Gezegen ve gelecek için umut yok ise, bugüne bağlanırsınız. Bugüne bağlanan ise, egemen olan her kim ve ne ise onun umudu veya mutsuzluğu ile yaşamayı öğrenir. Bu kişi, anne babasının eteğine tutunarak kalabalık bir semt pazarında cebelleşen çocuk gibidir. Onun hızına uyar, onun önünde durduğu tezgahları görür ve bu güruhtan ne zaman çıkacağını bilmeden, bir o yana bir bu yana savrulur.
Bu yazı serisinden, karşı karşıya olduğumuz riskleri yok saydığım veya küçümsediğim sonucu çıkmasın. Ayrıca teknolojiye ve yeni gelişmelere kapalı birisi olduğumu da düşünmeyin. Ancak her türlü ilerlemeden on milyarlık dünyamızda herkesin nasıl ve ne ölçüde yararlanabileceğini sorgulamak gerekiyor. Velhasıl, karşılaştığımız her bilgiyi akıl süzgecinden geçirerek değerlendirmeli ve gerçekliğimize nasıl aktaracağımızı sorgulamalıyız.
Gezegenin durumu…
Her yıl yapılan COP toplantılarında geleceğimiz, bir kaybolur bir belirir. Tek gayelerinin dünyayı kurtarmak olduğuna inandığımız platformlar yaşanan risklerden bahseder: Buna göre, havamız ısınıyor. Emisyonlar artıyor. Buzullar eriyor. Biyoçeşitlilik kayboluyor. Suyumuz azalıyor…
Distopik filmleri izledikten sonra bütün zenginlerin Marsa giderek bizi dünyada yalnız bırakacağı günün endişesi ile uyanırız her sabah – ki keşke gitseler. Bu yalana inanır, bir roketimiz olmadığına hayıflanırız. Oysa ki bilinebilen bir gelecekte, insanlık için dünyadan başka yaşanabilecek bir biyosistem olmadığını unuturuz.
Son beş yüz milyon yıl içinde beş büyük (yani Ordovician, Devonian, Permian, Triassic ve Cretacaus) yok oluşlarını yaşayan dünyamız belki bir altıncısını da yaşayabilir. Ancak bunun hiç yaşanmaması ihtimali de var ve o ihtimal biraz da bize bağlı. Bunu başarabiliriz. Elbette buradan gitmek zorunda değiliz. Ayrıca gidemiyoruz da.
İnsan olarak gidebiliyor muyuz?..
Bugün biyoçeşitliliği korumak için harcanan çabayı sadece gözle görünen canlılar seviyesinde algılayanların elbette ki konunun önemini fark etmeleri mümkün değil. Biz bugün dünyada kaç milyon tür olduğunu bilmiyoruz. Gerçekten bilmiyoruz! Tesbit edebildiğimiz sayı üç milyona yakın iken, bütünün yüz milyon olabileceği tahmin ediliyor.
Kabaca dünyadaki türlerin yüzde altmışından fazlasının kaybı büyük yok oluş olarak tanımlanıyor. Özellikle son iki yüz yılda binlerce türü kaybettik. Ancak mikro dünyadaki yok oluş sayısı hakkında hala net bir bilgimiz yok.
İnsan olarak vücudumuzda yaklaşık otuz trilyon hücre bulunuyor. Bunlar bize ait. Bunları aldığımız gibi uzayda herhangi bir gezegene gidebiliriz. Fakat küçük bir sorunumuz var. Bedenimizde ayrıca bir o kadar da bakteri bulunuyor. Korkmayın hemen. Bunlar hayatta kalmamıza olanak sağlayan ve bizimle ortak bir yaşam kurmuş olan bakteriler.
Sorunumuz şu ki, çoğunluğu sindirim sistemimizde olan ve yaşamamıza olanak sağlayan bu bakterilerin nasıl bir biyoçeşitlilik ortamına ihtiyaç duyduğu hakkında fikrimiz yok. Yani uzaya giderken yanımıza şevketibostan alıp almayacağımız hakkında bir bilgimiz yok.
Teknik olarak gidebiliyor muyuz?
Bir de NASA bilim insanı Donald J. Kessler tarafından 1978 yılında yapılan bir çalışma var. Bu çok önemli çalışma “Kessler Sendromu” olarak anılıyor. Kessler’in teorik çalışması; alçak dünya yörüngesindeki (LEO, Low Earth Orbit) nesneleri ve artan sayısının etkisini inceliyor.
Bunun üzerine 1979 yılında NASA “Yörünge Enkaz Programı” adında bir program başlatarak ODPO’yu (Orbital Debris Program Office) kuruyor.
Kessler’e göre, bu nesnelerin çarpışmaları, daha sonraki çarpışmaların olasılığını artırarak artan oranda uzay enkazını (space debris) üretecek. Nitekim öyle de oluyor.
Konunun tartışılmaya başladığı yıllarda (1981) bir ila on santim çapında beş bin civarında olan bu nesnelerin sayısı bugün iki yüz bini aşmış durumda. Bundan küçük olanların ise milyonlarca olduğu tahmin ediliyor. Küçük olmaları sizi aldatmasın. Her biri saatte yaklaşık otuz bin kilometre hızla hareket ediyor. Yani bir kurşunun yedi katı bir hızla.
Bu neyin faturasıdır derseniz, 1961 yılında Yuri Gagarin’den başlayarak, son altmış yılda alt yörünge dahil uzaya gitti diyebileceğimiz insan sayısı toplamda 656. Yani hepi topu bu kadar insanın ve uyduların artığı bu. On milyarın bırakacağı çöplüğü siz düşünün artık. Diğer yandan roketlerimizin hala fosil yakıt kullandığını da dikkate alalım. On milyarı götürecek kadar yakıtımız da yok zaten.
Velhasıl Kessler’e göre yakın bir gelecekte Marsa gitmek şöyle dursun, alt yörüngeye bile sağ salim çıkma ihtimalimiz yok. Kessler sendromu ayrıca, uydularımızın ve bunlara bağımlı teknoojimizin dahi geleceğinin karanlık olabileceğini gösteriyor. Çevirmeli telefonlara ve birçoklarının unuttuğu faks makinalarına dönme ihtimalimiz bile var.
Gezegende hayat da var umut da!
Elbette insanlık olarak uzay çalışmaları yapmaya devam edeceğiz. Erişebildiğimiz kadar uzağa gidecek ve uzayı keşfetmeye, kim olduğumuzu anlamaya çalışacağız. Tabi ki 2047’de tekrar dünyanın yanından geçecek olan Elon Musk’ın Tesla Roadsterinden veya uzay turistlerinden bahsetmiyorum.
Ancak on milyarlık nüfusumuz ile bu gezegenden ayrılamayacağımız kesin gibi. Yanımıza ne alacağımızı bilmediğimiz gibi, belki de on bininci insandan sonrasını gönderecek halimiz de yok. En azından şimdilik.
Belki Kessler’in uyardığı teknolojik bir distopyayı yaşayabiliriz. Elimizdeki tüm teknolojiyi kaybedebilir, iki yüz yıl önceki insanın konumuna düşebiliriz. Ancak o halimizle bile 14. yüzyılın basit kıyafetleri ve teknolojisi ile küçük buzul çağını atlatmış insan kadar başarılı olma ihtimalimiz var.
Bütün yazdıklarımdan hareketle, yaşadığımız ve yaşayacağımız riskleri yok saydığım veya küçümsediğim sanılmasın. Ancak adil bir dünya sistemi tesis edebildiğimiz halde – ki edeceğiz; geleceğe umutla bakma ihtimalimiz hala var.
Diğer yandan, biyoçeşitlilikteki yok oluşa karşı dayanıklılık göstermeye çalışan tek tür de biz değiliz. Kayıplarımız kadar yeni doğuşların olup olmadığından da emin değiliz. Biz her şeyi batırırsak, dünyanın mantara kalacağı kesin. Yani dünya, canlı kalmaya ve yeniden canlanmaya uygun, yaşanabilir kuşakta (habitable zone) olduğu müddetçe, gezegene değin umudumuz devam edecektir.
Kalın sağlıcakla.
Görsel : NASA ODPO Debris Modelling kullanılarak hazırlanmıştır.
Bu serinin tüm yazıları:
Neden umudun yok kızım? 1 (Gezegen)
Neden umudun yok kızım? 2 (Ekonomi)
Neden umudun yok kızım? 3 (Demokrasi)
Neden umudun yok kızım? 4 (İletişim)
Neden umudun yok kızım? 5 (Suçlama)
Neden umudun yok kızım? 6 (Aklama)