Normalde bu hafta zor bir konu seçmiştim. Her türlü sanal şiddeti göze alarak “Engelliler ve Din İlişkisi” üzerine yazacaktım. Gelin görün ki çok önemli bir meselede kritik bir görev düştü üzerime. Zıbın bulmak icap etti. Evet, evet bildiğiniz zıbın! Hani şu yeni doğan bebeklerin giydiğinden. Ancak zıbın deyip geçmemek lazım. Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük icatlarından biridir zıbın.
İzninizle zıbının önemini yazının son kısmında aktarayım. Öncesinde kime gerekti bu zıbın? Bu zıbını giyecek bebeğin annesi bizim kulübümüzde 5 yıldır atletizmle uğraşıyor. Bir bacağını köylerine yapılan hava saldırısında kaybetmiş. Bulunduğu köyden Antakya’da hastaneye ulaştırılana kadar litrelerce kan kaybetmiş. Uzun sürmeyen bir tedavi sürecinin ardından evde bakılmak üzere taburcu edilmiş. Edilmiş edilmesine ama hava saldırısında tek “zayiat” kopan bir bacak olmamış elbette! Hani dilimizde bir deyim vardır. “Evim başıma yıkıldı” hatta bu deyim zaman içerisinde “evi başına yıkılasıca” şeklinde bedduaya dahi dönüşmüştür. Bu ailenin evleri başlarına yıkılmış. Yerle yeksan olmuş.
Taburcu edildikten sonra bir tanıdıklarının “Burada kalmayın. Burası zaten bizim oralar gibi Adana’ya gidin hem ucuzdur” tavsiyesiyle yolları bizim memlekete düşmüş. Biz tanıştığımızda Adana’ya geleli 3 ay kadar olmuştu. O sıralar ben de mültecilerle yeni çalışmaya başlamıştım ve Paralimpik alanda yetiştirmek üzere sokak sokak engelli mülteci çocuk arıyordum. Bir şekilde “şu adreste engelli çocuk var” haberini aldım ve hemen ertesi gün ziyarete gittim. Tahmin edeceğiniz üzere yoksul bir mahallede, derme çatma bir evde yaşıyorlardı. İlk gidişimde babası hiç sıcak bakmadı. Sanırım 4. gidişimdi pes etti ve izin verdi. İlk iş olarak Fatma’ya (gerçek ismi bende saklıdır) spor yapabileceği bir protez yaptırdık. Antrenör arkadaşlarımız yoğun bir program hazırladı ve çalışmalara başladık. Fatma’nın atletizm branşında adım adım ilerlemesine şahit oluyorduk. Ailesi de bize ısınmıştı. Öyle ki babası hiç uğraştırmadan il dışında düzenlediğimiz bir kampa Fatma’yı da götürmemize izin verdi. Aradan geçen 3,5 yılın ardından Fatma hem fiziksel olarak hem de psikolojik olarak kendini toparladı. Antrenmanlardaki devamlılığı, dereceleri en üst seviyeye ulaştı. Antrenörleri çok kısa zamanda Paralimpik baraj derecesini yakalayacağını düşünüyorlardı.
Her şey yolunda gidiyordu ki ailesi Fatma’yı evlendirmeye karar verdi. Coğrafyanın kader olduğu gerçeği Fatma’nın ve bizim hayallerimizin yüzüne bir tokat gibi yapıştı. Eşimle birlikte evlerine yaptığımız ziyarette saatlerce dil döktük. Fatma’nın evlilik için küçük olduğunu, atletizmde önünün açık olduğunu anlatsak da nafile. Bir kaç ay içinde evlendirdiler Fatma’yı, gönderdiler Gaziantep’e. Ama ne Fatma’nın bizden umudu kesildi ne de bizim Fatma’dan.
Aradan geçen 1 yıla yakın zamanda hemen her hafta telefonda görüştük. Tek muradının Adana’ya dönüp tekrar antrenmanlara başlamak olduğunu her görüşmemizde dile getiriyordu. Biraz zaman geçti. Fatma hamile kaldı. Ama Fatma içindeki spor sevgisini kaybetmedi. Hayallerinden vazgeçmedi. Israrla anne olsa bile spor yapabileceğini söyledi. Fatma’nın hayata karşı verdiği bu onurlu mücadeleye seyirci kalamazdık. Eşiyle görüşüp ikna ettik. Hangi sorunu bahane ettiyse aştık. Ev-iş tüm sorunları çözdük ve Fatma’yı Adana’ya getirdik. Belki yazarken kolay oluyor fakat süreç oldukça zorlu geçti.
Geçtiğimiz hafta Fatma’yı ziyaret ettik. Laf arasında “hocam bebek doğmak üzere ama hiç bir şey alamadık” deyince içime bir kurt düştü. Akşam eve geldim. Kendi sosyal medya hesabımdan durumu özetleyen bir paylaşım yaptım. Bir kaç saat içerisinde çığ gibi büyüdü destek. Beşik, bebek arabası, bez ve tabii ki en önemlisi “zıbın”, bir bebeğin kısa vadede duyacağı tüm ihtiyaçları karşıladı sosyal medya ahalisi.
Hamilelik sürecinin son bölümünde düzenli kontrole gidebilmesi için bir iyiliksever, tüm hastane masraflarını karşıladı. Dün Fatma’yı hastaneye götürdük. Bu da öyle kolay olmadı. Kadın doktor, kadın tercüman bulmak gerekti. Doktor kısmını kolay aştık ama tercüman bulana kadar canımız çıktı. Aramadığım yer kalmadı. İmdadımıza Ankara’da kadın hakları konusunda çalışan bir arkadaşımız yetişti. Whatsapp gruplarında paylaştı. 1 saat içerisinde kadın tercüman sorunu da çözüldü. Fatma’nın kontrolleri yapıldı. Hem kendisi hem de bebek gayet iyi durumda. Eve dönerken biraz sohbet ettik. Bebek için eve kargolanan eşyalar, malzemeler çok mutlu etmiş Fatma’yı. “Geçen hafta bebeğin zıbını bile yoktu. Şimdi neredeyse her şeyi tamam” derken mutluluğu gözlerinden okunuyordu. Dün ayrılırken en son söz verdi, 2021 bitmeden antrenmanlara başlayacağını söyledi. Ben de ona kendisi antrenmandayken bebeğe bakacağıma dair söz verdim. Büyük bir mutlulukla evine döndü.
Sevgili Reportare okuyucuları “sonunda bahsederim” demiştim zıbının öneminden ancak yaptığım araştırmalarda kayda değer bir şey bulamadım. Sadece bir kaç gün evvel zıbını dahi olmayan bir bebeğin, bugün hemen her şeyinin olduğunu bilmeniz sanırım sizin için de kâfidir.