarı olarak en iyi sen bilirsin romanının kime, ne anlatabileceğini ya da hangi beklentiyi karşılayacağını.

SG: Roman bir kere okura eğlenmeyi vadediyor, meraklanmayı, şaşırmayı. Ben yazarken çok eğlendim, yer yer hüzünlendim, sinir oldum. Sonuna kendim de şaşırdım. Bir de özlediğimiz, bence çoğumuzun hasretini çektiği İstanbul’un o eski dönemlerine bir zaman yolculuğu da vadediyor. 

AG: Roman kahramanları gerçek hayattan alınmış olsalar bile yazarın yeniden ürettiği, yeniden yarattığı kişilerdir; ama yine de sormadan edemeyeceğim: Romanında biyografik ya da otobiyografik karakterler var mı? Bu romanda senin gerçekten tanıdığın ya da gerçekte de var olduğunu bildiğin kişiler var mı? 

SG: Buna spesifik bir yorum yapamam. Tanıdığım bazı insanların birtakım özelliklerinden esinlenmişimdir tabii. Kendimden de parçalar var bazı karakterlerde. İnsan kolajı yaptım diyelim. 

AG: Seninle aynı kuşaktanız, dolayısıyla 1960’ları ikimiz de yaşamadık; ama romanda o döneme ilişkin ilginç ayrıntılar, güzel betimlemeler var. Her şeyden öte o dönemin psikolojisi var. Bunu becerebilmek kolay bir iş değil, sen nasıl becerdin? 

SG: Annemin anlattıkları, eski Türk filmleri, Türk sanat musikisinin bile etkisi olduğunu düşünüyorum. Ben yaşlılarla büyüyen bir çocuğum. Şöyle ki annem çalışan bir kadın olduğu için eve ancak akşamları gelirdi; dolayısıyla bana kışları babaannem, yazları anneannem bakardı. Eski hikâyeleri çokça dinleyerek büyüdüm diyebilirim. Taziye evlerine de çok giderdik, rahmetli babaannem oralara “ölü evi” derdi. Bir arkadaşımla dalga geçeriz bununla ilgili çocukluğumuz ölü evlerinde geçti diye. Ama çoklukla annemin çocukluğu beni etkiledi sanıyorum.

AG: En klasik soruyu da arada sorayım da unutulmasın: Neden polisiye? Romanı okuyunca polisiye romana özel bir ilgin olduğunu düşündüm.

SG: Polisiye, gerilim ve korku benim türlerim. Çok severim. Gizem, bilinmeyeni bulma dürtüsünün yanı sıra tehlikeyi uzaktan kendi güvenli alanında izleme konforu. 

AG: Senin en sevdiğin polisiye yazarları kimler?

SG: Agatha Christie tabii ki, kim sevmez. Sonra Stephen King, en sevdiğim dedektif de Hercules Poirot bu arada. Jo Nesbo, Ahmet Ümit, Ahmet Mithat Efendi ki Türk edebiyatındaki ilk polisiye yazarıdır ve çok severim. John Buchan… 

AG: Peki bundan sonra başka türde romanlar yazmayı da düşünüyor musun, yoksa polisiye yazarı olarak mı anılmak istersin?

SG: Aslında sırf eğlenmek için bir aşk romanı yazmak istemiyor değilim. Polisiye kafamın çalışma şekli, aşk romanıysa bilinen tariflerle değişik bir yemek yapmayı denemek gibi olacak. 

AG: Romanı okuduğumdan beri bu hikâyeden çok güzel bir sinema filmi ya da dizi çıkacağını düşünüyorum. Özellikle dijital platformlarda dönem hikâyelerinin beğeniyle izlendiğini düşününce Şevrole Belayir neden olmasın diyorum. Olabilir mi öyle bir şey? Lütfen olsun çünkü ☺

SG: Evet, olabilir, ama şu an bununla ilgili yorum yapamıyorum. Olursa da ne şahane olur, izlenme rekorları kırar vallahi☺

AG: Hadi inşallah diyelim o zaman. Peki, hâlihazırda üzerinde çalıştığın yeni bir roman var mı? Varsa onunla ilgili küçük bir ön bilgi almak isterim.

SG: Bu roman bir üçleme olacak, ikincisine başladım bile. Yine talihsiz memurumuz Engin’in hiç beklenmedik yerlerdeki maceralarına tanıklık edeceğiz. Bu romanda işini biraz daha zorlaştırmayı planlıyorum. Engin’in sınavı ve gelişimi henüz bitmedi diyebilirim. 

AG: Çok sevindim hikâyenin devamının gelecek olmasına. Önce sana, sonra da Engin’e kolaylıklar diliyorum bu vesileyle. Bu keyifli söyleşi için çok teşekkür ederim. Umarım Şevrole Belayir’in de devamında gelecek kitapların da okuru bol olur.