“Herkes seçimlerin ve koşulların bir ürünüdür. Hiç kimsenin koşullar üzerinde gücü yoktur, ancak herkesin kendi seçimleri üzerinde gücü vardır.” Eric-Emmanuel Schmitt
Kapitalizmin eski dar görüşü, bir işletmenin kendi kendine yeten bir varlık olduğu ve sosyal veya topluluk meselelerinin kapsamı dışında kaldığıydı. İstihdam, ücretler, satın almalar, yatırımlar ve vergiler yoluyla kâr elde etme yolundaki iş katkıları beklenebilecek tek şeydir. Bu tür bir yönetim düşüncesi, metalaştırma, fiyat rekabeti, az yenilik, yavaş organik büyüme ve net bir rekabet avantajı olmamasıyla sonuçlandı. Kısaltılmış bir yatırımcı zaman ufku, dikey entegrasyon dalgası, dış kaynak kullanımı ve offshoring, firmalar ve toplulukları arasındaki bağlantıyı zayıflattı. Şirketler, sosyal ihtiyaçları karşılama fırsatlarını bilmiyorlar veya görmezden geliyorlar ve sosyal zayıflıkların değer zincirlerini nasıl etkilediğini yanlış anlıyorlar. Yöneticiler sektörlerine ve iş çevrelerine odaklanmış ve konumun üretkenlik ve yenilikçilik üzerindeki etkisini gözden kaçırmıştı. Ne kadar boğucu ve tek taraflı, çıkarcı bir ilişki değil mi?
Oysa birbirine bağlı dünyamızda on yıllardır süren kişisel çıkarlar, açgözlülük, şiddet ve artan bencillik önerilerine maruz kaldığımız düzen; bütün olarak küresel toplumların sınırlar içerisinde hapsolmasına, yoksulluğa, adaletsizliğe, eşitsizliğe yol açtı.
Yirminci yüzyılın sonlarında birçok gelişmiş ülkede kapitalizm, Gini Endeksi tarafından ölçüldüğü üzere, en zengin ve en fakir insanların serveti arasında önemli bir boşluğa katkıda bulunmuştur. Ve bazı ülkelerde, bu boşluk daha da büyüyor. En yoksul bireylerin 1980’den bu yana gerçek bir gelir artışı görmediği, en tepedeki ultra zenginlerin ise gelirlerinin yılda yaklaşık %6 arttığını gördüğü ABD’de bu durum özellikle belirgindir . Dünyanın en zengin milyarderlerinin neredeyse tamamı ABD’de yaşıyor ve şaşırtıcı servetler biriktirirken , aynı zamanda ABD’nin medyan hane geliri yüzyılın başından beri sadece mütevazı bir şekilde arttı.
Edelman Raporu‘na göre, artan eşitsizliğin bir sonucu olarak, “insanlar kurumlara daha az güveniyor ve bir adaletsizlik duygusu yaşıyorlar”. Ancak insanların yaşamları üzerindeki etkisi daha derine inebilir. Ekonomistler Anne Case ve Sir Angus Deaton, Deaths of Despair and the Future of Capitalism adlı kitaplarında, kapitalizmin mevcut biçimiyle birçok işçi sınıfının hayatını mahvettiğini öne sürüyorlar. “Son yirmi yılda, intihar, aşırı dozda uyuşturucu ve alkolizmden kaynaklanan umutsuzluk ölümleri çarpıcı bir şekilde arttı ve şimdi her yıl yüz binlerce Amerikalı’nın hayatına mal oluyor” diyorlar.
2018’de Fransa’da başlayan Sarı Yelekli hareketi sıradan insanların ihtiyaçlarını göz ardı etmekten doğmadı mı? Başlangıçta taşıtlar için artan yakıt maliyetiyle ilgiliydi, ancak hızla genişleyerek Şili’dekine benzer şikayetleri, yaşam maliyetini, artan eşitsizliği ve hükümetin durma talebini içeriyordu.İnsan refahı için çok şey yapıldı ancak hepsinin mükemmel olmaktan çok uzak olduğunu yaşayarak öğrendik. Toplumsal hak ve özgürlüklerin ötesinde daha geniş çıkarlar dizisini kapsayıcı hale getirmek için kapitalizmin toplumsal sözleşmesini gözden geçirme zamanı geldi. Artık sürdürülebilirlikten, uzun vadeli var olmaktan bahsediyorsak; Paylaşılan Değer ile tanışmalıyız. Dünya çapındaki şirketler, kapitalizmi gerçekten dönüştürmek için “Paylaşılan Değer” olgusunu işlerinin her seviyesindeki çalışanlarının operasyonlarına dahil etmeye başladılar.
Kapitalizm evrim geçiriyor, uyanış başlıyor. Bu hikaye aslında, 2011 yılında, araştırmacı ve stratejistler Michael Porter ve Mark Hammer’ın Harvard Business Review’de yayınlanan “Paylaşılan Değer” makalesiyle başladı. Ama iş dünyasının büyük çoğunluğunun bunu fark etmesi, harekete geçmesi ile 2015’lerden yani Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’nin açıklanmasından sonra oldu. Amerika’nın en büyük şirketlerinin CEO’larını temsil eden US Business Roundtable, 2019’da şirketlerin amacını yeniden tanımlayarak; hissedarlara tüm paydaşlara taahhütlerde bulunmanın ötesine geçerek, tüm Amerikalılara hizmet eden bir ekonominin teşvik edilmesi gerektiği fikrinde birleştiler. Daha da büyük ivme Eylül 2020’de, World Economic Forum’un Measuring Stakeholder Capitalism dokümanı ile sürdürülebilirliğin yeni metriklerini açıklaması ile oldu.
Şirketler aynı eylemlerle hem para kazanabilir hem de değer yaratabilir mi?
Paylaşılan Değer, bir şirketin rekabet gücünü geliştirirken aynı zamanda şirketin faaliyet gösterdiği topluluklardaki ekonomik ve sosyal koşulları iyileştiren politikaları ve işletme uygulamalarını içerir. Ancak bu ekonomik faydanın sosyal veya çevresel bir sorun üzerinde eşit derecede ölçülebilir bir etkisi olmalıdır. Paylaşılan Değer, sosyal amacı yönetim kurulu Kapitalizmin daha yüksek bir biçimi, sosyal amaçtan elde edilen karlar, toplumsal değer yaratılması yoluyla ekonomik yaratılmasını temsil ediyor.
Paylaşılan Değer düşüncesi, küresel ekonomide büyümeyi yönlendirmek için etkili bir güçtür ve yepyeni bir dizi en iyi uygulamayı ve stratejik fırsatları içerir. Yeni iş çağında, iş dünyası, kar peşinde koşmak yerine ortak değer yaratmayı nasıl yeniden tanımlayacağını bilmelidir. Pazarın sadece ekonomik trendlere değil aynı zamanda sosyal ihtiyaçlara da gereksinimi vardır. Yeni Kapitalizm düzeninde şirketler sürdürülebilir bir gelişme sağlamak ve büyümek istiyorsa, toplumla bağlantı kurmalı ve müşterileri için talebi ve ihtiyacı bilmeli, belirlemelidir.
Kapitalizmi bizi sömüren, bitiren bir düzen olarak algılasak da, oysa ki, özünde insan ihtiyaçlarını karşılamak, verimliliği artırmak, istihdam yaratmak ve zenginlik inşa etmek için eşsiz bir ortam sunmaktadır. Bu nedenle, şirketin amacının, yalnızca kar elde etmek değil, paylaşılan değer yaratmak olarak yeniden tanımlanıyor. Bu, kapitalizmi ve onun toplumla ilişkisini yeniden şekillendirerek ve pozitif değişim için güçlü bir güç olarak işletmeyi yeniden meşrulaştırmaktadır. Şirketlerin hissedarlarına kar sağlamaktan daha fazlasını yapmaları gerekiyor.
Kapitalist, liberal bir demokraside vatandaşların güçsüz olmadığını hatırlamakta fayda var. Toplumlar inançları doğrultusunda şirketleri destekleyebilecekleri gibi yok olmalarını da sağlayabilirler.
Şu ana bakarsak; pandeminin sosyal, ekonomik ve sağlık etkileri, insanlar, toplumlar ve ülkeler arasındaki eşitsizlikleri daha da kötüleştiriyor. Yılda 40,000 dolardan az kazanan düşük ücretli işçiler, salgınla birlikte işten çıkarmaya, sosyal haklarından mahrum kalmaya, gelecekleri için endişe içerisinde yaşamaya mahkum oldular.
Pandeminin neden olduğu ekonomik şokun büyüklüğü, mevcut modelin ne kadar iyi çalıştığını ve bugünün ve geleceğin zorluklarına ve fırsatlarına en ölçüde uygun olduğunu yeniden düşünmek için fırsat yaratıyor.
Her gün seçim yapmamızı gerektiren durumlarla karşılaşıyoruz. Değerlerimize, ilgi alanlarımıza, anlayışımıza ve analizlerimize bağlı olarak, birey olarak bizi etkileyen ve genellikle diğer insanları da kararlar alırız. Ailelerimizi, arkadaşlarımızı, çalıştığımız kuruluşu ve toplumu aldığımız kararlarla dolaylı ya da dolaysız etkileriz. Şirketlerin büyüme ve refahı yönlendirme gücüne sahip olduklarının farkına varmaları; ortak ve paylaşılan değer yaratarak, insanlığa hizmet etme sorumlulukları olduğunu hatırlamaları gerekiyor. Bu girdaptan ya birlikte çıkacağız ya da birlikte yok olup gideceğiz.
Görseller : (1) Jay Directo, Getty Images (2) Jean-Francois Monier, Getty Images